ABD-Türkiye ilişkileri son günlerin en revaçta polemiği olarak göze çarpıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önceki gün yaptığı konuşmayla ilgili kritik detayı köşesine taşıyan Yeniçağ gazetesi yazarı Batuhan Çolak, 'Erdoğan'a tuzak mı kuruluyor?' başlıklı yazısında gündemi sarsacak bir iddiada bulundu.
İşte Çolak'ın olay yaratacak yazısındaki ilgili o bölüm;
"Son günlerin revaçta polemiği ABD-Türkiye ilişkileri…
AKP iç siyasette bu gündemi güçlü bir şekilde kullanırken, 2019 öncesinde seçmen nezdindeki "dış güçler" algısını genişletiyor. Öte yanda ise ABD ile ilişkileri kaybetmemek için diplomatik temaslarını sürdürüyor.
Arka plandaki ilişkiler siyasi söylemlerin aksine gayet olumlu seyrediyor. Örneğin ABD'den "vize krizi" için geldiği iddia edilen heyetle ilgili Dışişleri kaynaklarından şu açıklama geldi: "ABD heyetiyle bugün Dışişleri Bakanlıkları Müsteşar Yardımcıları başkanlığında İçişleri ve Adalet Bakanlıklarımızdan temsilcilerin de katılımıyla görüşme yapılmıştır. Yapılan görüşmeler çerçevesinde vize konusunda bir an önce normale dönülmesi yönünde temasların sürdürülmesine karar verilmiştir. Adli ve güvenlik konularında bir Ortak Çalışma Komitesi kurulması konusu da bu çerçevede yapıcı şekilde ele alınmıştır."
Bu açıklama, AKP'nin Amerika'yı kaybetmek istemediğinin en açık delili. ABD heyetinin görüşmeden neleri alarak Washington'a döndükleri ise meçhul.
***
Erdoğan günde 2-3 yerde konuşma yaparak gündemi yönlendirme başarısını sürdürüyor. Dün yaptığı açıklamada Trump'ın göçmen politikasına ilk kez bu denli sert eleştirilerde bulunduğuna şahit olduk.
Erdoğan'ın konuşma metnini dikkatle inceledim. Kaleme alan ekip gerçekten edebi, çarpıcı ve güzel bir dil kullanmış.
Ancak kendi içinde ciddi tuzaklar, geçmişe atıflar ve AKP dönemine açıktan eleştiriler var.
Şu bölüme dikkatlice bakalım:
"Mesela bir şehrin Batı ölçüsüne göre medeni sayılması için, yollarda aydınlatma olması, sokaklarda çamur bulunmaması gibi görünür, özelliklere bakılır, halbuki İslam'ın ölçüsüne göre bir şehrin medeniliğinin işareti, mesela kapı kilitlemeden dışarı çıkılabilmesi, ihtiyaç sahibi herkese el uzatılması, sokak hayvanlarına dahi şefkatle davranılması demektir. Bizim medeniyetimizde medenilik budur. Fakat bu tuzağın içine biz farklı şekilde düştük. 40 kat, 100 kat bu tür binaları yapmak sizi medeni yapmıyor ama biz de bu tuzağın içine düştük, onu da söyleyeyim…"
Son derece doğru tespitler, son derece yerinde analizler… İşin tam da kopma noktası burası… Çünkü Erdoğan'ın "tuzağa düştük" diye tanımladığı 40 katlı, 100 katlı binaların yapılması tamamen AKP'li belediyelerin imar izinleriyle oldu.
İstanbul Avrupa yakasındaki sahil şeritlerinin neredeyse tamamı yüksek yapılarla işgal edilmiş durumda. Müthiş bir rant, müthiş bir doğa katliamı yaşanıyor. Bu şantiyelerin son 2-3 yıl içerisinde bizzat en tepenin onayıyla başladığını düşünürsek, konuşma metnindeki çelişki net bir şekilde görülüyor.
Müslümanların eskiden kapılarını kilitlemeden evlerinden çıktığına da vurgu yapılıyor konuşma metninde. Ancak son 15 yılda çıkarılan aflar, yetersiz cezalar nedeniyle Türkiye'deki evlere kilit üzerine kilit vuruluyor. İnsanlar güvenlikli sitelere yönelirken, mahalle içlerindeki evlere dahi alarm sistemleri kurulurken güvenlik şirketlerinin her gün bir yenisi açılıyor.
Erdoğan, öğleden sonra yaptığı ikinci konuşmada ise; "Binalarımız yükseldikçe ufkumuz kararıyor. Şehirlerimiz giderek milyonlarca insanın hep birlikte yalnız olduğu yerlere dönüşüyor. Eşyanın hakimiyet kurduğu, bencilliğin arttığı, gösteriş, şatafat ve hamiyetsizliğin yaygınlaştığı bir dönemde yaşıyoruz" ifadelerini kullandı.
Oysa lüks, gösteriş ve şatafat konusunda hiçbir iktidar döneminde olmayan ödenek ve bütçeler kullanılıyor. Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na harcanan paralara, yapılan lükse, şatafatlı yemeklere her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Hatta harcamaların bütçeyi aşması üzerine Cumhurbaşkanlığı'ndan "itibarda tasarruf olmaz" açıklamasıyla tepki gösterilmişti.
Erdoğan konuşmasının son bölümünde ise "Türkiye'de belediyeler iktidar olmanın ve iktidarda kalmanın kilididir. Çünkü demokrasi, yerel yönetimlerde, belediyelerde başlar" şeklinde konuştu.
Oysa bu söylemlerin yapıldığı sırada, AKP'nin seçilmiş belediye başkanları doğrudan genel başkan tarafından görevden alınıyordu.
Konuşmanın bu kısmında da kendi kendisiyle çelişen bir durum ortaya çıktı.
Söylemde demokrasi, eylemde parti çıkarı!
Bakalım ilerleyen günlerde aynı konulara, aynı aktörlere, aynı oyuna nasıl tepki verilecek!
Hâl böyle olunca insan ister istemez "bu konuşma metinlerini kim yazıyor" sorusunu soruyor.
Çünkü günü gününe, sözü sözüne uymuyor; kendi kendini ele veriyor!"