Siyaset kurumu gibi basın da demokrasinin en önemli unsurlarının başında gelir. Basın ve düşünce özgürlüğü, bir ülkenin demokratik yapısının en önemli göstergelerinden biridir.
Onun içindir ki, Atatürk, basın özgürlüğünün zararlı yönlerinin giderilmesinin yine basın özgürlüğüyle sağlanabileceğini vurgulamıştır.
Atatürk'ün yıllar önce dile getirdiği bu söz rehber olmalıdır.
Yeni Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) ise basınla ilgili çok sayıda kısıtlayıcı ve yaptırımı hapis cezalarına kadar varan hükümler bulunmaktadır.
Bu nedenledir ki, basın kuruluşlarının itirazları üzerine yasanın yürürlük tarihi 1 Nisan 2005'ten 1 Haziran 2005'e ertelenmiştir.
Bu süre içinde yasanın yeniden gözden geçirileceği ve itirazların da dikkate alınarak düzenleneceği belirtilmiştir.
Ancak, bugün gelinen noktada, yapılan düzenlemelerin yeterli olmadığı, basın ve düşünce özgürlüğüyle ilgili hapis cezalarının korunacağı yolunda bilgiler alınmaktadır.
Örneğin, Türkiye Gazeteciler Sendikası tarafından yapılan açıklamada, "Adalet Bakanlığı yetkililerinin hapis cezasının ilke olarak korunmasında ısrar ettikleri" belirtilmekte ve bu ısrarın, "hapishanelerin gazetecilerle dolacağı endişesini daha da artırdığı" dile getirilmektedir.
Böyle bir ısrar son derecede yanlış ve tehlikelidir.
O nedenledir ki, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi ve Türkiye Gazeteciler Sendikası gibi basının önde kuruluşlarının yasaya ilişkin önerileri mutlaka ve mutlaka dikkate alınmalıdır.
Ülkemizin basın örgütleri gibi, Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (FIJ) ve Avrupa Gazeteciler Federasyonu (EFJ) da basın suçlarında hapis cezasının kaldırılması için Türk Hükümeti'ne talepte bulunmuştur.
Bu talep de basın özgürlüğünün, uluslararası çağdaş normlarının nasıl olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.
Kaldı ki, 5187 Sayılı Basın Kanunu'nun 28'inci Maddesi'nde, "(...) hükmedilen para cezaları, hürriyeti bağlayıcı cezaya çevrilemez" hükmü yer almaktadır. Yeni Türk Ceza Kanunu'ndaki düzenlemeler bizzat bu hükümle de çelişmektedir.
Sonuç olarak; basın ve düşünce özgürlüğü hapis cezası kıskacına sokulmamalıdır.
Bu vesileyle Başbakan'a da bir çift sözüm var: Sayın Erdoğan'ın basınla bir sorunu varsa -ki öyle görünüyor- bunu, aralarında 80 yaşındaki yazarların da bulunduğu gazeteciler hakkında açtığı tazminat davalarıyla zaten halletmeye çalışıyor. Bu yolla iyi de para kazanıyor!
Oysa tazminat davaları para kazanmanın bir aracı değildir. Bir haksızlığın belli ölçüdeki parasal bir değerle karşılanmasıdır. Neyse bu, Sayın Başbakan'ın bileceği bir iştir. Anlaşılan o ki, maaşı yetmediği için tazminatlarla bütçesine takviye yapmaktadır.
Ama artık Sayın Başbakan, gazetecileri, para cezalarının yanı sıra hapis cezalarıyla da cezalandırmanın âdil ve demokratik olmadığını kabul etmeli; Yeni TCK'daki değişikliklerin medya mensuplarını tatmin edici bir içerikte gerçekleştirilmesini sağlamalıdır.