HABER

Ayasofya'nın inanılmaz sırları

Ayasofya'nın inanılmaz sırları

921 yıl kilise olarak kullanıldıktan sonra, 481 yıl da Camii olarak kullanılan Ayasofya, İslam ve Hristiyanlık dinleri için büyük bir önem taşıyor. Bu eşsiz yapı, bir çok gizemi de içerisinde barındırıyor.


Ayasofya'nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor. Yalnız bir tehlike var, "Bu tabuta sakın dokunmayın" deniyor.

Çünkü tabuta el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş.

Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail'dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir biçimde çizilmişler. İnanca göre Azrail, imparatorların ölümlerini, Mikail düşman saldırılarını, Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor. İnananlar, tabut ile bu melekler arasında bir ilişki kuruyorlar... Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış.


Ayasofya Müzesi'nde tesadüfen bulunan 560 yıllık kaftan ve örtüler heyecan yarattı. Lacma Müzesi eserlere sponsor olmak istiyor.

Ayasofya Müzesi Şehzadeler Türbesi’nde geçen yaz yapılan restorasyon sırasında nefes kesen bir gelişme yaşandı. Yeşil çuhaları kaldıran uzmanlar altında kumaş eserler buldu. Türkiye’nin sayılı tekstil uzmanları arasında yer alan Sibel Arça’nın gözetiminde titizlikle yerlerinden kaldırılan eserlerin türbede gömülü olanların son giydikleri kıyafetleri olduğu düşünülüyor.

****[**

](http://twitter.com/#!/Alperduman)**


Sultan Abdülaziz döneminde yapılan 11 Mart 1865 tarihli sayımda yer almayan eserler, heyecan yarattı. Ayasofya Müzesi depolarında koruma altına alınan eserler konservasyon ve onarımdan sonra Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenecek. 560 yıl sanduka üzerinde kalan eserlerin sergilenebilecek kadar iyi durumda olması uzmanları şaşkına çevirirken Los Angeles Lacma Müzesi konservasyon çalışmaları için sponsor olmayı önerdi bile.

Lacma Müzesi’nin daveti üzerine 1 hafta boyunca burada bulduklarıyla ilgili brifingler veren Arça, ‘‘Sandukaya ölünün kıyafetlerinin konması, İslamiyet öncesi Türk geleneklerinden kaynaklanır’’ dedi. Arça “Osmanlı cenaze törenlerinde ölen kişinin mezar yerine kadar taşındığı tabut ve gömüldükten sonra sandukası üzerine ölen kişiyi canlı gibi temsil eden elbisesi, beline kemeri ve kaması, baş kısmına sarığının yerleştirilmesi, kişinin soyutlanarak simgeleştirildiği yorumu yapılabilir” diye konuştu.


Sanat tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy da ‘‘Osmanlı türbe mimarisinde kıyafetleri sandukaya koyma geleneği vardır. Ölü sandukada değil, altındaki toprakta yatmaktadır. Padişah türbelerinde sandukaların üzerine kıyafet koyma kültürü olduğunu daha önce de birkaç türbede gördüm. Bunu İslam anlayışı ile birleştirmemek lazım. Kalkıp bunları giyecek değil. Böyle bir inanç da yok zaten. En güzel kıyafetini koyuyorlar’’ dedi.

****[**

](http://twitter.com/#!/Alperduman)**


SANDUKA: Güvez çatma kadifeden, karanfil motifli kılıf ve güvez zemin üzerine yeşil, mavi, beyaz, güvezi ipek ve klapdan (sırma veya telle karışık eğrilmiş pamuklu ip) ile dokunmuş kemha (atkısı ve çözgüsü ipek, üzeri hafif tüylü kumaş) kumaştan, yakasız, kısa kollu, cepli kaftan.
SANDUKA: Beyaz, mavi ipek ve altın klaptanla dokunmuş kaftan. Karakteristik Osmanlı motifleriyle bezeli.
SANDUKA: Şehzade kaftanıyla birlikte zikzak desenli Ravza-i Mutahhara’nın (Hz. Muhammed’in kabri) iç örtüsü.
SANDUKA: Hanım Sultan’ın güvezi çatma kadifeden ve karanfil motifli entarisi. Ravza-i Mutahhara iç örtüsü parçaları ve Kısve-i Şerif (Kâbe Örtüsü) parçası.
SANDUKA: Kısve-i Şerif ve Ravza-i Mutahhara örtüleri.

****[**

](http://twitter.com/#!/Alperduman)**


Bizans İmparatoru I'inci Jüstinyen tarafından 532-537 yılları arasında inşa ettirilen ve 916 yıl boyunca Ortodoks dünyasının başkilisesi, 481 yıl boyunca da İslam dünyasının büyük camisi olan şimdiki tarihi Ayasofya Müzesi'nin sırları bir bir ortaya çıkıyor. Restorasyon çalışmaları sırasında 160 yıldır karanlıkta kalan kanatlı meleği ve 500 yıl saklı kalan vaftiz havuzu ortaya çıkartıldı.Şimdi de müzede kullanılan ağaçların sırrı çözüldü. ABD'li araştırmacılar yaptıkları inceleme ve tespitlerde kapılar, doğramalar ve levhalarda kullanılan ağaçların meşe, ardıç ve ıhlamur ağacı oldukları ve müzenin tarihinden daha yaşlı olduklarını ortaya çıkardılar.

****[**

](http://twitter.com/#!/Alperduman)**


Araştırmacılar Müze'nin kapıları,doğramaları ve levhalarında kullanılan ağaçların Kuzey Afrika'dan getirildiğini tespit ettiler. Kapılarda meşe , doğramalarda ardıç levhalarda ise ıhlamur ağacının kullanıldığı belirlendi.

****[**

](http://twitter.com/#!/Alperduman)**


Ayasofya , Bizans İmparatoru I'inci Jüstinyen tarafından 532-537 yılları arasında inşa ettirildi. 916 yıl boyunca Ortodoks dünyasının başkilisesi, 481 yıl boyunca da İslam dünyasının büyük camisi olan Ayasofya, 9'uncu yüzyıldan itibaren figürlü mozaiklerle bezenmeye başladı. 1453'te Ayasofya'nın camiye çevrilmesiyle mozaikler örtüldü.

1934'ten itibaren müze olarak kullanılan Ayasofya'ya şu anda yılda yaklaşık üç milyon kişi ziyaret ediyor.


Ayasofya'nın inşa edildiği Justinianus Dönemi (M.S.6 Y.Y.) ve bir iddiaya göre önceki dönemlerden kalma vaftizhane 1453'ten sonra camiiye çevrilen Ayasofya'nın iç aydınlatmasında kullanılan kandillerin yağ deposu olmuştu. 1639'da vaftizhanenin içindeki büyük "Vaftiz Havuzu", vaftizhane avlusuna çıkartılmış, vaftizhane alanı Sultan 1. Mustafa'nın buraya gömülmesiyle türbeye dönüştürülmüştü. Ayasofya'nın 1935'de müze olarak faaliyete geçmesinden sonra 1943'de avlu bölgesinde yapılan araştırma kazısında yekpare mermerden oyulmuş vaftiz havuzu ortaya çıkarıldı. Vaftiz Havuzu'nunun dıştan uzunluğu 3.32 metre, dıştan genişliği 2.52 metre, dıştan yüksekliği 1.51 metre, içten uzunluğu 3.26 metre, içten genişliği 2.52 metre, içten derinliği 1.16 metre, basamak yüksekliği 1.16 metre. Doğu Roma - Erken Hristiyan sanatının bütün özelliklerinin yansıtan bu büyük havuzun bulunduğu vaftizhane atriumunda Osmanlı Dönemi'ne ait Bizans Sanatının sütun ve mermer örnekleriyle beraber görülebilecek.


Ayasofya'nın kıble tarafındaki kapılarından soldan sayılınca, sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun görürsünüz. Bu sütunun en büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu yüzden bu sütuna "terleyen direk" deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır plakalarla kaplı. İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri, sindirim sistemi hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki rekât namaz kılınıyor, sonra hasta avuçlarını önce bakır plakalara sonra da yüzüne sürüyor. Bu hareket üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor. Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin, direğin üzerinde bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok defalar görülmüş.


İnanca göre, Ayasofya'nın büyük bir kubbesi bir depremde yıkılınca, 300 rahip Mekke'ye gitmişler ve orada zemzem suyundan almışlar, bunu Mekke toprağı ile karıştırıp,bu sütunun altına harç olarak koymuşlar. Sütunun bu yüzden "terlediğine"inanılıyor. Bir başka inanca göre de Hızır Peygamber, parmağım Ayasofya'daki deliğe sokmuş ve binayı Mekke'ye yöneltmiş yani Terleyen direğin ya da diğer adıyla ağlayan direğin öyküsü, görüldüğü kadarıyla Osmanlı döneminde ortaya çıkmış. İslam inançlarıyla beslenmiş. Sütunun yapısının gözenekli olduğu ve kılcal damarlar yoluyla temeldeki suyu emdiği ve bu yüzden terlediği, en geçerli bilimsel açıklamalardan biri. Ama acaba neden sadece bu direği gözenekli taştan yapmışlar? Bu soru cevapsız kalıyor.


Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık geldikleri bir yerdi. Bunlar üç cumartesi art arda aç karnına buraya gelir, sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdi. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun üzerinde yaklaşık 50 santim çapında, demir bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut, tadı tatlımsı ve mineralli. Suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının, incelenmesi gerekir. Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi var? Bu soruların cevaplarını, devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz.
Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle, aşk yüzünden kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki, bu madde,beyinde aşırı üzüntü yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya' daki kuyunun şifalı suyunun da böyle bir özelliği neden olmasın!


Ayasofya'nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun ucunda örülmüş bir kapı var. Buna "açılmaz kapı" deniyor. Anlatılanlara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul'a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle bu kapının önünde dua ediyormuş. Osmanlı ordusu kiliseye girince, Patrik bu kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış. Her paskalyada bu kapının önünde" kırmızı yumurta kabukları" ortaya çıkarmış. Bir de "Kapanmaz Kapı" miti var. Fetih günü, Fatih'in ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki, kapı yere gömülmüş ve bir daha asla açılmamış.


Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa anlatılanlara göre, fetih günü, Fatih Sultan Mehmet'in atı ürkmüş, Sultan eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar bir şey yok. Ama pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu yüksekliğe, hiçbir atın erişemeyeceği düşünülürse, olayın esrarı bir anda ortaya çıkıveriyor.


Kapılarından biri Nuh'un gemsinden yapılmış


Avarlar, 575 yılında Roma’yı kuşatıyor ve Papa 1. Benedictus, fidye vererek kendini kurtarıyor. Ama Avarlar, 614-619 arasında bu kez İstanbul’u kuşatıyor. Patrik Sergius, Ayasofya’daki kutsal ama altından olan ne varsa erittirip para haline getirerek Avarlar’a veriyor. Avarlar, bir miktar da Bizanslı kadını alarak kuşatmayı kaldırıyor.


1054 yılında papanın temsilcisi Kardinal Humbold, patriğin yönettiği ayin sırasında Papa’nın patriği aforoz ettiğini bildiren fetvayı açıklıyor. Ayin bozuluyor, kargaşa çıkıyor. Böylelikle Ortodoks ve Katolik kilisesi, birbirine darılarak temelli ayrılmış oluyor. Ayrılık 911 yıl sürüyor. 1967’de 6. Paul, İstanbul’a gelerek dargınlığı sona erdiriyor.


1204 yılında Haçlı orduları İstanbul’u yağmalarken Ayasofya’da ne kadar kutsal eser varsa hepsini kaçırıyor. Geçen yıl Vatikan, jest yaparak kutsal emanetlerden bazı bölümleri geri verdi.


1264’te İstanbul, Haçlıların elinden kurtarılıyor. Bundan sonra, Ayasofya’nın içinde Deisis Mozaiği yapılıyor. Bu mozaikteki İsa figürü ABD’li araştırmacı Roberto Solarion’a göre, gerçekten İsa değil, Kemerhisarlı (Tyana’lı) Apollon. (Hatırlanacağı gibi Tempo Ocak 2005’te Aytunç Altındal’ın bu konuda bir kitap hazırladığını duyurmuştu. Kitap, nisan ayında piyasaya sürüldü.) Bunun ispatı ise mozaikteki İsa figürünün sağ kaşının üzerindeki yara izi. İz, 11 sayısına işaret ediyor. Pisagorcu tarikat üyesi Apollon’da da bu iz var. Figürün Apollon’a ait olmasının nedeni ise paganların Anadolu’da zorla Hıristiyanlaştırılırken, İsa’nın resmini yapar gibi görünseler de, Apollon’un resmini yapmaları.


Mozaikteki Meryem figürü, ellerini İsa’ya doğru uzatmış vaziyette. Oysa Hıristiyan şeriatına göre yapılan resimlerde Meryem’in ellerinde İncil ya da İsa olması gerekiyor. Dolayısıyla bu figürdeki Meryem, ‘anne’ değil Mecdeli Meryem olarak da bilinen ve Hz. İsa’nın eşi olduğu varsayılan kadına ait.


Kutsal Kâse, aslında Hz. İsa’nın içit kabı değil, ‘dişil prensip’i temsil ediyor. Bu prensibin adı ‘Sofya’. Yani Kutsal Kâse’nin kendisi Ayasofya ki, Hıristiyanlık inancına göre bütün kiliseler rahim örnek alınarak yapılıyor. Bunların en kutsalı da yani ‘Kutsal Kâse’ de Ayasofya.


Mikail Cellius adlı bir filozof, Bizans’ın ilk gizli teşkilatını Ayasofya’nın mahzenlerinde kuruyor. Aynı mahzenler, aynı zamanda Gnostik Hıristiyanların gizli kitabı Picatriks’in de çevirilerinin yapıldığı mekân.


Hıristiyanlar, İmparator Jüstinyen döneminde Akhineton Haçı adı verilen şekli bırakıyor ve düz haç modeline geçiyor. Bu da ilk kez Ayasofya’da kullanılıyor.


Aziz Andre’nin üzerinde idam edildiği haç, çapraz formda. İstanbul’daki kilisenin kurucusu sayılan Aziz Andre’nin anısına tavana çapraz haç motifi işlenmiş.


Latin komutan Henricus Dandolo, Papa’nın çağrısı üzerine İstanbul’u almak zorunda kalıyor. Bizanslıların tehdidi oldukça ilginç: Eğer bu kenti alırsan ölürsün. Dandolo kenti alıyor ve ölüyor. Mezarı halen Ayasofya’da.


Ayasofya kilisenin malı değil. Çünkü mekân imparatora ait kabul ediliyor. Dolayısıyla 1453’te Fatih Sultan Mehmet de Ayasofya’nın değerini ödeyerek bir vakıfla kendi üzerine geçiriyor. Daha sonra da padişahların malı olarak devam ediyor.


Dört balık: Tavandaki dört balık sembolü aslında dört Gospel’e atıf. Balık, iman anlamına geliyor. Bu İsa’da bütünleşmiş olan imanı temsil ediyor.


Bu şekil, eğer yuvarlak olsaydı kainat anlamına gelecekti. Oysa baklava motifi yeryüzü anlamına geliyor. Yeryüzünün merkezinde haç, haçın merkezinde de İsa var.

Mantra ve sekiz köşeli yıldız

Sekiz çeperli gül, aslında mantrayı temsil ediyor. Çevresindeki sekiz köşeli yıldız ise kainatın sekiz köşesi olduğunu gösteriyor. Bunlar asıl olarak paganik semboller.


Daire, kâinat anlamına geliyor, etrafında da minik noktalar var; onlar da yıldız demek. Bu, aynı zamanda şifa sembolü. Kenarlardaki defne dalları da Hermetik öğretiye ait. Aradaki haça benzer figürler de bir nevi Hermetik takiyye.


İkinci kat balkonlarından birinde, Vikingler’e ait Rune alfabesiyle yazılmış yazılar bulunuyor. Bu en mistik yazı tarzlarından biri olan Elgir Rune’u. Aynı yazılardan, bodrumdaki mahzenlerde de var.


Mahzenlerin altındaki tünellerden Kınalı adaya kadar bir tünel uzandığıda söyleniyor.


Altın zemin üzerinde ortada değerli taşlarla süslü tahta oturan Meryem, kucağında İsa ile birlikte tasvir edilmiştir. Meryem’in koyu lacivert renkte sade ve bütün vücudunu örten kıyafeti, etrafını çeviren altın zemin ile bir kontrast oluşturur.


Ayasofya’nın mozaikleri arasında hiç kuşkusuz, en ünlüsü Deisis kompozisyonudur. Deisis, yani mahşer günü İsa’dan Meryem ve Loannes Prodromos’un insanlık için yardımcı olmasını dilemeleridir. Mahşer Kompozisyonunun ortasını meydana getiren üçlü kompozisyonda ortada büyük bir İsa ekseni teşkil eder. Üçlü grubun ikinci şahsı Meryem'dir. Diğer yanda ise Vaftizci Yahya bulunmaktadır.


Ortada Pantokrator (Kainatın hakimi) İsa, sağ eliyle takdis işareti yapmakta, sol eliyle incilerle bezenmiş cildi olan Kutsal Kitabı tutmaktadır. İsa’nın bir yanında imparatoriçe Zoe, diğer yanında Zoe’nin üçüncü kocası Konstantinos Monomakhos yer almaktadır. Bizans tarihinde entrikaları ve evlilikleriyle ün yapan imparatoriçe Zoe kocalarını değiştirdikçe mozaik üzerindeki imparatorun başı ve isminin belirten yazının da değiştiği sanılmaktadır. Konstantin’in kafası ve üstündeki yazıt kazınıp, tekrar yapılmıştır. Orijinal mozaik Zoe’nin ilk kocasına aitti. Bu panoda İmparatorluk ailesinin kiliseye şükran ve bağışları sembolize edilmektedir.


İmparator Komnenos II ile eşi Macar asıllı İmparatoriçe İrene ve oğulları Aleksios’u tasvir etmektedir. Ortada kucağında İsa ile ayakta duran Meryem yer almaktadır. İmparator ve İmparatoriçe değerli taşlarla süslü tören elbiselerini giymişler, imparatorun elinde bir para kesesi, İmparatoriçe de bir rulo tutmaktadır. Takdim edilen rulo kiliseye bağışları, deri kese ise altın yardımını belirtmektedir. Macar asıllı imparatoriçenin ırk özellikleri; açık ten ve açık saç rengi belirgindir.


Altın zemin üzerinde ortada görkemli bir taht üzerinde oturur durumda koyu lacivert elbiseli Meryem tasvir edilmiştir. Başının iki yanında bulunan kısaltılmış harfler “Tanrı Anası” olduğunu ifade eden kelimelerin kısaltılmış semboludur. Meryem ayakları altındaki kenarları değerli taşlarla bezenmiş bir kaide üzerine basar. Bu kaidenin üst yüzü gümüş mozaiklerle kaplıdır. Bizans sanatında altın mozaiklerlerin bol olmasına karşılık, gümüş mozaikler son derece azdır. Meryem’in kucağında oturan İsa yetişkin, bilgiç bir insan ifadesine sahiptir. Bu onun Tanrıya yakın bir mistik varlık olduğunu gösterir. İki yanda bulunan imparator figürlerinden biri İstanbul’un kurucusu Büyük Konstantin ve elinde sunduğu maket bir şehir semboludur. Etrafını surların çevirdiği bu şehrin Byzantion yanı İstanbul olduğu kolaylıkla anlaşılır. Ayasofya maketini sunan da Justinyen’dir.


Bu mozaik pano 9. yüzyıl sonunda yapılmıştır. Ortada son derece süslü taşlar ve incilerle süslenmiş taht üzerinde oturmuş Pantokrator İsa bir kaide üzerine basmaktadır. Sağ eli takdis işareti yapmakta, sol eliyle dizi üzerinde açık duran bir kitabı tutmaktadır. İsa’nın ayakları önünde secde eder durumda imparator altıncı Leon şefaat isterken görülür . İki kenardaki madalyonların birinde Meryem tasvir edilmiştir. Diğerinde ise lilisenin koruyucusu baş melek Cebrail tasvir edilmiştir.


Kubbeye geçişi sağlayan köşe elemanlarının yüzeylerinde yalnız kafa ve kanatlardan ibaret olan dört melek tasviri yer alır.


Bizanslıların ve Türklerin en büyük mabedi olmuş Ayasofya hakkında inşa yıllarından başlayarak birçok efsaneler söylenmiştir. Evliya Çelebi bu tılsımlardan bahsediyor.


Akşemseddin'in ilk tefsir dersini verdiği pencere, soğuk pencere ismiyle anılmaktadır. Bu pencereden esen serin rüzgarın ilahiyet tahsil edecek talebeye zihin açıklığı verdiği inancı beslenirdi.


Ayasofya'nın güney tarafındaki delhizlerde bulunan oyuk bir taş Hz. İsa'nın beşiği olarak gösterilmekte idi. Kadınlar yeni doğmuş rahatsız çocuklarını bu beşiğe koysalar sıhhat bulacaklarına inanılmıştı.


Müslamanların inanışlarına göre Hızır, Ayasofya'da top kandilin altında namaz kılardı. 40 sabah aynı yende namaz kılanların Hızır'a rastlamaları mümkündü.


Hızır genelllikle bir derviş kılığında görünürdü. Eğer o anda tanınır ve eline sarılırsa dilenilen şey olurdu. Ayasofya'nın kubbesindeki 4 melek tasviri de birer tılsım sayılırdı.


Bunlardan biri de Cebrail sureti kanat takıp sayha vurursa (bağırsa) doğu semti ganimet olur derlerdi. İsrafil sureti sayha vursa batıda kıtlığa dalalet eylerdi.


Mikail seslense kuzey tarafında bir asi ortaya çıkardı. Azrail seslense cemi alemde taun (veba) başgösterirdi diye itikad edilmişti.


Caminin 361 kapısı vardır. Ama yüzü büyük kapıdır ve cümlesi tılsımlıdır. Defalarca saysak bir kapı daha meydana çıkar, ona dahi nişan koysak görmediğimiz bir kapı zahir olur '(görünür) tuhaf hikmettir.


Orta cümle kapısı üzerinde sarı piniç tabuta benzer bir uzun sanduka vardır. İçinde Kraliçe Sofya'nın naaşı mumya olarak defnolunmuştur.


Nice kimseler bu sandukaya dokunmaya cür'et ettiklerinde caminin içinde büyük bir deprem ve velvele peyda olduğundan vazgeçmeye mecbur kalmışlardır.


Bunun üstünde "amud-u sagirmlerin (küçük direklerin) takı üzere bir mermer kitabe içinde Kud-sü Şerif'in eski kıblesi tavsvir olunmuştur. İçi türlü cevherlerle süslenmiştir. Bu dahi tılsımdır. Kimse dokunmaya cesaret edemez.


Ayasofya mevcut 11 kuyudan biri bileziğinden ötürü Hz. İsa'ya izale edilmektedir. Yukarı mahfilin doğu tarafında mermere döşeme üzerinde yazılı bir taş vardır.


Taşın üstünde 1205 Haziran'ın 1'inde ölen Ehlisalib reisi Hanri Dandalo ismi yazılıdır. Dandalo buraya gömülmüştü.


Lahid içinde bulunan zırhı ve arması Fatih tarafından ressam Bellini'ye hediye olunmuştur.


Evliya Çelebi unutkanlık hastalığına tutunanların Ayasofya kubbesi ortasındaki altın top altında yedi kere sabah namazı kılıp dua etmeleri ve her vakitte yedişer siyah üzüm yemeleriyle dertlerinin iyileşeceğini yazmaktadır.


Ayasofya'nın geride cümle kapılarının batı tarafı nihayetindeki dreklerden biri Terler Direk ismiyle anılmaktadır.


Bu rutubetli sütun önünden asırlarca, binlerce insan geçmiş ve türlü dertlere şifa ümidiyle uzattıkları parmaklarıyla sütunda derin bir çukur bırakmışlardır.


Kıble kapısının kanatları Nuh Peyamber'in gemisinin tahtasından yapılmıştır diye efsane vardır.


Tacirlerin, kaptanların o kapının önünde namaz kılıp ellerini kapının tahtasına sürmeleri ve Nuh peygamber ruhuna bir fatiha okuyup sefere çıkmaları uğurlu sayılırdı.


Yürek oynamasına ve nefes darlığına uğrayanların Ayasofya içindeki kuyunun suyundan sabah erkenden aç karnına üç kere içerlerse iyileşeceklerine inanılırdı.

En Çok Aranan Haberler