Beyniniz yaşlanmaya hazır mı? TUİK verilerine göre; ülkemizde 65 yaş üzeri birey sayısı 10 milyon civarında ve 2040 yılında bu rakamın 16 milyonun üzerine çıkması bekleniyor. Tıp alanındaki gelişmeler de yaşam sürelerinin uzamasını sağlıyor. Toplumdaki yaşlı bireylerin oranı her geçen gün artarken, bilimsel çalışmalarla yeni soruların yanıtları aranmaya başlandı: İleri yaşlara ulaşmayı başaran bir bireyin beyni diğer organları kadar sağlıklı kalabilecek mi? Bir bireyin böbrekleri, akciğerleri, karaciğeri ve kalbi sağlıklı kalırken, beyni bu organlara oranla daha hızlı yaşlanabilir mi? Bu sorunun yanıtı ne yazık ki “evet”. Bunlarla ilişkili olarak son yıllarda üzerinde durulan “Bilişsel Rezerv Teorisi”; beynimizin bir kumbara gibi doğuştan itibaren beslenme biçimimiz, aldığımız eğitim, yaşam tarzımız ve geçirdiğimiz hastalıklar sonucunda zenginleştiği ya da fakirleştiği, bir başka ifadeyle ‘erken yorulduğu’ esasına dayanıyor. Peki beynimizi hızla yaşlandıran faktörler neler? Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Acıbadem Taksim Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Seçkin beynimizde hasar oluşturan 6 problemi anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu!
Imperial College London’da yapılan bir araştırmada; Covid-19’un bilişsel (kognitif) etkileri incelendi. Araştırmada; bu hastaların bir bölümünde Covid-19 enfeksiyon bulguları düzeldikten aylar sonra dahi devam edebilen dikkat, bellek ve odaklanma bozukluğu tarzında bir çeşit ‘zihin bulanıklığı’ tanımlandı. Yapılan IQ testlerinde ise hastaların Covid-19 enfeksiyonu öncesine oranla yüzde 10’a varan kayıp yaşadığı gösterildi. Nöroloji Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Seçkin, “Bu tablo da Covid-19 geçiren hastaların bazılarının beyinlerinin en az 10 yıl yaşlandığı anlamına geliyor ve pandemi önlemlerine sıkı sıkı bağlı kalmanın önemini bir kez daha ortaya koyuyor.” diyor.
Kolesterol yüksekliği, kalp ritim ve kapak bozuklukları, yüksek kan basıncı (hipertansiyon) ve diyabetin neden olduğu beyin-damar hastalıkları, beyni yoran önemli hastalıklar arasında yer alıyor. İyi kontrol edilemeyen şeker ve kan basıncı düzeyleri, kalp ritmini etkileyen durumlar ve damar sertliğine (ateroskleroz) neden olabilen kolesterol yükseklikleri, beynin kanlanmasını bozarak yavaş veya ani gelişen beyin hasarına yol açabiliyor. “Ani gelişen olaylar genellikle semptomatiktir, yani belirti verir. Ancak tanı konularak tedavi edilebilse de çoğu hastada beyin dokusunda ciddi kalıcı hasar oluşuyor.” uyarısında bulunan Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Seçkin, şöyle devam ediyor. “Özellikle kontrol altında olmayan diyabet ve hipertansiyon gibi durumların neden olduğu küçük damar hastalıkları ise eğer beynin kritik alanlarını, örneğin bellekle ilgili alanları etkilemediyse çoğunlukla sessiz ve sinsi seyrediyor. Küçük damarların etkilenmesi sonucunda görülen milimetrik hasarlar yıllar içerisinde birleşerek geniş bir alanın etkilenmesine neden olabiliyor ve bir çeşit bunama veya parkinsonizm bulguları ortaya çıkarabiliyor.”
Uyku, beynin dinlendiği, çöplerini boşalttığı ve gücünü tazelediği bir süreç. Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Seçkin uyku sırasında salgılanan hormonların beyin ve ruh sağlığı için büyük önem taşıdığına dikkat çekerek, “Ayrıca gün içerisinde beyinde üretilen anormal yapıdaki proteinler uyku sırasında beyinden temizleniyor. Uyku düzensizliği bu anormal proteinlerin birikerek Alzheimer hastalığına yol açan patolojik sürece katkıda bulunmasına yol açıyor. Bu nedenle uyku bozuklukları sadece beyni yoran değil aynı zamanda doğrudan Alzheimer hastalığıyla ilişkili olabilen ciddi klinik durumlardır.” diyor.
Çoğunlukla beslenme eksikliği ile ilişkili olan, ancak mide ve bağırsak hastalıkları sonucunda emilimin bozulması nedeniyle de görülebilen B1, B6, B12 ve D vitamini, folik asit gibi vitaminlerin veya demir gibi önemli yapıların eksikliği sinir hücrelerinin fonksiyonunu bozuyor ve bu eksiklik uzun sürerse, beyinde kalıcı hasara yol açabiliyor. Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Seçkin çok basit tarama testleriyle tanı konulabilen bu durumların en hızlı ve kolay şekilde düzeltilebilen sorunlar arasında yer aldığını vurgulayarak, “Ayrıca son yıllarda özellikle genetiği değiştirilmiş buğday ve benzeri tahıllarda normalden çok daha yüksek miktarda bulunan bir protein olan gluten ağırlıklı beslenmenin beyinde kronik bir yangı, yani enflamasyon yaratarak baş ağrısı, depresyon, motivasyon bozuklukları, hatta Alzheimer ve Parkinson hastalıkları gibi nörodejeneratif süreçleri tetikleyebileceği gösterilmiştir.” diyor.
Sinir hücrelerinde her saniye yüzlerce kimyasal reaksiyon gerçekleşiyor. Bu kimyasal reaksiyonların en önemli yapıtaşları arasında; sodyum, potasyum, klor ve magnezyum gibi elektrolitler yer alıyor. Beslenme yoluyla bu elektrolitlerin eksik veya fazla alınmaları, yetersiz su içmek veya kronik böbrek hastalıkları vücutta elektrolit bozukluklarına yol açabiliyor. Elektrolit dengesizliği; unutkanlık, yorgunluk ve uyuklama halinden, anlamsız konuşma hatta komaya varabilen bilinç bozukluklarına, felç benzeri kas gücü kaybına ve epileptik nöbet benzeri ataklara neden olabiliyor. Ayrıca böbrek yetmezliğinde idrarla atılamayan toksik maddeler dolaşım yoluyla beyne ulaşarak doğrudan hasar verebiliyor. Bu hasar diğer metabolik bozukluklarda olduğu gibi beyin fonksiyonlarının direkt olarak etkilenmesi şeklinde olabiliyor. Böbreklerin filtreleme görevini yapamaması sonucunda böbrekten atılması gereken ilaçların kan düzeyinin çok yükselmesi aşırı dozda ilaç almışçasına beyinde yan etkilere neden olabiliyor. Örneğin kan sulandırıcı bir ilacın böbrekten atılamaması ve kanda aşırı doza ulaşması beyin ve diğer organlarda kanamaya yol açabiliyor. Yaşlılıkta görülen böbrek bozukluklarının önemli bir bölümü yetersiz su içmeye bağlı olarak görülüyor.
Beyni erken yaşlandıran bir başka önemli etken ise; pandemide sosyal izolasyon nedeniyle çoğumuzun dert yandığı; ‘hareketsizlik’. Covid-19 pandemisindeki önlemlere uyarak hiç evden çıkmayan, hareketsiz kalan ve yoğun stres yaşayan yaşlı bireylerin Covid-19 geçirmedikleri halde bilişsel yetilerinin beklenenden çok daha hızlı bozulduğu belirtiliyor. Bu da hareketsizliğin ve stresin beynin yaşlanması üzerindeki olumsuz etkilerini gösteriyor. Ayrıca gençlik yıllarından itibaren kronik depresyon yaşayan bireylerin stres hormonlarının etkisi ile beyinlerinde bellek fonksiyonlarından sorumlu hipokampal alanlarda küçülme olabiliyor. Bu da yaşlılıkta demans riskini arttırabiliyor.
Dr. Öğretim Üyesi Mustafa Seçkin, “Beynin yorulduğunu, bir başka deyişle hasar gördüğünü gösteren en önemli işaret, işlevselliğimizin azalmış olmasıdır.” diyerek yorgun bir beynin ilk sinyallerini şöyle anlatıyor: