Meclis Genel Kurulu, bugün tarihi günlerinden birini daha yaşıyor. Hazırlık çalışmaları 3 aydır süren “demokratik açılım” Genel Görüşmesi TBMM'de yapılıyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Genel Kurul'a hitap etti:
[](https://www.mynet.com/deniz-baykal-ile-dtpliler-atisti-110100479938)
"Kendi adıma ve CHP adına sizleri saygıyla selamlıyorum. Tarihi bir oturum gerçekleştiriyoruz. 3.5 aydır süregelen bu açılım tartışmaları bugün İçişleri Bakanı'nın söylemleriyle resmileşmiş önerilere dönüşmüştür. İlk kez TBMM uluslaşma mücadelesini tersini çevirmeye yönelik açılımları hükümet eliyle gündemine taşımıştır. Bu elbette çok önemli bir kırılmadır.
3.5 aydır, Polis Akademisi buluşmasından sonra pek çok toplantı gerçekleştirildi. Türkiye tarihi bir adım atacak duygusu yerleştirildi. Anaların gözyaşını dindirmek temel amaç olarak toplumun önüne konuldu. Peki bunu nasıl sağlayacaksınız? Kiminle yapacaksınız? Bunun kararını siz mi aldınız? Birileriyle mi müzakkere ettiniz? Bu güven nereden geliyor? Aklımızda bu sorularla süreci takip ettik. Sayın Cumhurbaşkanı tarihi fırsat kaçarsa bazı dış güçlerin bize dayatmalar yapacaklarını söyledi. Ve TBMM'de yaptığı konuşmada can kaybı yaşamadan terörü sona erdirme kapasitesine ulaştığımızı açıkladı. Bu süreç çok gizli götürüldü. Ne yapacağını hükümet ustaca gizlemeyi başardı. Sadece temenniler ve iyi niyet ifadeleri bu yöntemin ana karakteristiği oldu. Bu sürecin ucu açık süreç olduğu söylendi. Yani sınırsız, herşey olabilir. Ne bekliyorsa birileri onların da mümkün olabileceği izlenimi verildi. Sayın İçişleri Bakanı Anayasa değişikliği olmayacak dedi. 2 gün sonra Başbakan çıktı, Anayasa değişikliği olacak dedi. Masada, uzun dönemde konuşulabilir dedi. Samimi olmayan, aldatmacaya yönelik bir süreç götürüldü. Başbakan dedi ki "Hazmettire hazmettire yürüteceğiz" Bu samimiyetsizliğin ve aldatmaca amacının en açık göstergesidir.
Peki bu süreci iktidar tek başına mı yönetiyor. Bir dayanışma aramadı mı? Böyle bir dayanışmayı kimlerle gerçekleştirdi? Kim onunla birlikte çalışacak? Bu bir türlü netlik kazanmadı.Ama bir süre sonra 19 ekimde yine bir oldu bittyile Türkiye bu sürecin içinde nelerin kotarıldığını net olarak gördü. Kandil ve Mahmur'dan 34 kişi sınıra geldiler ve içeri girdiler. Bu önemli bir olay. Yıllarca Türkiye'ye karşı terör uygulayan birilerinin oradan ayrılmaları tabii ki olumlu. Ama buraya gelenler pişmanlık duyarak gelmediklerini gördük. Ellerinde mektuplarıyla, elçi olarak geldiklerini söylemişlerdir. Kendilerini Öcalan'ın gönderdiğini ifade etmişlerdir. Bu tablo karşısında çok enteresan bir manzara ortaya çıkmıştır. Devletin bütün önde gelen kadroları onları karşılamak üzere Silopi'ye gitti, ifadelerini almak ve derhal yargılayıp tahliye etmek üzere oluşturulmuş savcı ve hakim kadrosu bu kişilerin ayağına taşındı.
20 Ekim günü sayın Başbakan "Dün Habur'da yaşananlar karşısında umutlanmamak mümkün mü? Türkiye'de güzel şeyler oluyor" demiştir. Ve o gün akşama doğru milletin infiali ortaya çıkınca bu defa sayın Başbakan DTP yöneticilerini suçlamaya başlamış, şov yapıldığını söylemiştir.
Türkiye'nin hukuk sitemi resmen katledilmiştir. 25 bin kişinin katili bir kişinin mesajını getirdiğini söyleyerek Tüğrkiye sınırına dayanan kişileri bizim hukuk sistemimiz nasıl olur da çadır kurarak yargılar ve hüküm verir? Demek ki ortada bir müşterek açlışma var. Çalışmanın bir ayağında iktidar, bir tarafta İmralı var. İşbirliği içinde gidiyorlar. PKK ve hüküğmet dirsek teması içine girmişlerdir. Peki bu işbirliğinin şartı olarak mesela PKK'nın silahtan vazgeçmesini kanıtlayarak dünyaya böyle bir şeyi açıklaması mı düşünülüyor? Hayır. Böyle bir şey yok. PKK açık açık mücadelelerinin meşru olduğunu iddia ediyor. Bu insanlara tutuklanmayacakları sözü verilmiştir ve bunun gereği de yerine getirilmiştir.
Elbette şenlik yapacaklar. 25 yıl mücadele etmiş, sonra geliyor sen kapıda karşılıyorsun. Tabi sevinç duyacak. Senin verdiğin imkanlardan dolayı sevinç duyuyor. Bu süreç ne sevinç tablosu dolayısıyla ne de kılık kıyafetten dolayı yanlıştır. İşin özü yanlıştır. Elinde silah olanla, terör yapanla hiçbir ülke müzakkere yapmaz. Dünyada hiçbir ülke bunu yapmamıştır. İngiltere, İspanya bunu yapmamıştır. Şimdi dünyada ilk kez bir hükümet kendisine silah doğrulttuğu ve doğrultmaya devam edeceğini ilan ettiği halde onunla müzakkere yürütmektedir. Yanlış olan budur. Terörle mücadele edilir, terörle müzakkere edilmez. Barış isteniyorsa PKK'ya derhal silah bırakması çağrısı yapılmalıdır.
Yine bu süreçte ortaya çıkan PKK'nın siyasi hedefinin değişmemiş olduğudur. Bir süre önce demokratik hak istiyoruz anlayığı oturtulmaya çalışılıyordu. Proje aynıdır. Hedef Türk milleti içinden yeni bir millet çıkarmaktır.
Uzun süre İmralı'dan gelecek yol haritası beklendi. Yol haritası sonunda geldi. Ama biz o haritayı görmedik. Ne var onda? Yıllarca terörle mücadelede evlatlarını şehit vermiş aileler merak etmiyor mu? Bu adam Türkiye'den ne talep ediyor, ne istiyor diye? Çıkın söyleyin ne isteniyor?
Bu manzara artık milletimiz tarafından tespit edilmiştir. Bu tepki karşısında hükümet çok şaşırtıcı bir biçimde tepki sahiplerini sindirmeye girişmiştir. Hükümette bir bayrak allerjisi orataya çıkmıştır. Meclis'in kapısından bayraklar içeri sokulmamıştır. Bunlar üzüntü verici tablolar.
Türkiye bu iktidara teslim edildiği zaman hemen hemen önemini kaybeden bir terör tablos vardı. Ve bu açılım süreci başladığından beri 2002 yılında verdiğimiz şehit sayısının 4 katı şehit verilmiştir. Terörle mücadelede zafiyet gösterenlerin bu mücadelede başarılı olması mümkün değildir.
Türkiye olarak biz bu konuyu aşabilmek için terörle hiçbir şekilde müzakere etmemeyi temel bir politika haline getirmeliyiz. Ama Türkiye'de bir sorun, sıkıntı varsa ona da çare bulunmalıdır.
Biz CHP olarak 20 yıl önce kamoyunun önüne bir raporla çıktık. O rapor bir iddiayı ortaya koyuyordu. O zaman bir insanın ben Kürdüm demesi yasal olarak mümkün değildi, Kürtçe konuşmak yasaktı. Ben Çerkezim demek, Çerkezce konuşmak mümkündü. Bu gerçek karşısında bunu çıktık ilan ettik. Dedik ki Türk devleti bir ırk devleti, kafatası devleti değildir. İnsanların ana dillerini konuşmak haklarıdır, kimse onların ana dilini konuşmasını, kimliklerini ifade etmesini engelleyemez dedik, bu raporu yazdık ve 1991 yılında TBMM'de ilk kez benim ve diğer 38 arkadaşımın imzasıyla Kürtçe'nin önündeki yasal engelin kaldırılması için kanun teklifi verildi. Bunlar tarihi gerçekler. Biz o zaman çıkmışız demişiz ki kimsenin etnik kimliğine yasak koyamazsınız ayrıca demişisiz ki devlet vatandaşının etnik kimleğini göremez, etnik kör olmak zorundadır, kimsenin etnisitesine karışmamalıdır. Etnik konuları ona mensup insanlara bırakın gerisine de karışmayın zarar verirsin demişiz. Her etnik kesim kendi televizyonun kursun demişiz ama devlet eğitim işine, etnik eğitim işine karışmasın demişisiz. Bunu yaptığımız zaman biz DGM'ye verildik. Siz o kanunlarla ülkeyi bölüyorsunuz dedik biz. Bir insanın kendini ifade etme hakkını nasıl yasaklarsın dedik bunun mücadelesini 20 yıl önce verdik.
Biz ne diyorduk? Türkiye'de bir Çerkes hangi haklara sahipse Kürt de ona sahip olmalıdır. Değişikler oldu ama bu hukuki düzenleme hala tam olarak benimsenmedi. Şimdi geldiğimiz noktada bazıları yetmez diyor. Bizi ayrı bir millet olarak kabul edeceksiniz. Biz ayrı bir millet olarak bir Çerkes'in Arnavut'un sahip olduğunun daha ayrıcaklı bir kimliğe sahip olacağız. Bu yanlıştır. O istkamete girdik mi ne olacağımızı görmek için Irak'a bakınız.
Şiddetle milli ayrıştırma kabul edilemez. Elbette herkes kendi kimliğine sahip olacak ama o kadar. Bizim bir devletimiz var adı Türk devleti, milletimiz adı Türk milleti. Burada bir etnik dayatma var deniyor. Bunu milyonlarca Kürt hissetmiyor ama PKK hissediyor diye dayatma altında kalmak zorunda mıyız?
Burada Arnavutlar yaşıyor Arnavutluk diye de ayrı bir devlet var. Türkiye'de Araplar var, Suriye diye bir devlet var. Bu konuda haksızlıkların yapıldığı doğrudur ama biz onları kaldırmak için 20 yıl önce mücadele vermişiz. Ama şimdi geldiğimiz noktada milli ayrıştırma isteniyor. Türkiye'de yaşayan Arnavut Türk milletinin Arnavut'udur. Türkiye'de yaşayan Kürt Türk milletinin Kürt'üdür. Ayrı bir mille devlet kurmak kimsenin yararına olmaz. Demokraside hiçbir milli devlet kendi içindeki milli ayrışmalara izin vermez. Bunlar bizi ayrıştırır.
Bu hükümetin getirdiği projelerin içerisine bütün bunlar birer mayın olarak yer almıştır.
Bu bölgede yapılması gereken şay herkesin kimliğine saygı göstermektir, devletin bu saygı göstermesini güvence altına almaktır. Türkiye'de ben Kürdüm diyebilmek o insanların şerefidir, şanıır, onurudur. Bunu yaşatmak, ana dilini özgürce kullanmak hakkıdır. Türkiye'de diğer etnik kesimler hangi haklara sahipse Kürtler de o haklara sahip olacaktır. Ama bu demek değildir ki biz ayrıyız, analar ağlıyor, benim istediğimi ver, gel ayrışalım. Yok böyle bir şey.
Hükümet PKK'ya bakıyor, PKK'yla işbirliği yapmaya çalışıyor. Çıkmaz yoldur hiçbir yere götürmez. Yapacağınız açılım PKK açılım değil Kürt açılımı olacaktır. Orada çok büyük ekonomik ve sosyla reformlara ihtiyaç var. Orada büyük bir işsizlik var. İşsizlik bütün kötülüklerin anası. Bölgeye çok ciddi bir ekonomik program uygulamak lazım. Sırf bu iş için büyük bir kaynak ayırarak o bölgeyi kalkındırmak için atılımlar yapmak lazım.
Orada teşvik uygulamasıyla ekonomik yapıyı değiştirmek mümkün değildir. Teşvik yolsuzluğu finanse eden bir sistemdir. Yapılması gereken doğrudan devleti oraya sokmaktır. İtalya bunu uygulamıştır. Orada fabrikaları kuracaksınız. O bölgenin madenin işleteceksiniz, ürünlerini değerlendireceksiniz. Oradaki insan iş sahibi olacak. Devlet zarar ediyor deniyor. Zarar ederse zarar etsin. Bu bir barış projesi mutlaka uygulayacaksınız.
Ayrıca bölgeye çok ciddi bir eğitim hamlesi yapmaya ihtiyaç var. O bölgeye ciddi bir eğitim projesiyle girmek lazımdır. Türkiye'nin en başarılı okulları, en değerli öğretmenleri her birisi o bölgede ikişer üçer tane kurulmalıdır. O bölgedeki çocukların gelecekte söz sahibi olacakları güveni kendilerine verilmelidir.
Anaların göz yaşına son vermek istiyorsanız iş vereceksiniz, çocuklara sahip çıkacaksınız. Sosyal güvenlik sistemini oturtarak onların devletlerine güvenmeleri için çok ciddi kaynak ayıracaksınız. Bütün bunlar kaçınılmaz temel ihtiyaçlar olarak gözüküyor.
PKK'yı etkisizleştirmek lazım. Irak'la işbirliği olanaklarını seferber etmek gerek.
Kuzey Irak'ın Türkiye'ye yönelik yapması gereken bir şey yok. Bizin Kuzey Irak ve Irak'tan istediğimiz bir şey yok mu? Mesela PKK'nın bir terör örgütü olarak ele almasını sağlayamaz mıyız? Amerika suçlu ilan etti, uyuşturucu suçuyla ilgili, bari bunları alamıyor muyuz? Bölge ülkelerini ziyaret ediyorsunuz. Kandil'e ulaşmak müknü değil ama Kandil'e giden yolları tutmak mümkün değil mi? O yolları kim denetliyor? Bu sağlanabilmiş diyebilir miyiz? Bizden bir şey isteniyor yapıyoruz, biz de bir şey isteyelim. Türkiye'nin gücünü oraya koyarak bunu sağlayın.
PKK'yla biz anlaşırız diyorsanız burada bir yere varmak mümkün değil. Dünya şartları PKK'nın orada kendini devam etmesini imkansız ılacak şekilde değişiyor. Ama PKK'yı pazarlık amacıyla kullananlar güçler var.
Türkiye'nin terörle mücadelesini başarıya ulaştıracak temel unsur o bölgenin insanını kazanmakdır. Oradaki insanları dışlanmışlık duygusundan çıkarmak gerekir. Kimse kimseyi dışlamamalıdır. Herkesin duygusuna, düşüncesine, acılarına saygı gösterilmelidir. Birbirimizin gönlünü kazanmak durumundayız. Bin yıllık bir tarih içinde yaşanmış acıların tümüne sayfı gösteriyorum. O acıları yaşayan insanların duygularına, acılarına saygı gösteriyorum. Artık biz gücümüzü geleceğe yönelteceğiz.