Antalya'daki Gezi Parkı protestoları nedeniyle 2 Ekim 2013 günü tutuklanan Ayşe Deniz Karacagil ile Murat Sezgin ve Mustafa Cihan Yılmaz, dün görülen davanın ardından 127 gün sonra bugün özgür yaşama geri döndü. 6 Şubat günü yaklaşık 12 saat süren mahkemede denetimli serbestlik kapsamında tahliye edilen Ayşe Deniz Karacagil, saat 02.00 sıralarında ailesi ve arkadaşları tarafından Alanya Kapalı L Tipi Cezaevi'nden alınarak saat 04.00 sıralarında annesi Nuray Erçağan'ın evine geçti.
Ailesi ve yakınlarıyla hasret gideren Ayşe Deniz, hiç uyumadı. Karacagil, sabah erken saatlerde, yine Gezi olayları kapsamında ifadeye çağrılan kardeşi 16 yaşındaki Ekin Devrim Karacagil ile birlikte Antalya Adliyesi'ne geldi. Özgürlüğe kavuşmanın ardından dışarıdaki ilk gittiği yer adliye olan Ayşe Deniz, savcılıktaki sıranın çok olması nedeniyle kardeşinin ifadesi ertelenince Antalya'nın dünyaca ünlü Konyaaltı sahillerine gitti. Ayşe Deniz, kardeşi Ekin Devrim ile birlikte uzun süre Akdeniz'i seyretti.
Gezi olayları ve sonraki sürece ilişkin Doğan Haber Ajansı'nın sorularını yanıtlayan Ayşe Deniz Karacagil, Gezi olaylarının 'bir ağaçla başladı' diye nitelendirildiğini, gerçekten de öyle olduğunu aktardı. Karacagil, sonrasında büyük bir halk hareketi, halkın taleplerini dile getirdiği, meydanlara çıktığı bir hak arayışına dönüştüğünü söyledi. Nihai olarak buna insan olarak destek vermelerinin gayet normal olduğunu belirten Ayşe Deniz, "Tabii bunu başka yönlere çarpıtmaya çalışıp Gezi direnişinin altını boşaltmaya çalışsalar da bu şekilde değildir. Mahkeme salonunda da belirttik, bu herhangi bir terör örgütüne mal edilecek bir durum değil, bir halk direnişiydi. Gençlerin, kadınların sokağa çıktığı, insanların öldürüldüğü ama buna rağmen direnişin pasifleştirilemediği bir halk kitlesinden oluşan bir yığının öfkesini bu iktidara kusmasının temeliydi" diye konuştu.
Ayşe Deniz Karacagil, şöyle konuştu:
"Yine Gezi direnişinde de gördük, bir sürü insan yaralandı, bir sürü insan gözünden oldu, Berkin'imiz hala uyanmadı, Ahmet Atakan'ı öldürdüler, Ali İhsan Korkmaz'ı 'ayağımla teptim, hafifçe dürttüm' denilerek, aslında görüntülere bakıldığında öyle değil, gayet net anlaşılıyor, kasıtlı bir şekilde işlenen bir cinayet diyebiliriz buna. Arkadaşlarımız öldü, küçücük çocuklar yaralandı, Berkin hala komada. Küçücük bir çocuktan bile aslında korkabiliyorlar. Gene benim kardeşim hakkında soruşturma başlatılması da bunun bir örneği olarak gösterilebilir."
Hak arayışının hiçbir zaman ve hiçbir yerde suç teşkil etmediğini aktaran Ayşe Deniz Karacagil, "Bunu Bulgaristan, Yunanistan, İspanya'da görebiliriz. Gençlik kitlesi ellerinden alınan haklara karşı bir isyanın fitilini ateşledi. Biz de aynı amaçtaydık. İktidarın bütün aygıtlarıyla polisi, askeri düzeni, savcısı, yargıcı tüm araç gereçleriyle üzerimize saldırması ve temel hak arayışımızı çarpıtarak başka yönlere çekilmeye çalışılması göz önündedir. Buna kanıt olarak da yattığımız 4 ay 6 günü örnek verebiliriz" diye konuştu.
Kırmızı fuların sosyalizmi simgelediği yönünde karşılaştığı soruyu anlatan Karacagil, şöyle konuştu:
"İlk yargılandığımız mahkemede bu bize soruldu ve bizi güldürdü, şaka gibi geldi. Biz, hani diyecektik neredeyse, 'Gerçekten bunu soruyor musunuz, bu bir şaka mı yoksa daha mahkeme başladı mı' şeklinde, ama gerçek bir soruymuş. Ona da ilişkin şunu söyledik; İnsanlar yoğun saldırılar karşısında, yüzlerine atılan fişeklere karşı korumak amacıyla herhangi bir bez de olabilirdi, kırmızı, sarı farketmiyor ne bulduysak, yeri geldi tişörtümüzü çıkarttık yüzümüzü örttük. Kasıtlı olarak kırmızı, sarı, yeşil bu tür şeylerle çarpıtıp bu kadar büyük bir halk direnişini bu kadar küçük şeylerle başka yöne çekmeye çalışmaları gerçekten yanlıştır. Bu mahkemede yer almadı, bunun komikliğini kendilerini de farketmiş olsa gerekler."
Cezaevi sürecini anlatan Ayşe Deniz Karacagil, siyasilerin bulunduğu koğuşta kaldığını belirterek, “Bizler aydın bir geleceği savunan, kardeşliğin ülkesini savunan, güzel bir gelecek adına mücadele eden insanlarız. Bu yüzden de zaten aslında hiçbirimizin yeri orası olmaması gerekiyor" dedi.
Yeniden özgürlüğüne kavuştuğu ilk günde dışarıdaki hayatı da değerlendiren Ayşe Deniz, dışarıda insanların hastalıklı hale geldiğini, birçok sosyal, kültürel alanların tüketildiğini kaydetti. İnsanların kimlik asimilasyonundan kültüre, herşeyini yok ettiğini anlatan Ayşe Deniz Karacagil, "Yani içerisiyle dışarı arasında pek fark yok. Sadece burada daha geniş görüyoruz gökyüzünü, orada dar açıyla görüyoruz. Orada gardiyanlar, burada polisler var. Orada hapishane savcısı var, burada baktığımızda başbakan, bakanlar var. Burada kıdemleri artıyor sadece. Hapishaneye girdikçe daha küçülüyor, dışarıya çıktıkça daha da güçleniyorlar" dedi.
Hapishanede arkadaşları ve yakınlarına çeşitli el işlemesi hediyeler de yapan Karacagil, bunları yapmak için önlerine birçok engel çıkartıldığını da anlattı. Boncuk, ip, radyo, masa gibi materyallerin verilmediğini söyleyen Deniz, şöyle devam etti:
"Orada da çok komik sebepler oluyor, nasıl kırmızı fular terör örgütü teşkil edebiliyorsa burada iple kendimizi asabilirmişiz, boncuk yutup boğulabilirmişiz, masaları yakıp kendimizi öldürebilirmişiz. Böyle saçma sapan şeyler sunuluyor. Bir defa açık alana çıktığımızda çiçek koparmıştık, haftaya tekrar alırız demiştik, ama bir baktık ki haftaya hepsini koparmışlar, bir daha almayalım diye. Taş topluyorduk, taşları deliyorduk, kolye yapıyorduk. Bazen bir günümüzü alıyor diyebilirim. Onlar bizim üretimimizi engelliyor ama ona rağmen her şekilde üretmeye çalışıyoruz. Şiir kitabım mesela sorguya gönderildi. Gerçi Nazım usta diğer ustalarımız çok yargılandı, bunu da garipsemiyorum bu yüzden. Veya mektuplarımız sorguya gönderiliyor, zaten okuyorsunuz bunu bir daha ek olarak niye gönderiyorsunuz. Bunlar saçma sapan gerekçelerle üretmemizin önüne set çekmeye çalıştılar biz gene taşı deldik ürettik, kazağımızı söktük, ip elde ettik ve üretip ailelerimize bunları hediye, hapishane hatırası olarak sunduk." (DHA)