Diktatörlük endişeleri uzun bir zaman sonra yeniden batı dünyasına kaydı…
Donald Trump
Amerika Birleşik Devletleri 45. Başkanı Donald Trump, başkanlığa gelişinin henüz ilk ayını bitirmeden oldukça marjinal kararları yürürlüğe soktu. Tüm dünyada tepki çeken, hem resmi kaynaklar, hem kamuoyu tarafından ağır eleştiriler alan sayın Trump bugünlerde Amerikalı seçmenlerini meraka ve Wikipedia’ya sürüklüyor; ‘dictatorship’ yazıp aratmalarına sebep oluyor.
Öyle ya; Meksika sınırına duvar örme arzusu, bazı Müslüman ülkelerin vatandaşlarına vize yasağı, özellikle Rusya ve Çin’den büyük tepki alan dış politika hamleleri bir yana, kendi basın toplantılarında muhalif basın mensuplarını odadan attırma görüntüleri Twitter’dan Twitter’a dolaşıyor. Dünya on yıllardır ilk defa diktatörlük kelimesini belki de Orta Doğu ve Afrika ülkeleriyle kullandığı kadar, Amerika ile de yan yana kullanmaya başladı.
Dünya yüzlerce yıldır diktatörlük rejimiyle karşı karşıya.
İnsanlık ne kadar ilerlese, sosyal, kültürel, teknolojik ve entelektüel anlamda gelişse de kurtulamadığı bir yara gibi diktatörlük. İnsan kusurlarını sömürdüğü için midir bilinmez, ama 21. yüzyılda dahi, üstelik birçok bakımdan dünyanın en gelişmiş ülkesi olarak adlandırılan yerde böyle tanımlamalar geçmeye başladı.
Bu tanımlamaları en şiddetli şekilde ortaya atan dergi, 1970’ten beri yayınlanan, 2003, 2007 ve 2009 yıllarında ABD’nin en iyi dergisi seçilen Amerikan haber-yorum dergisi, Foreign Policy.
Ülke olarak kaos teorilerine olan hakimiyetimiz dolayısıyla bu tip yabancı kaynaklardaki yazıların güvenilirliğini ve tarafsızlığını elbette sorguluyoruz. Ancak objektif olmak da lazım; Stephen M. Walt tarafından kaleme alınan ve size taşıdığımız köşe yazısında edinilecek tonla fikir, üzerine düşünülecek tonla tarihi gerçek var.
İşte Foreign Policy’nin maddeleri ile diktatörlerin 7 ortak özelliği;
1. Sistematik bir biçimde medyanın gözünü korkutmak.
Bu maddeye girmeden önce gelin Basın Özgürlüğü Endeksi’nde son 10 sırayı kapatan ülkelere bir bakalım:
Sondan 10. sırada Ruanda var, bu küçük ama soykırımı ve bu soykırımı konu alan Hotel Rwanda filmiyle ünlü Afrika ülkesinin Demokrasi Endeksi 10 üzerinden 2. Yani, neredeyse diktatörlük anlayışıyla yönetiliyor diyebiliriz. Sondan 8. sırada ise Çin var. Çin’in ne kadar sert bir yönetime sahip olduğu aşikar olsa gerek, demokrasi endeksinde 10 üzerinden 3 almasından da belli. Basın özgürlüğü endeksinde sondan 6. sırada ise evi yanan komşumuz, Suriye var, ki Suriye’deki yönetim biçimi hakkında da düzinelerce haber okuduk. Sondan ikinci sırada apaçık bir diktatörlük olan Kuzey Kore, son sıradaysa Eritre var.
George Orwell’in 1984 isimli eserini hatırlatan bu anlayış, bir ülke yönetimindeki diktatorya eğilimiyle beraber artıyor. Gördüğünüz gibi, bu gerçeğe sadece Demokrasi Endeksi ve Basın Özgürlüğü Endeksi’ni karşılaştırarak bile ulaşabiliyoruz.
2. Kendi destekçi medya organlarını inşa etmek.
_Joseph Goebbels
_
Basın özgürlüğüne darbe vurur, eleştirel basını sustururken diğer yandan da kendi medya organlarını yaratıyor diktatörler. Bu sayede insanlara istedikleri bilgileri veriyorlar, propagandalarını başarıyla gerçekleştiriyorlar. Hitler Almanyası’nın Propaganda Bakanı Goebbels’i de bu noktada anmadan olmaz elbette.
ABD’de Fox News, şimdilik Trump’ın tarafına en rahatlıkla geçecek/çoktan geçmiş TV kanalı olarak anılıyor. Pek tabii güç dengelerinin birkaç yıl içinde nasıl şekilleneceğini tahmin etmesi zor…
3. Polisi, orduyu ve istihbarat servisini politize etmek.
Augusto Pinochet
Polisin görevi kamu düzenini ve güvenliğini sağlamaktır. Ordu ülkenin bütünlüğünü müdafa eder, istihbarat servisleri James Bond filmlerinden ezbere bildiğimiz kanun dışı ama çok zekice hareketlerle ülkeyi korur. Normal ülkelerde böyledir, bu birimlerin hiç biri iç siyasete karışmazlar…
Ülkeyi yönetenler diktatoryaya kaydıkça polisin iktidarın polisi olduğu, askerin kendi halkına ateş açtığı, istihbarat servislerinin muhalifleri susturmaya görevlendirildiği bir tabloyla karşı karşıya kalırız. Bu durumun dünyadaki en kanlı örneklerinden birini, 1973 askeri darbesiyle Şili yönetimini ele geçiren Augusto Pinochet yaşatmıştır. Asker gücüyle iktidara gelen ve orada kalan Pinochet, iktidarının yalnızca ilk 3 yılında yaklaşık 130.000 kişiyi tutuklatmış, iktidarı boyunca 3000’in üzerinde siyasi idam kararına imza atmıştır.
4. Hükümet gözetimini siyasi rakipler üzerinde kullanmak.
Richard Nixon
Medyasına yukarıda belirttiklerimizi yapan, kendi medyasını kuran, güvenlik güçlerini halkının canına kastettiren bir diktatör, siyasi rakipler, muhalif siviller üzerinde neler yapmaz ki!?
Güç sarhoşluğunun bir diğer sonucu da, hükümetin gözetleme yeteneklerini toplum üzerinde kullanmak. Bu durum 1960’larda Vietnam Savaşı’na karşı çıkan organizasyonların içine CIA ajanları sızdıran ABD 37. Başkanı Richard Nixon döneminde de böyleydi, Edward Snowden sayesinde öğrendiklerimize göre halâ da böyle...
5. Hükümet gücünü kendini destekleyen şirketler lehine, rakiplerin ise aleyhine kullanmak.
Joseph Stalin
Diktatörlüğe kayan başkanlar aynı kendi medya organlarını kurmaları gibi, kendini destekleyen şirketlere de bir takım imtiyazlar sağlarlar.
İhaleler kendi güç odağındaki şirketlere verilir, ekonomik akış da aynı siyasi akış gibi bu sayede elde tutulur. Bu hamlenin diğer yüzü muhalif görünen, eleştirel açıklamalar yapan şirketlere ‘icat edilmiş’ cezalar uygulamak, bir takım kısıtlamalar koymaktır.
6. Yargıyı kendi elleriyle belirlemek.
Lee Kuan Yew
Diktatörlüğe yakınsayan yöneticiler yargıyı da kendi elleriyle belirleme gayreti içine girerler. Çünkü hukuğun kontrolü, güçler ayrılığı ilkesinde belirtilen o ‘güçler’in tamamını tek elde toplamanın yegane yoludur.
Bu sayede destekçi şirketlere verilen imtiyazlara karşı çıkılamaz, bu sayede muhalif gazeteciler görevlerini yapamaz hale gelirler, bu sayede hükümet gözetimini eleştirel taraflar üzerinde kullanmak yasal hale gelebilir, hasır altı edilebilir.
7. Korku tellallığı yapmak.
Korkuyu kullanmak desek daha doğru olur herhalde… Diktatörler, halk üzerinde korku unsurunu kullanarak güçlerinin ve eylemlerinin sorgulanmasının psikolojik olarak önüne geçerler. Bazen olmayan bir düşman yaratırlar, bazen olan bir düşmanla mücadelenin altına farklı eylemler sıkıştırırlar, her iki durumda da muhalif sesleri halkın gözünde şeytanlaştırmaya, düşmanlaştırmaya çalışırlar.
Bu maddenin yakın tarihte isabetli bir örneği var; birincisi Reichstag Yangını. 27 Şubat 1933’te Alman parlamentosunun kundaklanmasıyla çıkan yangının ve bu yangının devletin üst kademelerinde yarattığı korkunun neticesinde, Hitler 24 Mart 1933’te diktatoryal gücünü elde etmişti.
Bu yangın ve ardından gelen diktatorya ile birlikte tüm partilerin seçim çalışmaları ve yayınları durduruldu, anayasal hak ve özgürlükler askıya alındı, Almanya Komünist Partisi’nin meclisteki 181 milletvekili tutuklandı.
_Kaynaklar: foreignpolicy.com, wikimedia.org, wikipedia.org [1], [2]_