Bakan Özer, İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclisinin "Eğitimde Yeni Eğilimler, Mesleki ve Teknik Eğitimde Paradigma Değişiminin Sanayimiz Açısından Önemi" ana gündemiyle yapılan aylık olağan toplantısına iştirak etti.
İSO ile mesleki eğitimde yaptıkları iş birliklerine ilişkin bilgi veren Özer, güzel sanatlar liseleri ve özel eğitim meslek okullarında da yeni açılımlar yaptıklarını anlattı.
Ayrıca kaynakçılıkla ilgili meslek eğitimine ciddi bir yatırım yaptıklarını ifade eden Özer, "İnşallah daha yürüyecek çok yolumuz var. Aslında bakanlık olarak, hükümet olarak çok ciddi açılımlar yapıldı." diye konuştu.
Sadece meslek eğitiminin niteliğinin artırılmasıyla ilgili değil, bunun yanında genç işsizliği azaltmayla ilgili, lise ve üniversite mezunlarıyla bağlantılı isteyenlere mesleki eğitimi tamamlama eğitimiyle ilgili de çalışmaların nihayetlendiğini aktaran Özer, "İnşallah Türkiye'de genç işsizliği azaltmayla ilgili mesleki eğitimi çok farklı boyutlarda en etkin, en verimli enstrüman olarak kullanabilmek için tüm bakanlıklarımızla iş birliği içerisinde yeni açılımlar yapmaya devam edeceğiz." ifadelerini kullandı.
Bakan Özer, konuşmasında pandemi sürecine de değinerek, geçen yıl mart ayından itibaren dünyanın hiç deneyimlemediği, dolayısıyla hazırlık da yapmadığı bir süreçle yüz yüze kaldığını dile getirdi.
Çok farklı sektörlerin bu süreçten etkilenerek farklı çözüm yollarıyla ayakta durmak için yeni yaklaşımlar üretmeye çalıştığına işaret eden Özer, bu süreçte en fazla etkilenen sektörlerden birinin de eğitim olduğunu, yaklaşık 1,5 yıldan beri Bakanlığın süreci yönetebilmek için inanılmaz bir çaba sarf ettiğini anlattı.
Özer, "Gelinen noktada artık aşı çok kolay erişilebilir bir nesneye dönüştü ve vatandaşlarımızın aşılanma oranı giderek artmaya başladı. Şu anda bilimsel yaklaşımlar içerisinde başka bir çözüm yolu da yok. Aşı olacağız, maske, mesafe ve hijyene dikkat edeceğiz. Dolayısıyla 6 Ağustos tarihinden itibaren Bakanlık görevini devraldıktan sonra, devir teslim töreninde açıkladığım gibi okullar ilk açılan ve son kapatılan yerler olmak zorundadır." diye konuştu.
Ülkenin milli eğitim sisteminin kapasitesinin çok yüksek olduğunu, öğrenci, öğretmen, idari ve servis personeli olmak üzere 20 milyonluk bir kitleden bahsedildiğini dile getiren Özer, "Dolayısıyla eğer biz hayatı normalleştireceksek mutlaka eğitimi normalleştirmek durumundayız." dedi.
Milli Eğitim Bakanlığı olarak Sağlık Bakanlığıyla birlikte bu süreçte sınıf bazlı vaka yaklaşımını geliştirdiklerini aktaran Özer, Sağlık Bakanlığı ile bu süreçte alınması gereken önlemler rehberini hazırladıklarını, daha sonra da herhangi bir vaka olması durumunda uyulması gereken prosedürleri ayrıntılı şekilde belirleyerek, tüm okullara ve valiliklere gönderdiklerini aktardı.
Bakan Özer, eğitim sisteminde 57 bin 108 devlet okulu olmak üzere 71 bin 320 okul, yaklaşık 850 bin de derslik bulunduğunu dile getirerek, yeni yaklaşımla sadece vakanın veya yakın temasında olduğu sınıflarda 14 gün yüz yüze eğitime ara verildiğini, bu 14 günlük arada canlı sınıflarla öğrencilerin eğitime devam etmesiyle ilgili her türlü desteği verdiklerini anlattı.
14 günlük ara verilen sınıfların bu sürecin ardından yeniden sistemin içine dahil edildiğini belirten Özer, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"3. haftadayız, 6 Eylül'de eğitim-öğretim başladı. Kurulan mekanizma hakikaten çok sağlıklı bir şekilde işliyor. Kamuoyunda zaman zaman farklı iddialar ortaya atılıyor. Onlara burada değinmek isterim. İşte 'Başlangıçta 2 haftada 200'ün altında sınıf yüz yüze eğitime ara verirken, daha sonra bu sayılar arttı.' Bu sayıların artması okullarda Kovid-19 salgınıyla ilgili alınması gereken önlemlerin alınmamasından kaynaklanmıyor. Virüs okulu seçmiyor, virüs toplumun her yerinde, kafede, restoranda, sinemada, kültür sanat etkinliklerinde yani insanların bir araya geldiği her noktada virüsün yayılma imkanı var. Virüsün nereden başlayıp okula nasıl geldiğiyle, hangi noktada olduğuyla ilgili hiçbir bilimsel veri yok. Dolayısıyla bizim okullardaki eğitim sistemimizdeki sınıfların kapanma sayısı, toplumdaki vaka sayısının artışıyla doğrusal ilişkiye sahip. Toplumda vaka sayısı arttığı zaman yüz yüze ara veren sınıf sayımız artıyor, azaldığı zaman yüz yüze eğitime ara veren sınıf sayımız azalıyor. Ama burada enteresan bir nokta var, 14 gün sonra bu çocuklarımız tekrar yüz yüze eğitime devam ediyorlar. Yani okul kapatılmıyor. İnşallah bunu kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz."
Sağlık ve İçişleri bakanlıklarıyla süreci koordineli şekilde yönettiklerini belirten Özer, "Şu anda okulları açık tutmamızla ilgili en büyük avantajımız öğretmenlerimizin aşılanma oranı. Hem birinci doz hem de ikinci doz aşılanma oranlarında öğretmenlerimizin yakalamış olduğu oran Türkiye ortalamasının çok üzerinde. Birinci dozda yüzde 92, ikinci dozda veya aşı olmadan bağışıklık kazanıp antikor oluşturmuş olan öğretmen oranımız yüzde 85'lerde. Özellikle 6 Ağustos ile bugün arasında öğretmenlerin aşılanmasında da ciddi bir ivmelenme var. Yani öğretmenlerimiz okulların açılmasıyla ilgili irade gösterildiği zaman sadece kendi sağlıkları için değil, topluma örneklik oluşturma bağlamında da sorumlulukları üzerine alarak çok hızlı bir şekilde aşılarını tamamladılar." diye konuştu.
Vakalara bakıldığı zaman öğretmenlerdeki vaka sayılarının çok düşük olduğunu vurgulayan Özer, şöyle devam etti:
"İşte bizim okulları açık tutmayla ilgili en büyük avantajımızı öğretmenlerimizin aşılanma oranlarının yüksek olması oluşturuyor. Öğretmenlerimizin aşılanma oranının, İsveç, Finlandiya ve Almanya'daki öğretmenlerin 2 doz aşılanmalarından çok daha yüksek olduğunu görüyoruz. İnşallah bu kararlılıkla okullarımız hep açık olur, öğrencilerimiz arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle, öğretmenlerimiz öğrencileriyle, okullarıyla buluşur ve eğer Türkiye'nin bir gelecek iddiası varsa bu iddia beşeri sermayenin niteliğinden geçiyor. Eğer okulları kapalı tutarsak bu iddiamızı kaybederiz. Onun için ben dedim ki 'Okulların açık olması bir milli güvenlik meselesidir.' Okulları açık tutmalıyız. Öğrencilerimizi sadece öğrenme olarak değil, psikolojik, sosyal, kültürel, sanatsal etkinliklerle sürekli destekleyip tam bir insan olarak Türkiye'nin geleceğinin inşasında rol alacak, sorumluluk alabilecek niteliklere sahip insanlar olarak yetiştirmek durumundayız."
Bu süreçlerin en büyük maliyetini dezavantajlı grupların çektiğine işaret eden Özer, okulların özellikle sosyoekonomik olarak dezavantajlı olan kesimler için sadece bir öğrenme ortamı olmadığını, aynı zamanda bir sosyalleşme alanı da olduğunu söyledi.
Özer, "Onun için eğer eğitimde fırsat eşitliği diyorsak, okullarımızı özellikle sosyoekonomik seviye olarak dezavantajlı gruplarımız için mutlaka açık tutmak zorundayız." diye konuştu.
Mesleki eğitimin önemine de değinen Özer, mesleki eğitimin yerinde olmasının sadece iş gücü piyasasının ihtiyaç duyduğu nitelikli insan kaynağını yetiştirmesi anlamına gelmediğini, aynı zamanda Türkiye'de ortaöğretim sisteminin de yerli yerine oturması anlamına geldiğini söyledi.
Bakan Özer, katsayı uygulamasının mesleki eğitim ve imam hatip okullarının alanlarının dışındaki yükseköğretim kurumlarına erişimini kısıtladığını hatırlatarak, "Aslında niyet çok şey gibi duruyor, teknik olarak alanındaki bir alana devam etsin ama bu müdahale akademik olarak başarılı öğrencilerin mesleki eğitime erişimini veya tercihini ortadan kaldırıyor. Mesleki eğitim başarılı öğrencilerin tercih etmediği bir okul türüne dönüştü. Akademik olarak istediği okula yerleşmeyen öğrencilerin gitmek zorunda olduğu bir okul türü gibi oldu mesleki eğitim." diye konuştu.
Oradaki öğretmenlerin öğrencilerden başarı beklentisi düştükçe öğretmenlerin de sistemden kopmaya, belli bir süre sonra iş gücü piyasasının da artık aradığı elemanı bulamamaktan, bulduğu zaman da istediği yeterlilik ve yetkinlikte olmamasından şikayet etmeye başladığını ifade eden Özer, şunları kaydetti:
"Bakın basit bir eğitim politikası müdahalesi Türkiye'nin sadece eğitim sisteminde değil, iş gücü piyasasına da çok ciddi maliyetler ödemesine yol açtı. Daha sonra 2012 yıllarında, yani yaklaşık 10 yılın üzerinde uygulanan bir katsayı uygulamasından bahsediyoruz, kaldırılmasından sonra hakikaten mesleki eğitimin güçlendirilmesi için her hükümet çok ciddi efor sarf etti. İş gücü piyasasıyla güçlü iş birlikleri kuruldu, birlikte projeler yönetildi ama özellikle son 3 yılda iş gücü piyasasıyla çok daha sistemik, olaya bakarak, bütüncül bir şekilde süreci yöneterek bir iş birliği modeli ortaya koyduk. Daha önce iş verenlerden sadece bir okul binası, bir atölye yapması istenirken yeni iş birliğinde Bakanlık olarak iş verenle birlikte tüm süreci dizayn etmek istedik. Aslında paradigma değişikliği denilen şey bu. Yani şu 3 yıl içerisinde elde edilen başarının anahtarı aslında iş vereni eğitim sürecinin dışında tutup mezunları bekleyen pasif bir konumdan, eğitimin başlangıcından itibaren okula çekerek tüm sürecin içerisine dahil etmekten kaynaklanan bir dönüşümdür. Sizlerle birlikte müfredatı inceliyoruz. Sizlerle birlikte işletmede beceri eğitimini yeniden dizayn ettik. Sizlerle birlikte öğretmenlerin iş başarı mesleki gelişim eğitimlerini düzenledik ve istihdamı merkeze aldık. 3 yıl içerisinde inanılmaz bir dönüşüm oldu."
Kovid sürecinde mesleki eğitimin göstermiş olduğu performansı anımsatan Mahmut Özer, "Ülkeler maske bulamıyordu. Havaalanlarından maskeler çalınıyordu. Mesleki eğitim bir anda üretim kapasitesini devreye soktu. Maskeden dezenfektana, yüz koruyucu siperlikten tek kullanımlık önlüğe, daha sonra solunum cihazına, maske makinasına kadar birçok ürünü üretip valilerin koordinasyonunda tüm illerde vatandaşın hizmetine sundu." şeklinde konuştu.
Bakan Özer, bu hareket kabiliyetinin önemini aktararak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Mesleki eğitim sadece iş gücü piyasasının istediği nitelikli elemanı yetiştirmekle kalmıyor. Sahip olduğu müktesebat, sahip olduğu üretim kapasitesi, devletin ve milletinin olağanüstü koşullarda aktif olarak harekete geçirebileceği bir kapasitenin de orada var olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin ekonomik kalkınmasının önündeki en önemli itici güçlerinden bir tanesi de fikri mülkiyet konusudur. Patent, faydalı model, marka, tasarım üretmesi ve bunu tescillemesi, sadece tescillemesi değil, ticarileştirebilmesi ve yaygınlaştırabilmesi. Son 10 yıl içerisinde Milli Eğitim Bakanlığı mesleki eğitimdeki fikri mülkiyet tescil oranı yılda 2,9'du. Kovid sürecinden sonra geçen seneki patent, marka, tasarım ve faydanın model tescili 188'e çıktı. Bakın 2,9'dan 188'e. Bu seneki hedefimiz 250. Şu an itibarıyla 198 ürünü tescillemiş bulunuyoruz. Çok rahat bir şekilde değerlendirme sürecine göre süreç ilerliyor."
Artık Türkiye'de akademik olarak başarılı öğrencilerin de mesleki eğitimi tercih etmeye başladığını vurgulayan Özer, şöyle devam etti:
"Yüzde birlik dilimden ilk defa mesleki eğitim öğrenci almaya başladı. İnşallah Yazılım Lisesi de bu liselerden bir tanesi olacak. Yani fen lisesine gidebilecek puan alan öğrenci artık mesleki eğitime geliyor. Aslında bu bir dönüşümün başladığını gösteriyor. Yıllardan beri özlenen eğitimle iş gücü piyasası el ele verdiği zaman süreci nasıl şekillendirebileceğini ve birlikte hareket ettiği zaman aslında çözülemez gibi duran sorunların nasıl kolaylıkla çözülebilir olduğunu göstermesi anlamında hakikaten çok önemli bir model. Bu modeli de en başarılı bir şekilde uyguladığımız ortağımız İstanbul Sanayi Odası."
Özer, uzun bir aradan sonra ilk kez fiziki olarak toplanan İSO Meclisi'nin ilk konuğu olmaktan dolayı da duyduğu memnuniyeti dile getirerek, sözlerini, "İnşallah birlikte el ele verip artık mesleki eğitimi Türkiye gündeminden çıkartacağız. Çok daha iyi okulları getireceğiz. Yeter ki el birliği yapalım. El birliği yaptığımız zaman çözülemeyecek hiçbir problem olmadığına inanıyorum." diyerek tamamladı.
Konuşmaların ardından toplantı basına kapalı devam etti. (AA)