Ankara'da 28 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırının ardından Suriye'deki Kürt gruplardan PYD ve YPG'yi sorumlu tutan hükümet, Batı'daki müttefiklerinin bu gruplarla kurduğu ittifaktan şikayetçi.
Türkiye'nin Çarşamba günkü saldırının ardından beklentisi YPG'nin olaydaki sorumluluğu konusunda başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin kendilerine sunulan kanıtlarla ikna olmasıydı.
Bu beklentinin yerine geldiği konusunda pek işaret yok. Türkiye'nin diplomatik hamlesine karşın Washington'dan gelen sesler, olayda PYD/YPG'nin parmağı olduğu konusunda ikna olunmadığına işaret ediyor.
PYD lideri Salih Müslim ve YPG komutanlığı ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarda, saldırıyla bir ilgilerinin olmadığını belirtirken, YPG Türk devletini düşman olarak görmediklerini duyurdu.
Peki, Türkiye neden, daha kısa bir süre öncesine kadar yakın ilişki içinde olduğu PYD'nin şimdi 'terör örgütü' olarak tanınması için müttefiki ABD'yle restleşmeyi göze alacak ölçüde ısrarcı? Ayrıca, bir grubu 'terör örgütü' listesine alması için Batı'yı ikna etmek ne kadar kolay?
Somut kanıtlar
Son sorudan başlarsak, emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz'e göre, PYD ve YPG'nin terör örgütü olduğuna Batılı ülkeleri ikna edecek somut ve inandırıcı kanıtlar sunmak zor görünüyor.
Çeviköz, "Eğer Ankara saldırısını hakikaten YPG'nin yaptığı ispatlanabilecek şekilde belgelenirse o zaman bu güçlü bir kanıt olabilir. Ama ben bunun kolay ispatlanabilecek bir şey olduğunu sanmıyorum” diyor ve şöyle devam ediyor:
"(Salih Neccar adlı kişi) 2014'ten beri Türkiye'de yaşayan biriyse, Suriyeli bir mülteci olarak Türkiye'ye girmişse, onu uyuyan hücre olarak değerlendirmek gerekir. Bir şekilde uyuyan hücreye eylem zamanı geldi denilerek bir talimat verilmiş olabilir. Ondan sonra da eylemini gerçekleştirmiştir. Ama YPG bağlantısı nasıl ispatlanacak?''
"Olayın üzerinden 24 saat geçmeden bombalama olayını YPG'nin gerçekleştirdiği dile getirildi resmi makamlar tarafından. Öbür yandan da Salih Müslim, bizim hiçbir alakamız yok, ilgili şahsı tanımıyoruz diyor. Bütün bunlar şu anda ortada çok somut bir kanıt olduğunu göstermiyor.'
"Uluslararası toplumun üyeleri inandırıcı kanıt görmedikçe, belli konularda uluslararası hukuka dayanarak karar verdikleri için bu bilgileri yeterli bulmayabilirler.”
Herkesin kendi 'terörizm tanımı'
Uluslararası hukukta terörizm kavramının herkesçe kabul edilen, net ve açık bir tanımı bulunmuyor. Kimin, neye göre bir terör örgütü olarak tanımlanacağı konusu da muğlak.
Birleşmiş Milletler, 1970 ve 1980'li yıllarda terörizme bir tanım getirmeye çalışmış, ancak üye ülkeler arasındaki görüş ayrılıkları ve kendi kaderini tayin hakkı ya da ulusal direnişler gibi konuların ne çerçevede değerlendirileceği gibi mevzular nedeniyle bu çabalar sonuçsuz kalmıştı.
Uluslararası Terörizm Sözleşmesi hazırlanması yönündeki görüşmeler de bir netice vermemişti.
Ancak 1994 yılında BM Genel Kurulu'nda 'terör' faaliyetlerini kınayan bir açıklama yapılmış ve şöyle denilmişti: "Siyasi amaçlarla genel halkı, belli bir grubu ya da kişileri terörize edecek kasıtlı ve hesaplanmış eylemler, siyasi, felsefi, ideolojik, ırksal, etnik, dini ya da ne gerekçeyle olursa olsun hiçbir şekilde haklı gösterilemez.”
Ünal Çeviköz, uluslararası terörizmin tam anlamıyla bir tanımının yapılamamış olması nedeniyle herkesin bu kavramı kendi anladıkları şekilde tarif etmeye çalıştıklarını söylüyor:
"Genel kriterler olarak akla gelenler: Hakikaten bir terör eylemi içine girildiğinin sabit olması... Örneğin başka bir ülke topraklarındaysa o ülkeden terörü yönelttiği ülke topraklarına karşı bir eylem içinde olması, örneğin PKK'nın yaptığı gibi.'
"Bir de finans kaynakları da sağlayacak şekilde kendini fonlandırması, belli bir mali destek oluşturması.. Nitekim Türkiye'nin AB üyesi birçok ülkeye PKK'yı terör örgütü olarak kabul ettirmesinin en önemli unsurlarından birini PKK'nın finans bağlarını ortaya çıkarmak oluşturmuştur.''
Siyasi hesaplar
Milli İstihbarat Teşkilatı MİT'in eski müsteşar yardımcısı Cevat Öneş ise "Ankara'nın merkezinde böylesine bir eylemin YPG tarafından gerçekleştirildiği belgelenirse, bu demokratik ülkelerin politikalarını etkileyecek bir sonuçtur” diyor, ancak sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Suriye'deki ve genel olarak Orta Doğu'daki gelişmeler bize gösteriyor ki gerek küresel güçler, gerekse bölge güçlerinin çok farklı çıkar çatışmaları söz konusu. Bu bölgede cereyan etmekte olan vekalet savaşları çerçevesinde maalesef YPG-PYD gibi, PKK gibi örgütsel yapıların nasıl kullanıldığını tarihte olduğu gibi bugün de görüyoruz.”
Ünal Çeviköz de PYD ya da YPG'nin bir 'terör örgütü' olarak sınıflandırılıp sınıflandırılmamasının siyasi bir yönü de olduğu görüşüne katılıyor.
"ABD muhtemelen YPG ile PKK arasındaki ilişkileri biliyordur. Ancak şu sırada YPG'yi PKK'yla eşdeğer tutmamasının sebebi öncelikli olarak Suriye'de IŞİD'le olan mücadeledir.
"YPG'yi sahada, kara operasyonlarında çok önemli bir müttefik olarak gördüğü için bu bir terör örgütü müdür diye bir endişe ya da arayış içine girme ihtiyacı durmuyor.”
Özellikle ABD'li yetkililerin PYD'ye yönelik tavrı Ankara'yı öfkelendirmiş durumda. ABD Dışişleri Sözcü Yardımcısı Mark Toner'ın, 'PKK ile YPG'nin arasında fark bulunduğu'na ilişkin sözleri ve ABD Başkanı Obama'nın IŞİD'le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, PYD'nin Cenevre'deki Suriye barış görüşmelerine davet edilmemesi üzerine, Kobani'yi ziyareti Türk yetkililerden büyük tepki aldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Amerika'ya 'bizimle misiniz, yoksa bu terör örgütü PYD ve YPG ile mi?' diyerek rest çekmişti.
Meşru müdafaa
Peki PYD ve YPG'nin terör örgütü olarak tanımlanması ve uluslararası toplum tarafından bu şekilde değerlendirilmesi Ankara için neden bu kadar önemli?
Cevat Öneş, "Terör örgütleriyle mücadele meşru müdafaa hakkını doğurur. Küresel boyutta savaşılması gereken bir örgüt olarak görülürse, bu mücadele demokratik ülkeler, BM ve AB nezdinde önem kazanacaktır. Türkiye bu meseleye önem veriyor ve vermesi de lazım” diyor.
Ünal Çeviköz de şunları ekliyor:
"Türkiye PYD'yi terör örgütü olarak kabul ettirebilirse, aynı PKK'ya uygulandığı gibi, eğer dünya genelinde ya da Avrupa ülkelerinde bir takım finansal bağları varsa, bunların kesilmesini sağlayabilir.
"Öte yandan Türkiye'nin PKK'ya karşı verdiği mücadeleyi herkes destekliyor. Türkiye'nin kendi güvenliğini oluşturmaya hakkı vardır, diyorlar. Ama PYD için böyle bir destek alamıyoruz.
"Dolayısıyla PYD ile PKK'yı aynı düzeyde birer terörist örgüt olarak kabul ettirdiğiniz takdirde, o zaman mücadelenizi uluslararası toplumun gözünde meşru kılarsanız. Çünkü bu terörle mücadele olarak görülür.”
PYD neden 'düşman' oldu?
Ancak Ankara'nın PYD'yle ilişkileri her zaman bu denli sert değildi. PYD lideri Salih Müslim geçtiğimiz yıllarda en az üç defa Türkiye'ye gelmiş, MİT de dahil olmak üzere önde gelen kurumlarla görüşmeler yapmıştı.
MİT'in eski müsteşar yardımcısı Cevat Öneş, yıllar içerisinde Ankara'nın PYD'ye bakışında bir tereddüt ve güven sorunu ortaya çıktığını söylüyor.
"PYD-YPG'nin Rusya ve rejim güçlerinin desteğiyle Türkiye sınırına paralel bir kanton birleşmesi çabası içinde olduğunu gösteren önemli somut adımlar var. Kürt olmayan bölgelerdeki Arap, Türkmen, diğer unsurların arındırılarak, ötekileştirilerek, bölgeden boşaltılarak bir toprak kazanma gayreti var. Türkiye'nin bu nedenle güveni sarsılmış vaziyette.”
Öneş, hele ki son saldırının ardından parmaklar YPG'yi işaret ederken, Salih Müslim ve PYD'ye düşenin, eğer bu eylemi onlar yapmadıysa bunu somut şekilde ispat etmek olduğunu savunuyor.
Öneş, "PYD'nin dayandığı Kürt kimlikli kitlesel yapı, Türkiye'deki soydaşlarıyla bir bütünlük teşkil ediyor. PYD ancak Türkiye sınırıyla hayatiyet kazanabilir. PYD'nin Türkiye'yle güven tazelemesi gerekiyor” diyor.
Rojava etkisi
Ünal Çeviköz de Türkiye'nin PYD'ye şüpheyle yaklaşmaya başlamasında PYD'nin Ankara'nın desteklediği muhalifler cephesine katılmamasının, Esad rejimine muhalif unsurlarla birlikte hareket etmemesinin etkili olduğunu belirtiyor.
Emekli büyükelçi, güvensizliğin ikinci nedeninin ise PYD'nin Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirme çabası olduğunu ifade ediyor.
"Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde Irak'ın kuzeyindeki gibi otonom ya da federe bir Kürt bölgesinin oluşumunu istemiyor. Ama bunu kontrol edemezsiniz. PYD sanırım Esad'la 2011'den sonra böyle bir anlaşmaya vardı. Esad onlara bir şekilde bir otonomi vadetti. Bütün bunlar Türkiye'yi rahatsız ediyor.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye'nin kuzeyinde bir devlet kurulmasına asla izin vermeyeceklerini söylemişti.
Başbakan Ahmet Davutoğlu da geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamasında, YPG'yi Fırat'ın batısına ve Afrin'in doğusuna geçmemesi konusunda bir kez daha uyarmıştı.
'Türkiye'nin Gazze'si'
Peki şimdi ne olacak? Türkiye'nin Ankara saldırısından YPG'yi sorumlu tutmasıyla, Azez'e yaklaşan YPG hedeflerine yönelik topçu atışlarının şiddetini arttırması beklenebilir mi? YPG'nin Türkiye'ye yönelik eylemleri söz konusu olabilir mi?
Ünal Çeviköz, Türkiye'nin tek başına Suriye'ye kara operasyonuna girişmesinin söz konusu olmayacağını, ancak sınır ötesi topçu saldırılarının artmasının beklenebileceğini, Türkiye sınırından son günlerde Suriye'ye girdiği söylenen muhalif militanlar aracılığıyla da bir operasyona girişilebileceğini söylüyor.
Ancak Çeviköz, gerginliğin YPG tarafından tırmandırılmayacağı kanaatinde. Bunun gerekçesini ise şöyle açıklıyor:
"PYD ve YPG'nin şu anda Suriye içinde, kendi başlarına bir problemleri var. IŞİD'den ve cihatçılardan arındırılmış, hatta maalesef belki de etnik bakımdan temizlenmiş bir bölge yaratmak, kendi gündemlerini uygulamak istiyorlar.'
"Krizi aşmanın çaresi gerginliği tırmandırarak kuvvet kullanımıyla çözmek değildir. Bunun çaresi diyalogdur, konuşmaktır.
"Bu konuşmayı beceremediğiniz sürece ben korkarım önümüzdeki yıllar boyunca, Türkiye gerek ırak, gerek Suriye sınırı boyunca -belki bu biraz ileriye giden bir ifade olacak ama- kendisine aynı İsrail'in karşı karşıya olduğu gibi bir terör unsurlarının yerleştiği bir bölge yaratacaktır.'
''Bir nevi Türkiye'nin de bir Gazze'si olacak karşısında. Buradan sürekli olarak Türkiye'yi taciz eden, Türkiye'yi rahatsız eden ve Türkiye'nin güvenliğine sürekli tehdit oluşturan bir oluşumla karşı karşıya kalacağız. Bu da Türkiye'yi yıllar boyu meşgul edecek. Bu benim çok büyük bir endişem.''