Dünya mimarisinin en önemli şaheserlerinden birisi olarak kabul edilen Ayasofya ile ilgili 100 Efsane İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından bir kitapta toplandı.
‘Ayasofya Efsaneleri'' ismiyle okuyucuyla buluşan kitapta yer alan ve Ayasofya'nın 1500 yıllık tarihini yansıtan efsaneler, içlerinde barındırdıkları mitolojik, dini ve fantastik unsurlarla sadece Ayasofya'nın tarihi ve kültürel serüvenine değil, İstanbul'un tarihi ve kültürel serüvenine de farklı bir pencere açıyor. İşte o efsanelerden bazıları…
Hz. Muhammed'in Miraç mucizesi ve Ayasofya
Bir gece Cebrail gelir, Hz. Muhammed'i miraca davet eder. Cebrail ile Hz. Muhammed gök tabakalarını ve cennet katlarını gezip dolaşmaya başlarlar. Firdevs cenneti makamına da girerler. Orada camiye benzeyen bir makam görürler. İçerisinde altın ve gümüş lülelerden oluşmuş havuzda devamlı Kevser suyu akmaktadır. Buraya girenlerin bir daha çıkmak istemedikleri anlatılmaktadır. Hz. Muhammed, "Ey kardeşim Cebrail! Bu güzel ve süslü makam neresidir?” diye sorar...
..Cebrail de "Ya Muhammed! Ümmetin için Allah teala o makamı oluşturmuştur. Buna Camiü'l-Kübra (Büyük Cami) derler. Bu makamın benzeri dünyada üç tarafı deniz, bir tarafı da kara ile çevrili "Kostantiniyye” şehrinde bulunmaktadır. Bu şehirde "Sofiya” adlı güzel bir ibadethane ve yüce bir makam vardır. Bunun adına da Camiü's- Suğra (Küçük Cami) derler. Burada gördüğün yüce makamın dünyadaki timsalidir. Senin ümmetine onun içinde ibadet etmek nasip olacaktır.” diye cevap verir...
Üst katta bir mezar var. Bu mezar Dördüncü Haçlı Seferi sırasında buraya gelmiş bir Latin komutanına aitmiş. Bu komutan, İstanbul'u fethetmeyi çok istiyormuş ve seksen yaşında İstanbul'a gelmiş. Ama aniden vefat etmiş. Bu sebepten kendisini Ayasofya'ya gömmüşler. Bu komutan, kötü biri olarak biliniyormuş. Bu yüzden Latin komutanının mezarını, gelen geçen ezsin diye yere gömmüşler.
Ayasofya'nın yapımına başlanmadan önce zamanın müneccimleri uğurlu bir saat gözetirler. Gözetilen uğurlu vakit geldiğinde inşaat sahasında İmparator Üstünyanu, Mimar Agnadiyos ve başlarında dört yüz elli beş yaşındaki Martikos adlı keşişin de bulunduğu din adamları mabedin uğurlu olması için dua ederler. Ayrıca bu yaşlı keşiş Ayasofya'nın kıyamete kadar ayakta kalabilmesi için bir tılsım yapar ve böylece Ayasofya'nın inşasına kutlu bir saatte, tılsımlarla başlanmış olunur.
Bu büyük şehir, deniz kıyısında olmakla deniz etkilerinin kaynaştığı, dalgaların aşındırdığı bir alandı. Ayrıca yer sarsıntılarına en açık bir bölge olarak da tanındığından, ülke mimarları yaptıkları büyük binaların altını boş bırakırlardı. Bu tedbir orada çok eskiden beri kullanılmakta idi. Bu usulle söz konusu büyük yapı [Ayasofya]'nın da altı boş bırakılmış, bina sütunlar üzerine kurulmuş, kemerler üstüne oturtulmuştur. Binanın altındaki mahzen buz gibi su ile doludur. İçinde kayıkla dolaşmak mümkündür.
Ayasofya'nın temeli yapılırken yetmiş metre kazılmış. Yetmiş metre temelin üzerine üçüncü Ayasofya yapılmış. Ayasofya'nın temeli daha iyi tutsun diye de altın ve gümüşle temel atılmış. Çünkü Ayasofya'yı yapan kral o kadar zengin ve dindarmış ki hazine odası diye yaptırdığı yerin altına temeli sağlamlaştıracak bir şey bulamadıklarından altın ve gümüşleri gömmüş. Sonra olur ki savaş sırasında Ayasofya yıkılırsa binayı tekrar bunlarla yaparım diye düşünmüş. İkinci Ayasofya'yı yapan kral da üçüncü Ayasofya'yı yapan kral da binanın çeşitli yerlerine böyle hazineler gizlemiş.
Ayasofya'nın duvarları bir adam boyunu bulur. İnşaatın devam ettiği sırada bir gün ustalar yemeğe giderler. Araç gereçleri de inşaat alanında koruması için genç bir işçiye emanet ederler. Bir süre sonra, inşaat alanında ortaya çıkan bir kişi, gence işin çok uzun süre bırakıldığını, artık ustaları çağırması gerektiğini söyler...
Ayasofya'nın duvarları bir adam boyunu bulur. İnşaatın devam ettiği sırada bir gün ustalar yemeğe giderler. Araç gereçleri de inşaat alanında koruması için genç bir işçiye emanet ederler. Bir süre sonra, inşaat alanında ortaya çıkan bir kişi, gence işin çok uzun süre bırakıldığını, artık ustaları çağırması gerektiğini söyler...
Ayasofya'nın toplam 361 kapısı vardır. Fakat bu kapılardan yüz biri büyük kapılardır ve tılsımlıdır. Çünkü bu kapılar ne zaman sayılsa fazladan bir kapı daha ortaya çıkar.
Ayasofya ibadete açıldıktan sonra, İmparator, Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiği haçı ve Hazreti İsa'yı çarmıha gerdiklerinde kullandıkları çivileri Kudüs'ten getirterek Ayasofya'nın gizli bölümlerinden birinde saklatmış. Bu kutsal emanetleri Ayasofya'ya saklamalarının sebebi de; Hazreti İsa kırk bin yıl sonra [dirilecek] dünyaya inecek ve ineceği yer Ayasofya olacakmış.
Kutsal kaseyle kaybolan papaz
Kent düşüp de Türkler Ayasofya'ya girdikleri sırada papazın biri vaaz vermekteymiş orada. Türklerin geldiğini görünce vaaz kürsüsünde duran kutsal çanağı almış. İçinde İsa'nın kanının sunulduğu bu kutsal eşyanın Müslümanların eline geçmesini istemiyormuş. Papaz, elinde kutsal kâseyle bir kapıdan geçip gitmiş. Kapı da hemen kendiliğinden kapanıvermiş arkasından. Ama Türkler papazın bir kapıdan içeri girdiğini görmüşlermiş. Papazın ardı sıra onlar da seğirtmişler kapıya doğru. Gelgelelim, papazın gözden kaybolduğu yere varınca bir de bakmışlar ki ne kapı var ortalarda, ne ondan en küçük bir iz.
Hz. Meryem'in gözyaşlarıyla delinen sütun
Ayasofya'nın içindeki Ağlayan Sütun, Meryem Ana'nın evindeki bir sütunmuş. Bir gün Meryem Ana'ya, Hazreti İsa'nın yakalandığını ve kendisine işkence edildiğini söylemişler. Hazreti Meryem de tabii ki İsa'nın işkence görmesine dayanamamış ve gözyaşlarına boğulmuş. Hazreti Meryem hissettiği o acıyla o kadar ağlamış ki gözyaşı damlalarından biri yaslandığı bu sütuna düşer düşmez, bu damla düştüğü yeri bir mucize eseri kezzap gibi eritmiş.
Ayasofya'nın yapımı sırasında Jüstinyen, inşaatı kontrol etmek için sık sık Ayasofya'ya gelirmiş. İmparator Jüstinyen yine kontrol için bir gün Ayasofya'da dolaşırken rahatsızlanmış ve çok şiddetli bir baş ağrısına tutulmuş. Bu sırada o baş ağrısıyla Terler Direk'e kafasını dayamış ve hastalığının geçmesi için dua etmiş. Bir müddet sonra mucize eseri rahatsızlığı ve baş ağrısı tamamen geçmiş. İmparator dikkatlice sütuna baktığında sütunda ufak bir delik meydana geldiğini vebu delikten gözyaşı gibi bir yaşın süzüldüğünü görmüş. Bu yaşın, Meryem Ana'nın gözyaşı olduğunu ve kendisini iyileştirmesi için Tanrı tarafından gönderildiğini düşünmüş. Halk bu mucizeden haberdar olmuş ve sütunu kutsal kabul etmiş.