Bostancı’da bir teröristin öldürüldüğü, bir emniyet amirinin şehit olduğu, bir kişinin hayatını kaybettiği ve 10 kişinin yaralandığı operasyon sonrası terör örgütü “Devrimci Karargâh” üyesi oldukları iddiasıyla 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Vatan Gazetesi İnternet Sitesi Genel Yayın Yönetmesi Aylin Duruoğlu ile 9 kişi tahliye edildi.
16’sı tutuklu 17 sanık 10 ay sonra ilk kez hâkim karşısına çıktı. İstanbul 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya Vatan Gazetesi yöneticileri ile yazarları, dün Duruoğlu’na destek vermek için duruşmaya geldi. Vatan Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Mutlu, Yönetim Kurulu Başkan Vekili Güngör Mengi, Genel Yayın Müdürü İsmail Yuvacan, Genel Yayın Müdür Yardımcısı Atilla Güner, Yazıişleri Müdürü Tayfun Hopalı, yazarlar Ruhat Mengi, Necati Doğru, Zülfü Livaneli, Reha Muhtar, dün Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nin bahçesinde Duruoğlu’nu bekledi. Duruoğlu duruşmaya alınırken yönetici ile yazarlar “Aylin biz buradayız, biz yanındayız” diye seslendiler. Saat 11.30’da başlayan ve 11 saat süren duruşma sonunda Aylin Duruoğlu ile 9 sanık serbest bırakıldı. Tahliye kararlarını sanıkların yakınları sevinçle karşıladı.
10 aydır kurunun yanında yaş da yanıyor, söndürün
Aylin Duruoğlu tutuklandıktan tam 10 ay sonra hakim karşısında kendisini şöyle savundu:
“Ben neden buradayım?” 10 aydır bu soruya mantıklı bir yanıt bulabilmek için aklımın sınırlarını zorluyorum.
“Sokakta serbestçe dolaşan, sosyal hayatın içinde olan birinin terörist olabileceğini tahmin edememek!”
Şu anda huzurunuzda bulunmamın yegane sebebi budur.
27 Nisan 2009 sabahı, o güne dek adını hiç duymadığım bir terör örgütüne üye olma şüphesiyle gözaltına alındım.
Bir yanlışlık yapılmıştı, elbette düzeltilecekti...
İğrenç suçlama
Bu iğrenç suçlamaya muhatap olmamın ve dosyaya haksız yere dahil edilmemin nedeni, üniversitede aynı sınıfta okuduğum Orhan Yılmazkaya adlı şahısla bir öğle yemeğinde görüşmüş olmam. Sözkonusu kişi kendini yazarlık yapan, yayınevinde çalışan biri olarak tanıtıyordu. 2009 Mart ayında bir gün çalıştığım Vatan gazetesine telefon edip, gazete binasının da bulunduğu Mecidiyeköy’de olduğunu, müsaitsem uğramak istediğini söyledi. Ben de ancak öğle yemeğinde müsait olabileceğimi, hemen her gün yaptığım gibi gazetenin hemen yanındaki Astoria alışveriş merkezinde yemek yiyeceğimi söyledim. Oraya geldi, yarım saat-40 dakikalık sıradan bir okul arkadaşlığı sohbetinden sonra gitti.
Terörle Mücadele Şubesi’ndeki sorgum sırasında bana yöneltilen soruda ve iddianamede yer alan ifadelerde Orhan Yılmazkaya’nın Astoria alışveriş merkezine gelirken etrafını kolaçan ettiği, sağına-soluna-arkasına baktığı, daireler çizdiği belirtiliyor.
İddianame eklerinde ise benim gazeteden çıkıp Astoria’ya gittiğim, aynı şekilde geri döndüğüm belirtiliyor. Hemen hemen her gün yaptığım gibi... Sabah 8.30-9.00 gibi geldiğim işyerinden, saat 12,30-13.00 gibi 20-30 metre uzaklıktaki Astoria’da öğle yemeği yiyip, akşam 20.00 gibi işten çıkıp evime veya spora gittiğim gibi. Orhan Yılmazkaya’nın Astoria’ya kontrollü bir şekilde gelmesi, iddianamede örgütsel ilişki olarak değerlendirilmiş.
Yüce heyetinize sormak istiyorum: Onurlu bir görev yaptığınız bu adliyenin hemen dışında Beşiktaş’ta bir lokantada Hukuk Fakültesi’nden eski bir arkadaşınızla buluştuğunuzda, arkadaşınızın buluşma yerine nasıl geldiğini bilebilir misiniz? Diyelim ki arabasıyla geldi ve kırmızı ışıkta geçti, bundan haberiniz olabilir mi? Tabii ki olmaz, olamaz. Peki arkadaşınızın işlediği bu trafik suçu sizi bağlar mı? Tabii ki bağlamaz. Ama beni bağlıyor. Hakkımdaki en önemli suçlamalardan biri Orhan Yılmazkaya’nın benimle buluşmaya gelirken şüpheli hareketler yapması. O kırmızıda geçmiş, ben 10 aydır tutukluyum sayın hakimler.
Orhan Yılmazkaya’yı üniversiteden sonra 15-20 yıl hiç görmedim. Astoria’daki öğle yemeğinin dışında bir kez de kitabının tanıtımını yapmamı istemek için gelmişti. “Türk Hamamı” diye bir kitap yazmış “Vatan gazetesinde çalıştığını öğrendim, belki kitabın tanıtımına yardım edersin diye ricaya geldim” dedi.
Gazeteciyseniz bu tür tanıdık tanımadık pek çok ziyaretçiniz olur. İnanın hatırlamadığınız okul arkadaşlarınız, komşularınız hatta arkadaşlarınızın arkadaşları, komşularınızın tanıdıkları sizi bulur. Kimi iş istemek, kimi şikayetçi olduğu bir konuda haber yapılmasını sağlamak için size başvurur. Bu kişinin Vatan’da çalıştığım için, yıllar sonra bana başvurması da benim konumumdaki her gazetecinin alışık olduğu bir durumdur. Sayın hakimler, benim çalıştığım gazetenin günlük 250 bin net tirajı, bizzat benim yönettiğim Vatan gazetesi internet sitesinin günde 1.5 milyon okuyucusu var. Beni bir şekilde tanıyan, bana ulaşabilen herhangi birinin, beni bulup, benden bir şey rica etmesi inanın çok doğal, neredeyse her gün başıma gelen bir olaydı. Bu kişinin bana gelmesi, yazdığı kitabın tanıtımını rica etmesi, benden değil çalıştığım gazetenin, yönettiğim internet sitesinin yüzbinler, milyonlarla ifade edilen okur kitlesine ulaşmasından kaynaklanmaktadır. Altını çizerek söylemeliyim ki, kitabıyla ilgili ricasını dahi yerine getirmedim.
Kaldı ki bu kişi televizyon ve gazetelere girip çıkan biriydi. Kendisini gören tanıyan pek çok gazeteci var. Hatta ünlü bir mestektaşım gazeteci Cüneyt Özdemir CNN Türk’teki 5N1K programında söz konusu kişiyle kitabı hakkında söyleşi yapmış. (Buna ilişkin CD’yi de avukatım yüce heyetinize sunmuş olmalı) Herhalde bugün başıma gelenler karşısında Cüneyt Özdemir de dehşete düşüyor, piyango kendisine vurmadığı için şükrediyordur.
91 sayfalık iddianamede bu görüşme dışında adımın geçtiği sadece 3 cümle var:
Birinde “Doğu Perinçek Aylin Duruoğlu tahliye edilsin kampanyasına destek istedi” deniliyor. Bu kişiyi hayatımda yüz yüze ne gördüm, ne de konuştum. Adını medyadan bilirim. Tutuklanmamdan sonra benimle ilgili bir tahliye kampanyası yapıldığına ilişkin de bir bilgim yok. Sadece beni yakından tanıyan ve böyle bir işle asla ilgim olamayacağını bile gazetecilerin hakkımda yazılar yazdığını biliyorum.
İddianamede “Ergenekon soruşturması kapsamında hakkında işlem yapılan şahıslarla dolaylı telefon irtibatım” olduğundan söz ediliyor. Benim telefonda konuştuğum kişilerden bazıları, Ergenekon soruşturmasında adı geçen kişilerden bazılarıyla konuşmuş. Neymiş bu dolaylı irtibatlar diye bakıyorum; karşıma, arabamı bıraktığım servis, CD ve kitap aldığım mağazanın telefonlarıyla, çalıştığım gazetenin sahibi ve genel yayın yönetmeni çıkıyor. Bu suçlamanın nesini savunmalıyım bilemiyorum sayın hakimler. Benim telefonumda 300 kişinin numarası varsa, bu 300 kişinin telefonlarında yine 300’er farklı numara varsa, bu 90 bin kişi eder. Bunların arasında adı Ergenekon’a karışmış birini de bulabilirsiniz, Devlet Üstün Hizmet Madalyası almış birini de... Eğer bunlar delilse bırakın gazetecileri, Türkiye’de serbest dolaşan insan kalmaz.
Bir de cep telefonuma kayıtlı bazı resimlerden söz ediliyor. 2008’de bir arkadaşımın evinde, ona ait paralarla espri olsun diye çekilmiş birkaç kare fotoğraf. Zaten kendisi Terörle Mücadele Şubesi’ne başvurup “Paraların kendisine ait olduğunu” belirtti.
Bana hiç sorulmadı
Sayın hakimler şu iki soruyu sormak hakkım diye düşünüyorum: Gözaltına alındığımda telefonuma da el konuldu. Muhtemelen bu fotoğraflar gözaltı sırasında da görüldü. Ama ne polisteki sorgumda, ne de sonucunda tutuklandığım savcı ve nöbetçi hakim tarafından yapılan sorgumda bana bu fotoğraflarla ilgili soru sorulmadı. Sorulsa kendimi savunma, gerçekleri ortaya çıkarma hakkımı kullanabilecek, belki de tutuklanmayacaktım. Daha gözaltında aydınlatılma imkanı varken, bu konu aleyhimde delil olarak iddianameye girdi. Bunun takdirini de yüce heyetinize bırakıyorum.
Sayın başkan, sayın hakimler ben hayatı boyunca silahtan terörden nefret etmiş bir insanım. Gazetecilik hayatımda terörü lanetleyen pek çok haber yaptım, sayfalar hazırladım.
İşinden ve ailesinden başka tutkusu olmayan, kanunlara saygılı medeni bir insanım. Son 4 yılı yönetici konumunda olmak üzere 15 yıldır basın sektöründe aralıksız çalışıyorum. Başarılı bir kariyerim, düzgün bir sosyal çevrem, Türkiye şartlarının üzerinde iyi ve düzenli bir gelirim var. Fırsat buldukça yurtdışına giderim. Güvenlikli nezih bir sitede, tapusu kendime ait bir dairede oturuyorum. Kendime ait bir arabam var. Akşamları spor salonuna giden, kendine bakmaya, iyi yaşamaya, bir yandan çalışırken bir yandan da hayatın tadını çıkartmaya çalışan biriyim. Son 7 yıldır aynı işyerinde çalışıyor, 10 yılı aşkın süredir de aynı cep telefonunu kullanıyorum. Tüm adreslerim, tüm iletişimim, hayatımın her anı yasal, gözler önünde ve istikrarlı.
Affınıza sığınarak soruyorum sayın hakimler: Ben teröriste benziyor muyum? Bunca yıllık meslek hayatınızda karşınıza benim gibi bir terörist profili çıktı mı?
Terör sanığı değil mağduruyum
Şu an huzurunuzda terör sanığı olarak bulunmam sadece benim için değil, hukuk sistemimiz için de büyük bir talihsizliktir. Zaten kendimi sanık olarak değil, terör belasının kurbanlarından biri olarak görüyorum.
Burada gözaltına alındığım tarihe kadar hayatım boyunca görmediğim, bir kez bile telefonla konuşmadığım, aynı yerde bulunmadığım insanlarla birlikte bir terör örgütünün üyesi olmakla yargılanıyorum. Evimde, işyerimde yapılan aramalarda, bilgisayarlarımda adı geçen örgütle ilgili en küçük bir not veya doküman çıkmadı. Bırakın adını ilk kez Emniyet’te duyduğum bu örgütle ilgili bir bilgi-belgeyi, aramalarda suç teşkil edebilecek, huzurunuzda yüzümü kızartacak en küçük bir suç unsuru dahi bulunmadı.
Telefonlarım ne kadar süreyle dinlendi bilmiyorum ama her gün onlarca kez konuşma yapan biri olarak iddianemeye suç unsuru olabilecek tek bir konuşma kaydım bile girmedi.
Sayın başkan, sayın hakimler; uğrunda yıllarca çalıştığım her şey; kariyerim, sosyal konumum, benliğim, onurum, genç bin kadın olarak hayattan beklentilerim paramparça edildi. Hem de koca bir hiç yüzünden.
Emniyet’te polis arkadaşlar “Aylin Hanım üzülmeyin, bırakılırsınız. Böyle olaylarda kurunun yanında yaş da yanıyor bazen” demişlerdi. Bu yaş tam 10 aydır cayır cayır yanıyor.
Artık hukuk, adalet, vicdan konuşsun ve bu yangın söndürülsün istiyorum.