Sağlıksız beslenmeden hareketsizliğe, aşırı tuz tüketiminden yetersiz su içmeye dek günlük hayatta yaptığımız birçok yanlış davranış böbreklerimizin sağlığını bozarken; son yıllarda gerek dünyada gerekse ülkemizde böbrek hastalarının sayısı hızla artıyor. Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı Başkanı ve Acıbadem International Hastanesi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Ülkem Çakır “Böbreklerimiz vücudumuzda zehirli maddelerin atılmasından kemik iliği ve sağlıklı kan yapımına dek birçok önemli görev üstleniyor. Bütün organlarımızın sağlıklı çalışması için böbreklerimizin sağlıklı olması gerekiyor. Oysa yanlış yaşam alışkanlıklarımızla böbreklerimizi hızla yıpratıyoruz. Ülkemizde böbrek hastalarının sayısı 9 milyona ulaştı ve her 6-7 yetişkinden biri böbrek hastası olarak karşımıza çıkıyor.” diyor. Dünya Böbrek Günü Yürütme Kurulu’nun 2021’i ‘Böbrek Hastalığıyla İyi Yaşam” yılı ilan ettiğini belirten Prof. Dr. Ülkem Çakır, 11 Mart Dünya Böbrek Günü kapsamında yaptığı açıklamada, böbrek hastaları için ‘iyi yaşamın’ 4 kuralını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Özellikle son bir yıldır Covid-19 pandemisi nedeniyle ister istemez hareketsizlik had safhaya ulaştı. Ancak gerek böbrek sağlığını korumak, gerekse böbrek hastalığıyla mücadele etmede düzenli egzersiz yapmak kilit rol oynuyor. Düzenli egzersiz; özellikle de haftanın en az üç günü yapılacak 45 dakikalık tempolu yürüyüş, böbreklerin kanlanmasında büyük önem taşıyor. Hareketsiz (sedanter) yaşamdan uzak durmak, böbrek hastalığıyla mücadele sürecinde destek sağlıyor.
Böbreklerin işlevlerini iyi yapabilmesi için en temel ihtiyacı, su! İçtiğimiz suyla kandan süzülen zararlı maddeler idrar haline getiriliyor ve vücudumuzdan ancak bu şekilde uzaklaştırılıyor. Vücudumuzda yeterli miktarda su bulunmadığında böbreklerimiz çalışmak için çok daha fazla güç harcıyor ve yıpranması hızlanıyor. Bu nedenle böbrek hastalarının yaşam kalitelerini artırmaları amacıyla her gün mutlaka 1,5-2 litre su içmeleri gerekiyor.
Dünya Sağlık Örgütü günde 5 gram, yani bir tatlı kaşığı tuzdan fazla tüketilmemesi konusunda uyarırken, ülkemizde günlük tuz tüketimi 18 gramı buluyor. Fazla tuz sağlığımız ve böbreklerimiz için tam bir düşman olduğundan tuzu azaltmak böbrek hastalığı tedavisinin en önemli basamağını oluşturuyor. Yemeklere tuz eklemeye gerek yok, zira hiç tuz eklemediğimizde bile sebzelerden 2 gram tuz alıyoruz.
Kilo almak obezitenin yanı sıra idrarda protein kaçağına da yol açıyor. Bu nedenle sağlıklı diyet ve düzenli egzersizle fazla kiloları vermek ve ideal kiloyu korumak çok önemli. Günümüzde çocuklarda da obezite hızla yaygınlaştığı için böbrek hastalığı çocuk yaşta da görülür hale geldi. Çocukların hareketsiz kalmalarının mutlaka önüne geçmek, sağlıklı beslenmeye ve spora özendirmek gerekiyor.
Dünya Böbrek Günü Yürütme Kurulu’nun 2021'i “Böbrek Hastalığıyla İyi Yaşam” yılı ilan ettiğini belirten Prof. Dr. Ülkem Çakır, “Bu yılki slogan; böbrek hastalığını en iyi şekilde yönetmenin, ancak sağlık çalışanları, hastalar ve yakınlarının birlikte bir ekip olmasıyla mümkün olacağı vurgusu yapmaktadır. Hastaların iyi yaşamasını sağlayan uygulamaların geliştirilmesinde hastalar ve yakınları ile güçlü bir ortaklığın kurulması önemlidir. Hedefimiz böbrek hastalarına bu hastalık ile iyi yaşayabileceklerine dair güven ve umut vermektir.” diyor. Günümüzde kronik böbrek hastalığı yönetimi ve tedavisindeki mevcut yaklaşımın, böbrek fonksiyonlarındaki kaybın yavaşlatılmasına odaklandığını ve genellikle hastalara çok fazla söz hakkı tanınmadan, kendilerinden sıkı diyet ve ilaç kullanım kurallarına uymalarının beklendiğini belirten Prof. Dr. Ülkem Çakır şöyle diyor: “Oysa bu hastalık merkezli yaklaşım, hastaların önceliklerini ve değerlerini tatmin edici bir şekilde yansıtmadığı için başarısız olabilir. Unutulmamalıdır ki, böbrek hastalığı ile yaşayan insanlar da, her şeyden önce iyi yaşayabilmek ve sosyal işlevselliklerini sürdürmek, kısacası yaşamları üzerinde kontrol sahibi olmak hakkına sahiptirler. Hastaya değil, hastalığa odaklı yaklaşım, hastalıklarının yönetimi ve tedavisine anlamlı bir şekilde dâhil olmadıklarından dolayı, hastaların temsiliyetini ortadan kaldırır. Hastalığın izleminde hastaların ve tedavi ekibinin birlikte hareket etmesi, hastaların tedavi sürecindeki duygu ve düşüncelerinin dikkate alınması çok önemlidir. Hastaların bu süreçte aktif olmaları, tedavileriyle ilgili daha memnun olmalarına ve böylece daha başarılı klinik sonuçların elde edilmesine yardımcı olmaktadır.”