Son yıllarda salgın boyutlarında artan obezitenin, yani şişmanlık denen hastalığın en önemli iki nedeninden biri hareketsizlik, diğeri de beslenme alışkanlıklarımızdaki yanlış ve eksikliklerdir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, beslenme alışkanlıkları Mynet okurları için yazdı.
Obezite, geri kalmış ve az gelişmiş ülkelerde görülse de tıpkı alerjik hastalıklar gibi esas olarak gelişmiş ülkeleri ilgilendiren bir sorundur. Gariban ülkelerde insanlar yaşamak için bile yiyecek bulamazken, gelişmiş ülke insanı sanki 'mek için yaşamaktadır.'
Arabalar nasıl benzinsiz veya mazotsuz çalışmıyorlarsa, insan vücudunun da işlevlerini yapabilmesi için enerjiye ihtiyacı vardır. Biz bu enerjiyi yediklerimiz ve içtiklerimizden sağlarız. Aldığımız ve harcadığımız enerji arasında bir denge varsa mesele yok demektir.
Ama, harcadığımızdan fazla kalori alıyorsak veya aldığımız enerjiyi gereği kadar harcamıyorsak vücut bu fazla enerjiyi yağ olarak depolamaya başlar. İşte şişmanlık bu şekilde adım adım başlar.
BESİNLER ÜÇ ÇEŞİT
Yüzlerce ve hatta belki binlerce değişik tür yiyecek varsa da temel olarak bunlar üç grupta toplanırlar:
*Proteinler, yani süt, yumurta, et...
*Karbonhidratlar, yani un, şeker, sebze ve meyveler...
*Yağlar, yani hayvansal, bitkisel yağlar...
Bu besinlerle aldığımız enerji ise üç değişik yoldan harcanır.
Bunlardan birincisi bazal metabolizma, yani kalbin atması, böbreklerin idrarı süzmesi, karaciğerin çalışması, solunum kaslarının ve mide ve bağırsakların hareketleri...Gİbi dışarıdan görülmeyen, ama yaşamamız için şart olan aktiviteler için gereken enerjidir. Bu şekilde, aldığımız enerjinin %70' ini harcarız ve bu oldukça sabit bir değerdir.
İkinci yol ise, yatmak, kalkmak, oturmak, koşmak, yürümek, hoplamak, zıplamak, elimizi kolumuzu oynatmak, gülmek, ağlamak... gibi fiziksel eforlarla olan harcamaları içerir. Normal şartlarda günlük enerjinin %20'si bu yolla harcanır. Ne kadar çok hareket edersek o kadar çok enerji kaybederiz.
Bir de, alınan besinleri yakarken oluşan ısı ve bunun için harcanan enerji vardır. Günlük enerjimizin %10'u da bu şekilde tüketilir. Bunu ise beslenme alışkanlıklarımızı, yani yiyip içtiklerimizin çeşidini, miktarını ve zaman aralıklarını düzenleyerek etkileyebiliriz.
YEDİĞİMİZ ÖNÜMÜZDE YEMEDİĞİMİZ ARKAMIZDA
Günümüzün insanın nasıl hareketsizleştiğini, adeta yerinden kalkmaz-kımıldamaz bir varlık olma yolunda nasıl hızla ilerlediğini daha önce anlatmıştım. Bugün de sıra beslenme ile ilgili konulara geldi.
Çocukların, dünyaya geldikleri günden itibaren, yani henüz daha anne sütü emdiği dönemlerden başlayarak düzgün ve dengeli beslenmek için eğitilmeleri şart.
Mantıya, patatese, makarnaya, köfteye alışan çocuk büyüyünce, lahanaya, pırasaya, ıspanağa, kerevize... tabii ki yan bakar. Anneler babalar da çocuklarına örnek olmalılar. Pırasadan nefret eden babanın oğlu tabii ancak dayakla pırasa yer. Enginarın tadını bilmeyen annenin çocuğu ise, ne yaparsanız yapın bir lokma enginarı 3 saat ağzında tutar, sonunda da çaktırmadan tükürür.
Günümüzde anne çalışıyor, baba çalışıyor. Annenin pazara çıkmaya, meyve sebze almaya, yemek yapmaya, bulaşık yapmaya vakti yok. O da ne yapsın, gidiyor marketten hazır pizza, börek, patates kızartması... alıyor. Yanına da koyuyor kolalı veya renkli gazozu. Oooh, çocuk öyle de bir iştahlı yiyor ki maşallah. Üstüne de hazır kek, gofret, çitos, patos... Buyurun bakalım, bu çocuk sebzeyi ağzına koyar mı, portakalı kendi soyup yer mi artık?
Karar sizin. Çocuklarınızın sevimli ve tombul yanaklı tontonlar olmaları da size bağlı, çelimsiz, sıska fakat sağlıklı olmaları da.
Yazı: ahmetrasimk@mynet.com
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta'nın diğer yazılarını okumak için tıklayın