HABER

Başbakan Davutoğlu: 'Neden İmza atmadığımız belli'

Başbakan Ahmet Davutoğlu, katıldığı bir televizyon programında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Başbakan Davutoğlu: 'Neden İmza atmadığımız belli'

Davutoğlu, Türkiye'nin imzalamadığı IŞİDbildirisine ilişkin "ABD'nin ne istediği o kadar belliyse bizim de neden imza atmadığımız o kadar bellidir" dedi.

IŞİD'in elindeki Türk rehinelerle ilgili konuşan Davutoğlu "3 aydır bizi her gün açıklama yapmaya zorluyorlar. Hala geçen gün Meclis'te eski bir diplomat sorumsuzca bunu gündeme getiriyor. Yani isteniyor ki biz bir açıklama yapalım ve karşılığında rehinelerimiz de zarar görsün. Bundan memnun mu olunacak? Beni bu sorumsuzluk ve muhalefetin bu duyarsızlığı gerçekten üzüyor" ifadelerini kullandı.

Davutoğlu, canlı yayında Star Gazetesi yazarı Mustafa Karaalioğlu ve Hürriyet Gazetesi yazarı Akif Beki'nin sorularını yanıtladı.

Davutoğlu'nun açıklamalarından satır başları:

"SURİYE KRİZİNİN BİR AN ÖNCE ÇÖZÜLMESİ LAZIM"

Uluslar arası toplumda geciken tedbirler daha büyük devasa problemleri beraberinde getirebiliyor. Biz 4 senedir Suriye bağlamında ortaya çıkan gelişmeler çerçevesinde bütün müttefikleri, bölge ülkelerini hep bir konuda harekete geçirmeye çalıştık. Bu bölgede yapılar çok kırılgan. Bir kere sarsılmaya başlarsa deprem fay hatlarıyla diğer yerlere süratle yayılır. Eğer bunu kontrol altına tutmak icap ediyorsa, ki icap ediyor Suriye krizinin bir an önce çözülmesi lazım. Çünkü Suriye çok stratejik bakımından bölgenin en önemli ülkesi. Neden? Çünkü bir taraftan Irak’a, bir taraftan Lübnan’a, bir taraftan Filistin ve İsrail’e komşu. Suriye krizi kontrol altına alınmazsa buraların hepsinde çok ciddi depremler olur diye anlatmaya çalıştık.

"ESAD'A NEREDEYSE YALVARDIK..."

Önce Esad’a 8- ay anlatmaya çalıştık. Dinlemedi, anlamadı. Zannetti ki bölge hala 80’li, 90’lı yıllarda babasının demir yumrukla ezdiği Hama, Humus dönemlerinde yaşıyor. Neredeyse yalvardık; “bu gidişat kötü, ülkenizle ilgili çok ciddi sıkıntılar var. Hepimiz etkileniriz. Şu reformları yapın.”

Bu sefer diğer ülkelere anlatmaya çalıştık. Eğer bu rejim durdurulmazsa radikalleşme artacak. Bunu hem İran ve Rusya gibi Suriye’nin dostu ülkelere anlattık, hem de o eskiden beri Suriye’yi eleştire gelen ve bizim Suriye ile geliştirdiğimiz iyi ilişkileri eleştiren başta ABD olmak üzere Batı ülkelerine anlatmaya çalıştık. Ama hep İran ve Rusya kanadı “nasıl olsa Esad rejimi kontrol altına alır durumu, biz de müttefik kaybetmeyiz” diye düşündüler.

"KILIÇDAROĞLU, KALKTI GİTTİ MALİKİ'NİN ELİNİ SIKTI, SIRF BİZİ RAHATSIZ ETMEK İÇİN"

Diğer ülkeler ise bir müddet görelim, ABD zaten müdahale yorgunuydu, Avrupalıların ise bölgeye ilgisi çok sınırlıydı ve Türkiye tek başına neredeyse feryat etti. Her toplantıda, her yerde. Çünkü biz bu bölgeyi biliyoruz. Maalesef olan Suriye’de yüzde 12’lik sınırlı bir azınlık geri kalanı hükmetmeye çalışınca ve onlara her türlü baskıyla gelince bir mezhep çatışmasına dönüştü. Irak’ta Maliki için hatırlarsanız ne kadar çok eleştirildik. O zaman Başbakanımız Sayın Cumhurbaşkanımızın uyarıları içeride ne kadar çok eleştirildi. Kılıçdaroğlu kalktı gitti Bağdat’a Maliki’nin elini sıktı, sırf bizi rahatsız etmek için. Ne oldu? Sonunda Maliki’nin o politikaları Irak ordusunun Musul’dan her şeyi bırakarak kaçmasına yol açtı. Her şeyi bırakmanın önemi şu; bıraktığı şeyler IŞİD’in eline geçti.

"ABD'NİN BIRAKTIĞI SİLAHLAR IŞİD'İN ELİNE GEÇTİ"

Bütün dost ülkelere, muhalefeti destekleyelim derken ya muhalefete geçen silahlar başka yere geçerse gibi haklı bir kaygı vardı ama şimdi ABD’nin Irak’a bıraktığı silahlar külliyen, topluca en sofistike silahlar IŞİD’in eline geçti. Burada alternatif üretmediğiniz zaman, problemi vaktinde çözmediğiniz zaman bir sonraki döneme alacağınız tedbirin çıtası yükseliyor. Biz sınırımızda herhangi bir terör yapılanmasını, radikalleşmeyi istemeyiz. Ama bunun sebeplerine inmedikçe ve bunun sebepleri ortadan kaldırmadıkça bir grubu tasfiye edersiniz, başka bir grup çıkar.

"SÜNNİCİLİK YAPMAKLA İTHAM EDİLDİK"

Sünnicilik yapmakla itham edildik. Halbuki nasıl bir Sünnicilik yaptık? En büyük problemi bir başka ülkedeki Sünni otoriter rejimle yani Sisi yönetimi ile yaşadık. Yani sadece Maliki’ye tepki göstersek, Sisi’ye göstermesek bu haklı olabilir. Burada ilkesel olarak doğru yerde durmadığınız zaman tarih öyle böyle akıyor sonunda sizin geldiğiniz yere geliniyor ama binlerce, on binlerce insanın canına belki yüz binlerce insanın canına malına ve bütün bölgenin istikrarsızlığına yol açıldıktan sonra geliyor.

"TÜRKİYE DOĞRU ZAMANDA DOĞRU KARARLARI ALDI"

Biz Beşşar Esad’la görüştüğümüz dokuz ayda ABD yönetimi “bu görüşmeleri kesin, adamı cesaretlendiriyor bu görüşmeler” diye ısrar etti. Ve ben Beşşar Esad’ı ikna etmeye çalıştığımda o zaman bir iki hafta beklemeyi çok görmüştü ABD yönetimi. Sonra “biz artık ümidi kesip burada istikrar ancak ve ancak bu rejimin dönüşmesi ya da değişmesiyle sağlanır” dediğimizde müttefiklerimiz bu sefer daha alttan almaya başladılar. Kimyasal silah konusu da aynı şekilde. “Birlikte hareket edelim” dendiğinde bir müddet sonra tekrar bir yavaşlama oldu. Bunu şunun için zikrediyorum; Türkiye doğru zamanda doğru kararları aldı. Beşşar Esad’la o zaman görüşülmesi gerekiyordu. Çünkü yüzde bir bile ümit olsa o ümidi tüketmeden yol alınamazdı. Sonra zulmettiğinde de sert tutum takınmak gerekiyordu çünkü zulüm karşısında, baskı karşısında esnek tutum takındığınızda karşı taraf bunu zaaf olarak algılıyor. O zaman tutarlı bir politika eksikliği yaşandı uluslar arası toplumda.

"NATO ZİRVESİNDE 'IŞİD'E KARŞI ESAD'LA İŞBİRLİĞİ' DİLE GETİRİLDİ"

Bazı yerlerde öyle bir kanaat var ki bu başka bir felaketin önünü açmaktır bu. NATO zirvesinde bunun dile getirildiğini duyduk, bunu da muhataplarımızla paylaştık. “IŞİD’i yok etmek için Esad ile işbirliği yapalım.” Bu ne demek biliyor musunuz? IŞİD’e kaymamış ılımlı muhalefeti bile IŞİD’e itmek demektir. Yani Esad’la işbirliği yapıldığını bildiği anda ÖSO bünyesindeki ve IŞİD’den de hoşlanmayan, hatta nefret eden kesimleri dahi oraya doğru itmek anlamına gelir. Ortadoğu halkları artık iki kötüden birini tercih etmek gibi bir kaderle karşı karşıya bırakılmamalı. Niye iyi bir alternatif ortaya koyamıyoruz?

"NEDEN İMZA ATMADIĞIMIZ BELLİ"

ABD'nin ne istediği o kadar belliyse bizim de neden imza atmadığımız o kadar bellidir. Gerçekten tahmin etmekte zorlandığım ve derin hayal kırklığı yaşadığım bir konu. ABD'li rehinelerin arkadaşları ve ABD kamuoyu bunu gündeme dahi getirmedi, hükümeti bu konuda açıklama yapmak zorunda bırakılmadı. Bunu kendilerine de söyledim basın özgürlüğü veya eleştiri haktır ama bunun da özel hususları vardır.

"3 AYDIR HER GÜN BİZİ AÇIKLAMA YAPMAYA ZORLUYORLAR"

3 aydır bizi her gün açıklama yapmaya zorluyorlar. Hala geçen gün Meclis'te eski bir diplomat sorumsuzca bunu gündeme getiriyor. Yani isteniyor ki biz bir açıklama yapalım ve karşılığında rehinelerimiz de zarar görsün. Bundan memnun mu olunacak? Beni bu sorumsuzluk ve muhalefetin bu duyarsızlığı gerçekten üzüyor. Basında da var bu duyarsızlıklar. Nihayetinde herkes bunun sebebini biliyor.

Daha önce böyle olaylar yaşadık. Afganistan’da uzun bir kaçırılmadan sonra ailesine ve kaçırılan kod adı “mühendis” diye bildiğimiz bir vatandaşımıza susması telkin edildi. O Anadolu insanları devlete güvenip sustular. Bir buçuk yıl sonra her gün takip ediyordum. “Mühendis” geldi, evine de döndü. Şimdi beklediğimiz tek şey bu; sorumluluk içinde davranılması. Tutup da “IŞİD’le şu konu müzakere ediliyor” diye ortalığı asılsız haberlerle velveleye verdiğiniz zaman, hatırlarsınız Süleyman Şah’la ilgili şeyler, bunları bu konuda hassasiyetler göstermek için devlet adamı olmaya gerek yok. Bu olayları çok yakından da takip etmeye gerek yok. İnsan olmak yeter. İnsan olmak ve bir empati yapmak, onlar yerine düşünmek, onların aileleri yerine düşünmek yeter. Ama maalesef devlet adamı olmak iddiasındakiler de dahi bu konuda insani bütün duyarlıktan uzak davranıyorlar. Önemli olan burada hepimiz milli beraberlik içinde hem onlar için dua etmeliyiz, hem de elimizden gelen her türlü gayretle zaten çalışmakta olan devlet birimlerimize destek olmalıyız, köstek değil.

Bizim birinci önceliğimiz şuanda o canlarımızın ailelerine en kısa zamanda kavuşmasıdır. Beklediğimiz tek şey şu sorumluluk içerisinde davranılması. Bunun için insan olmak ve empati yapmak bunun için yeterli. Şimdi de sabırla beklememiz lazım. Bu zor durum başka ülkelerin başına da geldi.

"OBAMA'NIN PLANI ŞU ŞEKİLDE BAŞARILI OLUR"

Obama'nın planı stratejinin ne kadar kuşatıcı ve siyasal parametrelerin desteklenip desteklenemeyeceğine bağlı. Bu boyutu taşırsa başarılı olur. Türkiye'nin katkısı her aşamada istendi. Bağdat'ta en büyük başarı Türkiye'ye aittir.Mısır'da olduğu gibi Suriye'de de otoriter bir rejim gelsin derler ise yine yol ayrımı olur. Bizim bölgede ne yapılması gerektiği konusunda zihnimizdeki şeyle çok net.

MECİDİYEKÖY'DEKİ ASANSÖR FACİASI

Bizde maalesef şöyle bir kanaat var; kanunu çıkaralım, saldım çayıra mevlam kayıra şeyiyle kanun kütüphanelerde, köşelerde dursun. Bir problem çıktığında başvurulmak üzere dursun. İşveren sendikalarına, işçi sendikalarına da açıkça söyledim bunu; bu kanun sizler için çıktı. Ama benim gördüğüm 10 işçimizin vefat ettiği kazada derinlemesine baktığımda gördüğüm şey ve emin olan bütün görüşleri de alarak olayın oluş şekliyle ilgili bir resim zihnimde canlandırdıktan sonra bu sonuca vardım. Kanun bir yerde duruyor, uygulama ise sanki kanun hiç çıkmamış gibi bambaşka bir alanda seyrediyor. O zaman buna bir el atmamız gerekiyor. Bundan sonra bir kanun çıktığında bu kanunla ilgili ciddi bir eğitim ya da oryantasyon yapılacak.

"İŞÇİNİN ELİNDE BELGESİ VE SERTİFİKASI OLACAK"

Şöyle bir anlayış var bizde. İş isteyen birine “ne iş yaparsın” dersiniz. “Ne iş olsa onu yaparım abi.” İşte bu bizim bu iş kazalarına yol açan insan faktörü ile ilgili bir şey. Bundan sonra işçi tabiri olmayacak. İnşaat işçisi demeyecek. Onun alt kademelerine inecek. “Betoncu” denecek, “kalıpçı” denecek. Bunların alt şeyi olacak. Bugün aldığımız kararla mesleki yeterlilik kurumunun 2016 başında vermeye başlayacağı sertifikalandırma süreci 2014’ün sonunda başlayacak. 1 Ocak 2015 itibariyle işçilerle ilgili sertifikalandırma ve yeterlilik belgeleri verilecek. Ve bu da iş güvenliği bakımından öncelikle en tehlikeli ve tehlikeli kategorilerindeki işçiler buradan geçecekler. İşçinin elinde belgesi ve sertifikası olacak. “Ben bu işi yaparım” dediğinde ehliyeti olacak.

"İŞÇİ SENDİKALARIMIZA ÇAĞRIDA BULUNUYORUM"

İşçi sendikalarımıza bugün çok samimi şekilde sordum. “Acaba sizler, kendi işçilerinizi, emekçilerinizi, size üye olanları bu iş yasasının getirdiği haklar konusunda eğitime tabi tuttunuz mu, bilinçlendirdiniz mi?” Herkes kendi sorumluluğunun farkında olacak. Bu yasa işçilere öyle haklar getiriyor ki, işçi der ki “ben burada güvenliğimi teminat altında görmüyorum” ve çalışmayabilir. Atılırsa hukuki tazminatı öder. Öncelikle işçinin kendisinin düşünmesi lazım. Biz böyle kahramanlığı tedbir almamaya bağlarız. Burada işçi sendikalarımıza buradan çağrıda bulunuyorum. İşçileri eğitelim.

"BİR MÜFETTİŞ, DENETÇİ ÇAY BİLE İÇMEYECEK"

Bugün gelirken ailelerle tekrar konuştum. O kadar üzüntü verici hikayeler var ki. Bir tanesi Giresun’daydı aradım ağlayan bir baba. Bir tanesi Bursa’da bir anne. Geride bıraktıklarınız o kadar kıymetli ki siz de kıymetlisiniz işte kardeşim. O haklarınızı bileceksiniz. Kamuya, teftiş heyetine de söyledim; denetim ciddiye alınacak. Kağıt üzerinde olmayacak. Ve bir denetçi, bir müfettiş gittiği yerde çay bile içmesi doğru değil. Çay bile içmeyecek. Denetimini yapacak. Eğer çay kabul ederse aradaki doğan samimi hukuk bazı eksiklikleri görmeye engel olabilir. Gidecek ve görevini yapacak.

"ACILI BABAYLA GÖRÜŞMEM YAZILDIĞI GİBİ OLMADI"

Biz bir taraftan işçilerimize yanarken, bir taraftan da acaba provokatörler ne yapar diye kaygılanıyorsunuz. Tepki gösterelim, ama tepkimiz işin esasına olsun. Yoksa sadece birilerine zarar vermek niyetiyle olmasın. Bizi eleştirebilirsiniz, başka partilere oy verebilirsiniz, bunlara saygı duyarım. Ama bizi eleştirmeyi hükümet üzerinden bir kalkışma, bir provokasyona yöneltirseniz o vefat eden işçilere de en büyük zararı vermiş olursunuz. Nitekim babayı aradım. Aramış olmamızdan dolayı memnuniyeti ifade eden çok güzel sözler sarf edildi. Bu babamız da acılı bir baba. Allah rahmet eylesin evladını kaybetmiş. Aradığım için teşekkür etti. Bunları hep beraber takip edeceğiz dedim. Bu kadar. Daha ben telefonu kapattım bir veya iki saat sonra internete düşen bir haber; “acılı babadan Başbakan’a tepki.” Önce konuşmak istememiş güya, sonra da demiş ki bana; ben sizi mahkemeye vereceğim, bunun sorumlusu hükümettir. Vs. vs. vs. Hemen basın danışmanımız açıklama yaptı bu diyalog doğru değil diye. Ertesi gün de o baba, o acılı haline rağmen “Sayın Başbakan'la aramızda böyle bir diyalog geçmemiştir” diye kendisi de açıklama yaptı. Şimdi bu diyalogu kim üretir?

"SİZE EN ZOR GELEN ŞEY NEDİR' DİYE SORSANIZ..."

Size en zor gelen şey nedir diye sorsanız çözüm sürecine kadar bu şehit haberleri geldiğinde o şehitlerin cenazesine katılmak derim. Dünyayı desinler ki bir buçuk kere dolaş, hiç uyuma yüksünmem. Ama acılı bir babaya sarılıp, acılı bir anneye sarılıp onun acısını yüreğinizde hissettiğinizde bütün ellerinizin, yüreğinizin boşaldığını hissediyorsunuz. Ama orada bulunmanız lazım. O acılı anne size sarılacak, sitem de edecek. O baba gerektiğinde dönüp bir şey de diyecek. Söylediği zaman bir kere daha sarılacaksınız ki devletin merhametini, şefkatini ta derununda hissetsin. Aksi takdirde biz bunlardan, bu sorumlulukları niye üstleniyorsunuz. Bugün olsa tepki de göstermiş olsaydı ben yine arardım, hatta evine giderdim. Bu bizim görevimiz. Bu tepkiler o anda insani bir tepki.

"BEN DE 6 GÜNLÜK BİR YAVRUMU KAYBETTİM"

Ben de Malezya’dayken bir doğum sonrası olan rahatsızlık dolayısıyla 6 günlük bir yavrumu kaybettim. Hala sızısı içimdedir. Ben onu yaşamış biri olarak, 6 günlük bir bebek için hissettiğim şey, halbuki bugün konuştuğumuz bir annenin 21 yaşında oğlu.

"İŞ GÜVENLİĞİ SEFERBERLİĞİ BAŞLATMALIYIZ"

Bütün taraflarla son istişare yapıp, bir iş güvenliği seferberliği başlatmalıyız.

ÇÖZÜM SÜRECİ

Çözüm süreci ülkeye barış getirmek için yapılıyorsa önce gençlerimizi kurtarmamız lazım.

Burada HDP ve ilgili taraflara söylüyorum; “çözüm süreci devam edecek ama biz gençleri kaçırıp, götürmeye devam edeceğiz, oraya refah getirmeye yönelik yol inşaatını, baraj inşaatını engellemeye devam edeceğiz” denirse bunun adı çözüm süreci olmaz. O zaman devlet de kamu düzeni sağlamak için tedbir almak zorunda kalır. Ve en büyük kötülüğü de oradaki Kürt kökenli kardeşlerimize yapıyorsunuz.

Dün Diyarbakır'da protesto eden ailelerle görüştüm onlara da söyledim. Bir tarafta 14 yaşında kızı kaçırılan bir anne duruyor, öbür tarafta bir anne 'benim oğlum' hafızdı diyor. Bu insanlara gözyaşı döktürmek doğru mu?

Yolları, barajları engellemeye kalkarlarsa devlet de tedbir almak zorunda kalır. Çarşamba günleri bir hafta çözüm süreci, bir hafta ulusal güvenliği ilgilendiren hususlarda toplantı yapılacak.

AKADEMİSYENLERE ZAM MÜJDESİ

Akademisyenler hakkında ekonomik şartların el verdiği ölçüde hissedilir bir iyileştirme yapmaya çalışıyoruz. Bunu Ekim ayı içerisinde paylaşmaya çalışacağız.

Akademisyen olarak benimle çalışanlar bilirler ki görevim hakkında ne gerekiyorsa ben yaparım. Türkiye'de Başbakan olmak herhangi bir ülkede Başbakan olmak gibi değil. İlk şantiye ziyaretini yarın yapacağız. İstanbul'da yerin altına gireceğiz.

İSTANBUL'DA YAPILAŞMA

İstanbul gibi bir şehir başka bir ülkede yok. Moderniteyi en yıkıcı ve kadimi en yoğun bir biçimde yaşamış bir şehir. Bazı şehirler var ki New York gibi modernitesi var ama kadimi yok. İstanbul bünyesinde her şeyi barındırıyor Tarihi yarımada hep korundu. Bu şehri dikey mimariye mahkum etmeyeceğiz. Gökdelenlerin nerede olacağı önemli.

"BİRBİRİMİZİ ÇOK ÖZLÜYORUZ"

Sayın Cumhurbaşkanımızla birbirimizi çok özlüyoruz. Hatta bunu dile getiriyoruz görüşmelerimizde ''bu böyle olmuyor'' diye. Haftalık olağan görüşmeler haricinde görüşsek ''acaba ne konuşuyorlar'' diye merak konusu olacak.

Sayın Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanımızla ''savaş dışında görüşmeyeceğim'' dedi. Millet iradesine saygısızlıktır bu. Benim sayın Cumhurbaşkanımızın tecrübelerinden faydalanmam gerekir.

PARALEL YAPI İLE MÜCADELE

2010 yılında beni en heyecanlandıran şeylerden biri yargıda reform boyutuydu. Yargıda bir egemen alan vardı. Öyle bir şey yapalım dedik ki hakim ve savcılarımız kendi imkanlarıyla tercih yapsınlar ve ortaya iyi bir şey çıksın. Ve sonra ne oldu pararalel yapı denen yapı kendi içinde yetkilenerek tek başına yargıya egemen oldu.

Hedefimiz 2023. Şimdi öyle olunca 8 aylık bir program çıkarmadık.Sayın Cumhurbaşkanımızın başdanışmanı olduğum zaman bazen derdim ki biraz Başbakanımız Ankara'da dursada konuşsak ama o kendini Anadolu'ya atardı. Şimdi şunu daha iyi anlıyorum ki gerçekten enerji alınacak yer milletin kucağı.

En Çok Aranan Haberler