Bundan 7-8 ay önce 'açılım' konusunda kimsenin bırakın bir kelime etmeyi, düşünmesinin dahi mumkün olmadığı bir dönemde jüri üyeliği vazifesinde bulunduğum "Popstar Alaturka" nın canlı yayınında tüm riskleri göze alarak ve tüm yürekliliğimle "Ölüm yerine çözüm" şeklinde bir açıklamada bulundum.
Demek oluyor ki bu mevzularda kilitli kapıların anahtarı olan ilk sanatçı benim. Benim anahtarımla açtığım kapıdan sonra açık kapıdan herkes kolaylıkla içeri girer. Nitekim şu anda olduğu gibi..
Gelelim halen korkuyla rengini belli edemeyenlere..
"Başım ağrıyor, dişim kötü.. Fransa'dayım" diyerek bazı düşünceleri sadece sözde kalan ve toplantıya davet edildikleri halde katılmayan sanatçıları da biliyoruz..
Bugün basın organlarında çıkan haberlere netlik kazandırmak adına ifade etmek isterim ki;
TC. cumhuriyetinin sayın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan beyefendi 50-55 dakikalık bir süreçle her kelimesi ve cümlesinde sanatkarları yere göğe koyamayan, taltif ve takdirlerini sunan bir açılış konuşması yaptı.
Bende bunun üzerine söz alarak sayın başbakanıma o gün "Bugüne değin sanata sanatçıya gereken değeri veren en büyük Türk M.Kemal Atatürk, rahmetli Turgut Özal ve siz varsınız.. Biz sanatçılar Allah'ın şanslı kullarıyızdır. Allah yarattığı her canlıyı çok sever ama insanoğluna bambaşka bir değer verir. Allahın lütfuna mazhar olmuş bazı insanlar vardır. Ses güzelliği gibi, oyunculuk kabiliyeti gibi, sanat ruhu gibi meziyetlere sahip bizler yani sanatçılar sade vatandaşlardan farklı insanlarız.
Bizler vatanımızı yurtdışı sahnelerinde temsil eden insanlarız.. Dolayısıyla yeşil pasaport sahibi olmamız, VIP salonundan rahatça geçmek yahut sağlık sorunlarımızın devletimizin himayesi altında olması gibi haklara sahip olmamız gerekmez mi?.." dedim.
Konuşmama sanatımızın üstadlarından ve en önemli şahsiyetlerinden, devlet sanatçısı payesiyle ödüllendirilmiş Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça hocamın sağlık sorunlarına Koç ailesinin sahip çıktığını örnek göstererek devam ettim ve "Bu normal midir? Bunu devletimizin üstlenmesi gerekmez mi efendim?" diye bir soru sordum.
"Ayrıca yanınızda sayın Kültür bakanı oturuyor. Duyuyorum ki klasik Türk müziği devlet korusunda yaş haddinden dolayı bazı sanatçılarımıza biraz el çektiriliyormuş. Aktiviteleri daraltılmış vaziyette imiş. Şunu göz ardı etmeyin ki sanatın sanatçının yaşı olmaz" şeklinde konuştum..
Sonra konuşmama "Ben 70'li yıllarda sahneye çıktığımda 13. Asır Abdülkadir Narabi'den bu yana klasik ve neoklasik ekoldeki eserleri bir konsertist edasıyla içkili gazinolara taşıyan reformist bir sanatçı oldum." şeklinde devam edince TC. devleti sayın başbakanımız bendenize tüm yaşamım boyunca onör duyacağım şu açıklamada bulundu..
"Sizin icra etmekte olduğunuz musikiyi biz çok seviyoruz. Şunu söylemek isterim ki sizinle tanıyıp sevdiğimiz Buhurîzade Mustafa Itri Efendi'nin Segah-Yörük Semai eseri "Tut-i Mucize-i Guyem Ne Desem Laf Değil" klasik eserini benim 3 yaşındaki torunum bile sizden duyup şuanda ezbere okuyor.."
Sayın başbakanım bu açıklamasıyla bendenize ve sanatıma duymuş olduğu taltif ve takdirlerini son noktayı koyarak ifade etti. Ve bende bir sanatkarın ulaşabileği büyük mutluluk ve gururla, salonda bulunan tüm sanatkar arkadaşlarımın da huzurunda sayın başbakanıma teşekkür ve saygılarımı arz ederek konuşmamı noktaladım.
Yazılan haberde Emel Müftüoğlu'nun ben konuşurken "Burayı popstarı çevirdiniz, şahsi isteklerinizi dile getirmeyin.." şeklinde bir şeyler söylediği belirtilmiş.
Ben o anda Emel Müftüoğlu'nun ağzından böyle bir konuşma işitmedim.. Kendisi beni çok sever. Bende kendisini çok severim. Kaldı ki insanlar fikirlerini demokrasilerde saygı çerçevesinde söyleyebilirler. Ama ümit ediyorum ki Emel hanımefendi böyle bir konuşma yaptıysa bu konuşmamdan sonra aydınlanacaktır.
Bülent Ersoy