HABER

Bunları biliyor muyuz?

Bunları biliyor muyuz?

Kur'an-ı Kerim ve Hz. Muhammed'in (SAV) hayatı hakkında bize yol gösterecek, belki yeni ufuklar açacak, bazılarını daha önceden bildiğimiz bir kısmını yeni duyacağımız; bilgiler, anekdotlar, sureler, rivayetler...

İlk inen ayetler hangileriydi?

Alak suresinin 5 ayetidir;

1. Oku O yaratan Rabbinin adıyla!

2. İnsanı bir kan pıhtısından yarattı!

3. Oku, O, cömertliğinin sonu olmayan Rabbindir!

4. Kalem ile (yazmayı) öğreten de.

5. O, insana bilmediği şeyleri öğretti.


İlk Müslümanlar Hz.Hatice, Hz.Ali, Zeyd b. Hârise ve Hz.Ebu Bekir'dir.


İlk vahiy, Miladî 610 yılında, Hz. Peygamber, kırk yaşında iken, Mekke yakınındaki Nûr Dağı'nda ve Kadir Gecesi'nde gelmiştir.


Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Mekke'deki Mescid-i Haram'ın içinde bulunan, Hz.İbrahim ile oğlu Hz.İsmail (A.S.) tarafından inşa edilmiş olan mukaddes ma'bettir.


Kâbe’nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen büyük mescide “Mescid-i Haram” denilmektedir.


Bahsedilen sûre Nur Suresi'dir.

Medine döneminde inmiştir. 64 âyettir. Adını 35. ayette geçen Nur'dan alır

35- Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile, neredeyse aydınlatacak (kadar berrak) tır. Nur üstüne nur. Allah dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.


Soru: Her gece 30 ayetini okuyan kimseyi kabir azabından koruyan sûre hangisidir?

Cevap: Mülk sûresi


Soru: Nazil olduğu zaman 70 bin meleğin arza indiği sure hangisidir?
Cevap: En’am suresi


Soru: Peygamber efendimizin beni yaşlandırdı buyurduğu sûre hangisidir? Cevap: Hud suresi

Rivayete göre, bu ayetin geçtiği Hûd Suresi için Efendimiz s.a.v. “Hûd suresi beni ihtiyarlattı.” buyurmuştur. Hatta anlatıldığına göre salihlerden birisi, rüyada gördüğü Peygamberimiz s.a.v.’e; “(Ey Allah’ın Rasûlü s.a.v. ) senin Hûd Suresi beni yaşlandırdı.’ dediğin söyleniyor.” demiş. O da “Evet.” diye tasdik etmiştir. O zat merakla, “O surede seni yaşlandıran nedir, Peygamber kıssalarıyla kavimlerin helâki mi?” diye sorunca, Efendimiz s.a.v. yukarıda geçen ayeti kastederek buyurmuştur ki; “Hayır. ‘Emrolunduğun şekilde dosdoğru hareket et.’ sözüdür.” (Ruhu’l-Beyan)


Ev halkı anlamına gelen bu terim İslâm tarihinde Hz.Peygamber'in aile fertleri için kullanılmıştır. Ev halkı ya da ehl-i beyt ifâdesiyle aileyi teşkil eden ev sahibi, onun eşi, çocukları ve torunları anlaşılmaktadır. Kur'ân'da ehl-i beyt terkibi, üç yerde geçmektedir. Bunların birinde Hz. İbrahim'in (Hud, 11/73) birinde Hz. Musa'nın (Kasas, 28/12), birinde de Hz. Peygamberin ev halkına işaret edilmiştir.

Hz.Peygamberin ehl-i beytini gösteren âyet meali şöyledir: "Evlerinizde oturun, eski cahiliyye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın, namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Rasûlüne itaat edin. Ey ehl-i beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzâb, 33/33)

Hz. Peygamber'in ehl-i beytine kimlerin dahil olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Ehl-i sünnet âlimlerinin bir kısmına göre ehl-i beyt kapsamına sadece Hz.Peygamber'in hanımları dahildir. Diğerlerine göre Allah Rasûlü'nün eşleri, çocukları, torunları Hasan ve Hüseyin ile damadı Hz. Ali'dir. Şii âlimlere göre ehl-i beyt kapsamına Hz. Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin girer.


Soru: Başından ve sonundan ayetlerin okunup ezberlenmesi deccalden koruyucu olan sure hangisidir?

Cevap: Kehf suresi


Soru: Peygamber efendimizin Kuran'ın üçte birine denk buyurduğu sure hangisidir?
Cevap: İhlas suresi


Peygamberimizin kabri Medine'de, Mescid-i Nebevî'de bulunmaktadır.

Mescid-i Nebevî Hicret'ten sonra Medine'de Hz.[Muhammed bin Abdullah] (S.A.V.) ve ashabı tarafından inşa edilen mescid. Nebevî peygambere ait demektir. Dolayısıyla tamlamanın anlamı Peygamber Mescididir. Peygamberin kabrini ihtiva eder. Mekke'de bulunan Mescid-i Haram'dan sonra Müslümanlara göre ikinci en kutsal mescittir.
Mescid-i Nebevî ya da Mescidi Nebi ilk inşasında basit yapılıydı. Hurma kütüklerinden sütunları, hurma dallarından çatısı, taşlartan duvaları vardı. Hemen bitişiğindeki ev kısmı da (bugün kabirdir) kerpiçtendi. Minberi, mihrabı yoktu. Hz. Peygamber (S.A.V.) Cuma hutbelerini minber olmadığından bir ağaç kütüğünün üstünden okurdu. Bir bölümü Suffe denilen fakirler ve öğrencilere ayrılmıştı.

654 yılındaki deprem ve yangında bu mescid yanmıştır. Emeviler, Abbasiler, Memlükler ve Osmanlılar dönemlerinde yeniden yapılmıştır. Bugün içinde Hz.Muhammed(S.A.V) kabrinin bulunduğu mesciddir. Ebu bekir (R.A.) ve Ömer (R.A.)'in kabri de buradadır.


Peygamber efendimizin hicretini anlatan süre hangisidir? Cevap: Tevbe sûresi


Peygamber efendimizin Kuran'ın zirvesi buyurduğu sure hangisidir?
Cevap: Bakara suresi


Sözlükte "bir şeyi kesinleştirmek, takdir etmek, pay ve parçalara ayırmak, belirlenmiş şey ve pay" anlamlarına gelen farz, bir fıkıh terimi olarak, Allâh ve Rasulü tarafından kat'î bir delille emredilen fiil ve amel demektir. Fakihlerin çoğunluğuna göre, farz ile vacip aynı manada kullanılmaktadır. Ancak Hanefîlere göre, farz ile vacib birbirinden farklı olarak kabul edilmiştir. Buna göre farz, Kur'ân âyeti veya mütevatir sünnet gibi kesin olarak sabit olan bir nassla, açık bir şekilde yapılması emredilen fiil ve amellerdir. Farzı yapan sevap kazanır, özürsüz olarak yapmayan azabı hak eder, inkâr eden ise dinden çıkmış olur.

Farz, mükellefin ifa sorumluluğu açısından farz-ı ayın ve farz-ı kifâye şeklinde ikiye ayrılır. Farz-ı ayın, beş vakit namaz, oruç gibi, her mükellefin yapması gereken farz demektir. Farz-ı ayın, bazılarının yapmasıyla diğer mükelleflerden düşmez. Farz-ı kifâye, toplumsal, sosyal bir vazife mahiyetinde olup, bazı mükelleflerin yapmasıyla diğerlerinin yapması gerekmeyen farz demektir. Cenâze ile ilgili vazifeler ve cenâze namazı, bazı mesleklerin icrası bunun örneğini teşkil eder. Farz-ı kifayenin sevabı, yalnız onu işleyene aittir. Toplumda farz-ı kifayeyi ifa edecek ikinci bir kişi bulunmazsa, artık bu farz, o kişi için farz-ı ayına dönüşür. Meselâ, cenâzeyi yıkayabilecek tek kişinin bulunması halinde, bunun yıkaması farz-ı ayın olur. (İ.P.)


Sözlükte "ölçmek, tahmin etmek ölçüp takdir ederek tayin etmek; gücü yetmek ve kudret" anlamlarına gelen kader, din ıstılahında, Allah'ın ebede kadar olacak şeyleri zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, nasıl ve ne zamanda olacaklarsa onların tamamını ezelde bilip o şekilde sınırlaması ve takdir etmesine denir.

Bu durumda kader Allah'ın ilim sıfatını ilgilendirmektedir. O halde kader, Allah'ın ilmi doğrultusunda, kainatı ve ondaki her çeşit yaratığı belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilâhî bir kanundur. Bu konuda Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık." (Kamer,54/49); "O'nun katında her şey bir ölçüyledir."(Ra'd,13/8); "Kâinatta mevcut her şeyin hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir miktar ile indiririz." (Hicr,15/21); "Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mahlûkatın mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir."(Furkân,25/2) (F.K.)


Farsça âb (su) ve dest (el) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen abdest kelimesi, "el suyu" anlamına gelir. Abdest kavramı Arapça'da "güzellik ve temizlik" manasına gelen vudû' kelimesiyle ifade edilir.

Namazın şartlarından birisi olan abdest, namaz ve Kabe'yi tavaf, tilavet secdesi gibi bazı ibadetleri yapmak için, vücudun belirli uzuvlarını usulüne uygun olarak yıkamak veya meshetmektir. Abdest müstakil bir ibadet olmayıp, belli ibadetleri yapmak için vasıta niteliğinde bir ibadettir. Manevî temizlik ve namaz başta olmak üzere ibadetlere ruhen ve bedenen hazırlık mahiyetinde olan abdest, aynı zamanda maddî bir temizlenme vasıtasıdır.

Mâide sûresinin 6. âyetinde, abdestin namaz için farz kılındığı bildirilmekte ve rükünleri (farzları) sayılmaktadır. Âyette zikredilen abdestin farzları; yüzü yıkamak, kolları dirseklerle beraber yıkamak, başı meshetmek ve ayakları topuklarla birlikte yıkamaktır. Bu şartlara Şafiîler, niyet ve tertibi; Hanbelîler, tertip ve uzuvların peşpeşe yıkanmasını; Malikîler, niyet ve uzuvların ardarda ovalanarak yıkanmasını ilave ederler. Bu şartlara riâyet edilerek alınan abdestin sahih olabilmesi için, abdest uzuvlarında kuru yer bırakılmaması ve deri üzerinde suyun temasını engelleyecek bir şeyin bulunmaması gerekir.

Usul ve adabına uygun bir şekilde abdest şöyle alınır: Abdeste niyet ve besmele ile başlanır, parmak aralıkları da dahil eller bileklere kadar üçer defa yıkanır, dişler temizlenir, ağza ve buruna üçer defa su verilip yıkanır. Yüz ve dirseklerle beraber kollar üçer defa yıkanır. Sağ el ıslatılarak elin içiyle başın üstü bir defa meshedilir. İki elin içi ile başın tamamının meshedilmesi daha iyidir. Eller ıslatılarak parmaklarla kulakların içi ve dışı, sonra da ense birer defa meshedilir. En son olarak da, üç defa ayaklar topukları ile birlikte yıkanır. Yıkamaya sağ uzuvlardan başlamak, suyu iktisatlı kullanmak, abdest esnasında ve sonunda dua etmek, kelime-i şahadet getirmek abdestin sünnetlerindendir.

Kişinin önünden ve arkasından herhangi bir şeyin çıkması, vücudun herhangi bir yerinden kan ve irin gibi şeylerin akması, ağız dolusu kusmak, bayılmak, delirmek, uyku ve sarhoşluk gibi şuuru engelleyen durumlar abdesti bozar. (İ.P.)


Namaz Farsça bir kelime olup, Arapça'daki salât kelimesinin karşılığıdır. Sözlükte, dua, istiğfar, övgü anlamlarına gelen salât, dinî bir kavram olarak, İslâm'ın beş temel esasından biri olup, belli eylemler ve rükünleri bulunan özel bir ibadettir. Namaz, içerisinde zikir, tesbih, dua, kıyam, rüku, secde gibi alt ibadetleri toplayan önemli bir ibadettir. Namaz amellerin Allah'a en sevimli olanı, müminin miracıdır. Namaz, insana devamlı olarak Allah'ı hatırlatır, kalplere sorumluluk duygusunun yerleşmesini sağlar, kötülük ve günahla, kişi arasında bir perdedir. Namaz insanın maddî ve manevî temizliğinin vasıtasıdır.

Hanefîlere göre namazlar; farz, vacip ve nâfile olmak üzere üçe; farz namazlar ise, farz-ı ayın ve farz-ı kifâye olmak üzere ikiye ayrılır. Farz-ı ayın olan namazlar, her gün beş vakit kılınan namazlar ile Cuma namazı olup, buluğ çağına erişmiş, akıllı her Müslümana farzdır. Terk edilmesi, kılınmaması büyük günahtır. Günlük farz namazlar, sabah namazı 2 rekat, öğle namazı 4 rekat, ikindi namazı 4 rekat, akşam namazı 3 rekat ve yatsı namazı 4 rekat olmak üzere toplam 17 rekattır. Cuma günleri öğle vaktinde kılınan Cuma namazı, cemaatla kılınmakta olup 2 rekattır. Farz-ı kifaye olan namaz ise, Müslüman öldüğünde kılınması gereken cenaze namazıdır. Müslümanlardan bir kısmı kıldığında diğerlerinden bu farz düşer. Kılınmadığında, o bölgedeki bütün Müslümanlar günahkar olur.

Vacip namazlar, vacip oluşu kulun fiiline bağlı olmayan (li aynihî vacip) ve vacip oluşu kulun fiiline bağlı olan (li gayrihî vacip) olmak üzere ikiye ayrılır. Li aynihî vacip, vitir namazı ve bayram namazlarıdır. Li gayrihi vacip ise, adak namazı, bozulan nâfile namazının kazası ve sehiv secdesidir. Bunlar aslında vacip olmamakla birlikte, ya kişinin adamasıyla ve nafile olarak başladığı bir namazı bozmasıyla veya namazda yapmış olduğu bir hata sebebiyle vacip olmuştur.

Farz ve vacip namazların dışında kalan namazlar ise nâfiledir. Namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler; tahiyyatü'l-mescit, kuşluk, teheccüt gibi müstehablar ve kişinin kendisinin kılmış olduğu fazladan namazlar nâfile kapsamında yer alır.

Namazın kişiye farz olmasının şartları, Müslüman olmak, buluğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir. Buna namazın vücup şartları denir. Namazın sahih ve eksiksiz bir şekilde kılınabilmesi için, bir takım farzları, vacipleri, sünnetleri ve âdâbı bulunmaktadır.

Farzları yerine getirmemek namazın bozulmasına sebep olur. Vaciplerin terki ise, eğer unutma veya hata ile yapılırsa sehiv secdesi yapılması gerekir; bilerek terk edilmesi hâlinde namazın yeniden kılınması vacip olur. Sünnetlerinin ve âdâbının terk edilmesi ise, namazı bozmadığı gibi, sehiv secdesi veya kazası da gerekmez. Ancak bunların fazilet ve sevabını kaçırmış olur. (İ.P.)


İmsak vaktinden iftar vaktine kadar yemek, içmek ve cinsî münasebetten uzak durmak demektir. İmsak vakti, başka bir deyişle oruç yasaklarının başlama vakti, fecr-i sâdık, yani tan yerinin ağarmasıdır. Bununla yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda sahurun sona erip, orucun başladığı vakittir. İftar vakti ise, oruç yasaklarının sona erdiği, güneşin batma vaktidir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti girmiş olur.

Akıllı, buluğ çağına erişmiş Müslüman'ın Ramazan orucunu tutması farzdır. Ancak oruç tutamayacak kadar hasta olanlar ile yolculukta bulunanlar oruç tutmayabilirler. Hastalar iyileştiklerinden, yolcular da memleketlerine döndükten sonra tutmadıkları oruçları kaza ederler. Hasta olan kişinin iyileşme ihtimali yoksa, tutmadığı her gün için bir fidye verir; yani bir fakiri bir gün doyurur. Hayız ve nifas halindeki kadınlar, bu günlerinde oruç tutmayıp daha sonra gününe gün kaza ederler.

Ramazan orucunu kasten ve isteyerek bozan kişi, bozduğu orucu kaza eder ve keffaret öder. Orucun keffareti, iki ay üst üste oruç tutmak, buna gücü yetmezse 60 fakiri doyurmaktır.

Adak oruçların tutulması ile bozulan nafile oruçların kaza edilmesi vaciptir. Bunların dışında kalan ve mekruh olmayan oruçlar ise nafile oruçlardır.

Ramazan Bayramının birinci günü ile Kurban Bayramının dört gününde oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Muharrem ayının sadece onuncu gününde, yalnız cuma veya cumartesi günlerinde oruç tutmak, yılın tamamını oruçlu geçirmek ve akşam iftar etmeksizin birleştirerek oruç tutmak ise tenzihen mekruhtur. (İ.P.)


Evlilik dışı cinsel ilişki anlamına gelmekte olup, dinen kesinlikle yasaklanmış büyük günahlardandır. İslâmî hükümlerin gerçekleştirmeye çalıştığı ve nassların açıkladığı hakîkî ve gerçek 5 maslahattan birisi de neslin muhafazasıdır. Neslin korunması, bütün insan türünü korumak ve yeni nesillerin yetiştirilmesi anlamına gelir. Bu ise, ancak evlilik hayatının düzenlenmesi ve evlilik hayatına, kişilerin ırz ve namuslarına yönelik saldırı ve tecavüzlerin önlenmesiyle gerçekleşir.

Bu nedenle zinâ, en şiddetli bir şekilde yasaklanmıştır. Çünkü zinâ, sadece tarafları ve onların yakınlarını ilgilendiren şahsî bir suç değil, bütün toplumu ilgilendiren; toplumun temel taşını oluşturan aileyi kökünden sarsan, insanlardaki namus ve iffet duygusunu rencide eden, ahlâksızlığın yaygınlaşmasına neden olan sosyal bir suç, cinayettir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Zinâya yaklaşmayın, çünkü o bir hayasızlıktır. O ne kötü bir yoldur." (İsrâ, 17/32) denilmek suretiyle zinânın çirkinliği ve kaçınılması gerektiği bildirilmiştir.

Zinânın önlenebilmesi için sadece zinâ değil, zinaya götüren sebepler de yasaklanmıştır. Nitekim Yüce Allah, "Ahlâksızlığın açığına da gizlisine de yaklaşmayın." buyurmaktadır (En'âm 6/151). Bu çerçeveden olarak, zinaya götüren ve zinayı kolaylaştıran yollardan uzak durulmalı, cinsel duyguları tahrik edici ve sömürücü yayın ve telkinlerden küçükler ve gençler korunmalıdır. Ayrıca fertlerin manevî eğitiminin sağlanması ve evlilik müessesesinin korunması zarûrîdir. (İ.P.)

En Çok Aranan Haberler