TRT Avaz kanalındaki Değişim programında bir Mardin belgeseli izliyorum. Bu kadim şehrimizin çok kültürlü, çok dinli yapısı haklı olarak övülüyor. İnsanlar atalarının yaşamış olduğu bu kentte kendi kültür ve inanç ortamlarında yaşamaktan, ibadetlerini özgürce yapmaktan memnun olduklarını ifade ediyorlar.
Tarihi camiler, minareler, kiliseler gösteriliyor. Süryanilerin Deyrül Zaferan Manastırı geliyor ekrana. Arkasından Mardin müftüsünün birlik, kardeşlik, hoşgörü mesajları veriyor.
Bugün artık Artuklu Üniversitesinin kullanımına tahsis edilmiş olan Zinciriye Medresesi gösteriliyor.
Kentin birbirinden ilginç ilçeleri ile ilgili bilgiler verildikten sonra müzesi, zengin yemek kültürü tanıtılıyor.
Mardinli işadamı Zeynel Abidin Bey, kentte 6-7 kültürün bir arada ve barış içinde yaşadıklarını anlatırken biz onların kiliselerinde namaz kılarız, onlar bizim cenazelerimizde saf tutarlar diyerek Mardin Müftüsünün daha önce ifade etmiş olduğu “Süryaniler bizim oruç günlerimizde dışarıda yemek yemezler” şeklindeki olgunluğun başka cephelerine ışık tutuyor.
Mardinli 90 yaşında bir kumaş boyama ustası hanımın Başbakanımızdan ödül aldığı ifade ediliyor.
Farklı kültürlerin bir arada eğlendiği geleneksel düğünlerinden bazı bölümler gösteriliyor.
Tarihsel mimari yapı içinde evlerin bir diğerinin güneşini engellememesi gerektiği gözetilerek birbirlerinin üzerine doğru inşa edildiği anlatılıp gösteriliyor.
Belgeseli izlerken daha önceki bilgilerimizle aynı hoşgörü ortamının Güney kentimiz Hatay’da da hüküm sürdüğünü düşünüyorum.
Bu kentlerin dokusuna önemli katkılarda bulunan her dinden din adamları ile o farklı kültürlerden insanların bu hoşgörü ve paylaşım ortamlarından memnun olduğunu, bu değerleri yaşatmak için üzerlerine düşenleri yaptıklarını görüp anlıyorum.
Yaşadığımız bölgelerde on yıllardır süren çatışmalardan sonra kendini gösteren barış ortamını düşünüyorum ardından.
Aynı dine ve geleneklere bağlı insanlarımızın, bazı rüzgarların etkisiyle karşı karşıya geldiği, çok sayıda canın feda edildiği, çok büyük maddi kayıpların yaşandığı bu süreçlerin hem yüreklere, hem bölge insanının huzuruna, hem bölgenin ekonomik gelişmesine ve buna bağlı olarak bölgedeki kişi başına milli gelirde ve istihdam miktarındaki kayıplarına olan etkisini düşünüyorum.
Pek çok kişinin de benim gibi "keşke olmasaydı" dediğini işitir gibi oluyorum..
Farklı dinlerden insanların huzur içinde yaşadığı kentlere sahip bir ülkenin aynı dine mensup yurttaşları keşke bu kadar sıkıntı çekmeseydi diyerek hayıflanmamak elde değil..
Mardin ve Hatay’ın uzun bir geçmiş boyunca kazandığı barış ve huzur ortamlarının kendi bölgelerimizde de kalıcı bir şekilde yerleşmesini temenni ediyorum.
*
Dün gece saat 20.00 sıralarında Cumhuriyet Caddesi üzerinde biri Telekom binası karşısına, diğeri de Belediye Camisi önüne oturtulmuş iki küçük çocuk gördüm.
Telekom karşısındaki çocuğun üzerinde ince beyaz bir tişört, önünde kağıt mendiller vardı. Belediye Camisi karşısındakinin üzerinde de sıfırın altındaki ciddi soğuğa rağmen kısa kollu bir tişört vardı ve o da sözde kağıt mendil satıyordu.
Şehrin çarşısının içindeki bu manzara gerçekten yürek sızlatıcıydı. O çocukların o halleri ile hastalanmamaları mümkün değildi ve görünen o ki, onlar oraya kendi iradeleri ile gelmemişlerdi. Onlar bunu ne düşünebilir, ne yapabilir ne de o soğukta yaparlardı.
Belli ki, onları birileri oralara oturtuyor. Nasıl razı ettiklerini bilmiyorum ama çocukların o soğuğun kendileri üzerinde yapacağı tahribattan habersiz olduklarını da biliyorum.
Kentin merkezinde ve en önemli caddesinde, en kalabalık yerlerinde oturan o çocuklarla ilgili sorumluların yalnızca onları oralara oturtan kişiler olmadıklarını da düşünüyorum.
Devletimizin Valiliklere bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma birimleriyle, Belediyelerimizin ilgili birimlerince yoksul kesimlere yönelik sosyo-ekonomik önlemler aldığını biliyor ve bu anlamda o çocukların belediye ve emniyet birimlerince denetlenmiyor, izlenmiyor olmalarını anlamakta güçlük çekiyorum.
Yetkili bir kurum o çocukların oralara nasıl, kimler tarafından ve hangi koşullarda oturtulduklarını mercek altına alabilir, gerekiyorsa ailelerine sosyal yardım sağlanabilir ve bir baskı söz konusu ise o çocuklar devlet korumasına alınabilir.
Çocukların o yürek parçalayıcı halleri yoldan geçen yurttaşların dikkatini çekiyordu, yürekleri merhamet dolu insanlar onlardan mendil alıp para yardımı yapıyorlardı. Ancak o yardımların o çocukları o noktalarda ve o halleriyle kalıcı kılacağını çok az kimse düşünüyordu.
Dileğim onları gerçekten görmesi gerekenlerin bir an önce fark etmesi ve yasaların sağladığı olanakları da kullanarak gereğini yapması.
*
Kız on iki yaşında evlendirilmiş, on üç yaşında anne olmuş ve on dört yaşında ölmüş.
Bu bölgemizde sıkça yaşanan dramlardan sadece bir tanesi. Binlerce çocuk gelin hikâyesinden sadece biri. Elbette bu yazımızın konusunu oluşturmadığı için ayrıntılarına girmeyeceğimiz binlerce baskı altındaki kadın hikâyesinden de sadece biri.
Siirt Adliyesi önünde içlerinde Van’da faaliyet gösteren derneklerin de olduğu sivil toplum kuruluşları protesto amacıyla bir araya gelmişler.
Görünen o ki, bu işe devlet el atmadığı sürece bundan sonra da çok ciddi olaylara tanık olmak durumunda kalacağız. Özellikle kırsal kesimde bu çocuk kıyımları yaşanmaya devam edecek.
O çocukların hem bedenleri, hem ruhları gözleri geleneklerle kör olmuş kimisi anne baba olan insanlar tarafından örselenmeye devam edilecek.
Bir an önce gerekli yasal önlemlerle caydırıcı cezaların getirilmesini ve bu durumdan risk grubundaki toplum kesimlerinin acilen haberdar edilmesini, bu kanayan yaranın kapatılarak duyarlı kesimlerin de acılarının dindirilmesini bekliyoruz.
17 Ocak 2014 Cuma
20:01
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz