Onun sahnedeki o zarif, kırılgan ama bir o kadar da dimdik hali… Bu tezatlık, belki de onu en iyi tanımlayan şey. Çünkü Sezen Aksu, sadece güçlü bir ses değil, güçlü bir karakterdir de. Müziğiyle olduğu kadar tavrıyla da dönemin toplumsal meselelerine parmak basmış, lafını esirgememiş, bazen susarak bile çok şey anlatmıştır.
Sanatçının halkla kurduğu bağda büyük bir doğallık var. Ne sahte bir mütevazılık, ne yapay bir mesafe... Dinleyicisiyle arasındaki ilişki neredeyse bir sırdaşlık gibidir. Sanki bir akşamüstü, çay içerken karşılıklı dertleşiyormuşsunuz gibi.
Sezen’in lakabı "Minik Serçe" ama etkisi hiç de lakabı gibi olmadı. O, sadece sahnede değil, hayatın ta içinde yürüyen bir kadındı. Kimi zaman çok sevildi, kimi zaman eleştirildi ama hiçbir zaman görmezden gelinemedi. Sustuğunda bile söyleyecek sözü vardı. Kendiyle de dalga geçti, toplumla da yüzleşti. Şarkıları, bir aşk acısını anlattı ama hep içten, hep gerçekti.
Müzik piyasası her geçen gün değişiyor. Yeni sesler, yeni tarzlar çıkıyor. Ama ne hikmetse, bir yerimiz acıdığında, birine çok âşık olduğumuzda ya da bir şeyleri geride bırakmamız gerektiğinde yine dönüp Sezen’i açıyoruz. Çünkü onun şarkılarında zamanın dışında bir şey var. Biraz eskimeyen bir hüzün, biraz da içimize dokunan bir umut.
Yıllar içinde açıklamaları, sessizlikleri ya da çıkışları zaman zaman tartışıldı. Ne yaptıysa, kendi kalbinden yapmış gibi yaptı. Bir şekilde hep kalbimize geri döndü.
Bazen düşünüyorum da, Sezen Aksu bir albüm değil, bir hayat bırakıyor arkasında. Biz onun şarkılarını dinlerken, o bizim hayatlarımıza fon müziği oldu. Gülümsemelerimizin, ağlamalarımızın, yalnızlıklarımızın arka planında hep onun sesi var.
Belki bir gün sahneleri tamamen bırakacak. Belki yeni bir şarkı yapmayacak. Ama onun şarkılarıyla zaten biz çoktan yaşlanmaya başladık.