HABER

Başbakan bilinmeyen 8 sırrını açıkladı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABD'nin önde gelen ve muhafazakar çizgisiyle bilinen gazetelerinden Wall Street Journal'a (WSJ) bir röportaj verdi.

Başbakan bilinmeyen 8 sırrını açıkladı

Erdoğan, referandum kampanyası sırasında kendisiyle iki gün geçiren gazeteye verdiği röportajda, çocukluğundan siyasi kariyerine kadar hayatının günışığına çıkmamış yanlarını anlattı.

İşte WSJ’nin Başbakan Erdoğan ile yaptığı röportajın tam metni:
WSJ: Komşunuzdan küfürlü sözler öğrendiğinizi duyan babanızın, sizi kollarınızın altından bir iple astığı doğru mu?

Erdoğan: Hayır. Ben küçükken, Müşerref diye bir komşumuz vardı. Hemen bizim evin karşısında otururdu. Elbette, o zamanlarda komşularla ilişkiler başkaydı. Sürekli sırtıma vururdu, tam olarak hatırlamıyorum ama ona bazı küfürlü sözler söylerdim. O bana vururdu ben de ona küfür ederdim. Babama “Kaptan Amca” derlerdi. Bir akşam babam eve geldiğinde, Müşerref, “Kaptan Amca, ben Tayyip’e bunu yaptım. O da bana bunu yaptı” dedi. Babam da beni eve götürdü ve evde salıncak kurmak için kullanılan bir ipi bacağıma bağladı. Kollarımın altından asmadı. Bacağımdan da asmadı. Sadece asmakla tehdit etti. Daha sonra, büyük manevi amcam gelip, beni kurtardı.

WSJ: İlkokulda ibadet etmeyi bildiğiniz için size “Hoca” diye seslendiklerini de duydum. Öğretmeniniz de sizden namazlık olarak gazete kullanmanızı istemiş ama siz “Gazetenin üzerinde resimler var bunu yapamam” demişsiniz. Doğru mu?
Erdoğan: Doğru değil. Ama bir kısmı doğru… Beşinci sınıftayken, okul müdürümüz bize din dersleri veriyordu. Bir gün yine din dersinde, “Kim namaz kılmayı gösterecek” diye sordu. Baktım kimse gönüllü olmuyor ben de “Ben yaparım” dedim. “Gel” dedi, gittim. Yere bir gazete serdi. Gazetede resimler olduğu için üzerinde namaz kılamayacağımı söylediğimde, gazetenin üzerine masa örtüsünü serdi ve ben de masa örtüsü üzerinde namaz kıldım. Aslında diğer öğrencilere de namaz kılarken neyin doğru neyin yanlış yapıldığını gösteriyordum. Bana ilkokuldan sonra “Hoca” demeye başladılar. Çünkü kısmen İmam Hatip Lisesi olan bir okula başlamıştım.
WSJ: 1980 darbesinden sonra, İETT futbol takımını, yeni gelen patronun albay olması ve sizlere “Bu takımda kimse bıyıklı olarak futbol oynayamaz” demesi yüzünden bıraktığınıza yönelik haberler okudum. O zamanlar bıyığınız olduğundan takımı bırakmışsınız.

Erdoğan: Bu da doğru değil. Albay, darbeden sonra sadece futbol takımından değil bütün İETT’den sorumlu genel müdürlük görevine getirildi. Bu yüzden sadece futbol takımında değil, bütün İETT’de bıyık bırakılmasına izin vermiyordu. Kimin uzattığına bakılmaksızın bütün bıyıklar ve sakallar kesildi. Geriye sadece ben kalmıştım. Bana, “Ya bıyığını kesersin ya da takımdan ayrılırsın” dedi. Ben de albayın bu dayatmasını protesto etmek için takımdan ayrıldım.

WSJ: Kasımpaşa, (Başbakan Erdoğan’ın büyüdüğü, İstanbul’un bir semti), Pera tepesinin (İstanbul’un en eski merkezlerinden biri ve şu anda yüzlerce gece kulübü ve bara ev sahipliği yapıyor) altında yer alıyor. Gençken Pera’da zaman geçirir miydiniz? Oradaki insanlar (sizden) farklı hareket ettiği için o zamanlar ne düşündüğünüzü merak ediyorum.

Erdoğan: Elbette, ben Pera hayatı yaşamadım. Pera’yı biliyorum. Benim bölgem. Evimin hemen arka sokağıydı. Ama Pera’nın ne ifade ettiği başka bir konu. Gece hayatı hakkında mı yoksa alanın coğrafyası hakkında mı konuşuyorsunuz? Eğer Pera’nın gece hayatı hakkında konuşuyorsanız, ben o hayatın parçası olmadım. Ama o hayatın içinde yer alan arkadaşlarım vardı.

WSJ: O zamanlar bir genç olarak, onlar sizden farklı bir hayat yaşadığı için neler düşünürdünüz? Onlar alkol içerdi, farklı giyinirlerdi.

Erdoğan: Hayır, farklı giyinmezlerdi. Ama evet, eğlenirlerdi, alkol alırlardı vesaire… Ancak bu bizim yaşam şekillerimizin farklılığıydı. Bizim o zaman da muhafazakar bir yaşam tarzımız vardı ve bu benim hayatımdı. Ama dediğim gibi bahsettiğiniz insanlar arasında da arkadaşlarım vardı. Onlar beni bilirdi ben de onları bilirdim. Birbirimize saygı duyma konusunda, bir gün olsun sorun yaşamadık.

WSJ: 1970’li yıllarda iki arkadaşınızı, Mustafa Bilge ve Sedat Yenigün, siyasi bir ayaklanmada kaybettiniz. Öldürüldüler. Bu durumun sizin üzerinizdeki etkisi ne oldu?

Eroğan: Mustafa Bilge, benim İmam Hatip Lisesi’nden ağabeyimdi. Çok başarılı biriydi ve çok çalışkan bir öğrenciydi. Aynı zamanda Milli Türk Talebe Birliği’nin de başkanıydı. Ne yazık ki, işyerine atılan bir bombaya kurban gitti.

Aynı şekilde, Sedat Yenigün de başarılı bir öğretmendi. Onlara Allah’tan rahmet diliyorum. Örnek aldığımız insanlardı. Ülkelerini çok severlerdi. Çok sevdiğim ve saygı duyduğum büyük ağabeylerimdi. Onlara gerçekten Allah’tan büyük rahmet diliyorum.

Ne Mustafa Bilge ne de Sedat Yenigün, herhangi bir silahlı eyleme katılmıştır.

WSJ: 1990’lı yıllarda yaptığınız konuşmalarda, bugün büyük bir ihtimalle söylemeyeceğiniz şeyler söylediniz. “Türkiye, Avrupa Birliği’ne (AB) girmemelidir”, “NATO’ya karşıyım”, “Şeriatçıyım” “Hem Müslüman hem de laik olamazsınız” gibi sözler sarf ettiniz. Hiç şüphe yok ki, 1990’ların ortasından, sonlarına kadar büyük bir değişimden geçtiniz. Neden ve ne zaman değiştiğinizi söyleyebilir misiniz?

Erdoğan: Elbette, bizim “Bir insan aynı zamanda hem Müslüman hem de laik olamaz” yaklaşımımız hâlâ aynı ve değişmedi. Çünkü İslam bir dinken, laiklik bir din değil. Bir kişi, kendi başına laik olamaz. Bir devlet laik olabilir. Bir kişi, dindar ya da Müslüman olabilir. Bu iki şeyi birbirine karıştırmamız lazım. Şu anda, dindar bir Müslüman olarak laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıyım ve onun savunucusuyum.

Benden önceki bazı liderler de aynı şeyleri söyledi. Demirel ve Özal’a baktığımızda, onların da benzer açıklamalar yaptıklarını görüyoruz. Ama ben bunları söylediğimde, büyük tartışmalar yaratıldı.

Diğer yandan, 1970’li yıllarda AB’ye karşıydım. Çünkü, o zamanlar bizim AB için sadece bir pazar olacağımız ve AB’nin de sürekli tedarikçimiz olacağına dair tezler ortaya atılıyordu. Daha sonra şartlar bizi oldukça farklı noktalara taşıdı. Eğer, pozisyonunuzu sadece bir pazar olmaktan öteye taşıyacak gücünüz varsa, AB sizi çok daha güçlü kılar.

O zamanlar, AB değil Avrupa Ekonomik Topluluğu’ydu. Daha sonra, siyasi ve sosyal bir birlik oldu. Yalnızca bir ekonomi birliği olmaktan sıyrılıp, ekonomik, sosyal ve siyasi açıları olan bir birliğe dönüştü.

Şu anda pozisyonu ve şartları çok farklı. Partimizin ilk kurulduğu günden bu yana, biz de bu konuya oldukça farklı bir gözle bakıyoruz. Ancak “AB’nin sizin onaylamadığınız yanları var mı” diye sorarsanız, ne yazık ki “Evet” derim. Ne yazık ki Türkiye’ye karşı uygulanan bazı yaptırımlar ve yaklaşım tavırları, bizim AB’ye yönelik iyi niyetimizi azaltıyor.

WSJ: Yani, 1990’lardan bu yana görüşlerinizi nerdeyse hiç değiştirmediniz, öyle mi?
Erdoğan: Tabiî ki de değiştirdim. AB’ye karşı tutumunda herhangi bir değişiklik olmasaydı, bugün durumlar farklı olurdu. AB’nin Türkiye’ye yönelik yaklaşımını uygun bulmuyorum. Biz AB’ye girmek için çabalarken, onlar bizi almamak için çabalıyor.

WSJ: Daha önce sizi desteklemiş olup da şimdi desteklemeyen insanlarla konuştum. Onlar, mevcut kötü sistemin yerine demokrasi getirdiğinize inanmıyorlar. Aksine, sizin düşüncelerinizi benimseyen insanlarla birlikte, eski sistemi yeniden yerleştirdiğinizi düşünüyorlar. Bana öyle geliyor ki, referandumdan yakın bir sonuç çıkarsa, nedeni bu güvensizlik olacak. Sizin sunduklarınıza ve Ak Parti’yle onun hedeflerine olan güvensizlik olacak. Sizce neden insanlar arasında böyle bir güvensizlik oluştu?

Erdoğan: Her şeyin ötesinde, benim için böyle bir yaklaşımı kabul etmek imkânsız. Onların daha önce bizimle olup, şimdi saf değiştirdikleri fikrini kabul edemem. Büyük ihtimalle, onlar zaten muhalifti. Çünkü bu tartışmalar, karşı safların yarattığı tartışmalar.

Şimdi, partimizin oy oranına baktığınızda, her geçen gün destekçi sayısının arttığını görüyorsunuz. En azından oy kaybetmiyor.

Şimdi sadece iki başlık oylanacak. Evet, hayır. Beyaz, kahverengi: Kazanan 50 + 1 olacak. Evet de çıkabilir hayır da.

Bu bir güvenoyu olmayacak ve ek olarak bu Ak Parti’nin ortaya attığı bir şey değil.

Burada iki şey oylanacak. Ordunun ürettiği anayasa ya da ordunun anayasasını değiştirmeye çalışacak olan millet. Evet diyen insanlar, bu ulusal isteğin içinde, ordu anayasasını destekleyen insanlarsa “Hayır” diyor.

WSJ: Yine 1990’larda, demokrasinin bir amaç değil bir araç olduğunu söylemiştiniz. Hala buna inanıyor musunuz?

Erdoğan: Hala aynı şeye inanıyorum. Bence Wall Street Journal da böyle düşünmeli. Amaç insanların mutluluğu. Demokrasi ve diğer bütün sistemler ve bütün dinler, insanların mutluluğu ve barış için bir araç. Ben sadece demokrasiden bahsetmiyorum. Ben bütün sistemlerden, bütün hükümet tiplerinden, hepsinden bahsediyorum. Onların hepsi birer araç. Amaç insanoğlu ve insanoğlunun mutluluğu.

WSJ: Yani, 1990’larda bunu söylediğinizde özel bir amacınız yoktu, herhangi bir dini amaç gütmüyordunuz?

Erdoğan: Asla.

En Çok Aranan Haberler