New York Times gazetesi, şekeri ‘zehirli’ diye tanımlayan California Üniversitesi’nden obezite uzmanı Robert Lustig’in görüşlerine dayandırılan ‘Şeker toksik mi?’ başlıklı makalede, bilim adamının haklı çıkması durumunda son 30 yılda kanser ve kalp hastalıklarının ciddi oranda arttığı Batılı ülkelerin yaşam tarzını değiştirmek zorunda kalabileceği belirtildi.
FRUKTOZ TEHLİKE SAÇIYOR
‘Şeker: Acı Gerçek’ adlı konuşması YouTube’da 800 binden fazla kişi tarafından izlenen Lustig’in ana argümanı, diyabetten kalp krizi ve kansere dek günümüzün yaygın hastalıklarının altında yatan karaciğer yağlanmasına, şekerin içindeki fruktoz bileşeninin yol açıyor olması. Bilim insanları karaciğer yağlanmasının sebebinin ne olduğu konusunda ayrılık yaşasa da, Stanford Üniversitesi’nden Gerald Reaven de deneylerin açıkça fruktoza işaret ettiğini dile getiriyor.
KARACİĞERİ YIPRATIYOR
Lustig, ikisi de früktoz içerdiği için şekerpancarından üretilen beyaz şeker ile yüksek fruktozlu mısır şurubu arasında ayrım yapmıyor. Zira bilim adamına göre, şekerin ‘toksik’ tarafı kilo aldırması değil, içerdiği fruktozun, özellikle de aşırı miktarlarda tüketilmesi halinde insan vücudu tarafından parçalanırken yarattığı etki. Buna göre, patates veya ekmek gibi nişasta, yani glükoz bazlı yiyeceklerden 100 kalori almakla, yarısı glükoz yarısı fruktoz moleküllerinden oluşan şekerden 100 kalori almak arasında dağlar kadar fark var. Lustig’in ‘eşit kalori ama farklı metabolizma’ diye tanımladığı etkiye göre, şeker (fruktoz ve glükoz) tüketilmesi, aynı kaloriyi içeren nişasta (glükoz) tüketilmesine kıyasla karaciğer açısından çok daha fazla iş anlamına geliyor.
ŞEKERLİ İÇECEKLER DAHA TEHLİKELİ
Ve eğer bu şekeri sıvı olarak tüketirseniz, fruktoz karaciğere çok daha hızlı ve fazla miktarlarda ulaşarak yağa dönüştürülüyor, nihayetinde obezitenin ve kalp krizinin ana nedenlerinden sayılan insülin direncine ve metabolik sendroma sebep oluyor. Ancak Lustig, şekerin ve yüksek fruktozlu mısır şurubunun ‘akut’ değil ‘kronik’ toksinler olduğunu söylüyor. Bu da, “Fruktozun belki 1000 yemekten sonra toksik hale gelebileceği” ve karaciğer yağlanmasına gerçekten fruktozun yol açıp açmadığının anlaşılması için çok uzun süreli araştırmalar yapılması gerektiği anlamına geliyor.
California Üniversitesi’nde yapılan bir başka araştırmaya göre ise, yalnızca 42 öğün bile bu etkiyi yapabiliyor. Lustig’in argümanını destekleyen bir diğer bulgu da, ABD’de artan şeker tüketimi oranlarıyla obezite oranlarının paralel olması. Zira 1980’lerde her yedi ABD’liden biri obez ve altı milyon ABD’li diyabet hastasıydı. Şeker tüketiminin tavan yaptığı 2000’lerin başında ise üç ABD’liden biri obez, 14 milyonu da şeker hastasıydı. Japonya gibi az şeker tüketilen yerlerde diyabet oranının düşük olması, Lustig’in argümanını destekliyor.
KANSERE DAVETİYE
Kanser oranlarının obezite, diyabet ve metabolik sendromla birlikte artması, insülin direnci ile kanser arasında da bir bağ bulunabileceğini ortaya koyuyor. Zira diyetleri Batı tarzı gıdalardan oluşmayan ülkelerde kanser oranı son derece düşük. Sözgelimi, Kanadalı araştırmacılar Inuitler arasında yapılan bir araştırmada 1966’dan önce tek bir kanser vakasına rastlamazken, 1967-1980 arasında da saece iki vaka buldu. Ancak İnuitlerin diyetleri Batılılaştıkça, özellikle göğüs kanseri oranı arttı. İnsülin direncinin tümorlerin büyümesine yol açtığına inanan uzmanların bunu şöyle açıklıyor: Fazla şeker alan bir bünyede, hücreler duyarsızlaştığı için sürekli insülin salgılanırken, kanserli hücreler kandaki insülin ve şeker oranları sayesinde büyüyüp yayılacak ‘yakıt’ı buluyor.