TAKİP 3
Liam Neeson'ın inatçı kötü adamlarla olan takibi bu hafta nihayete eriyor. Üçlemenin son halkası, en uzunu aynı zamanda (109 dakika). Neeson bir kez daha emekli gizli operasyon ajanı Bryan Mills olarak karşımızda, ve yine inandırıcı. Önceki maceralarda kaçırılan kızı ve karısı için şehirlerin (ikincisinde İstanbul) altını üstüne getiren Mills, bu kez daha büyük bir trajedinin içinde buluyor kendisini. Eski karısını vahşi bir cinayete kurban veriyor. Üstelik polis cinayetin faili olarak onu görüyor. Kaçıyor elbette. Son bir intikam yolculuğuna çıkıyor, bir yandan da kendini hayata bağlayan tek şeyi, kızını korumaya çalışıyor. Sonuçta yine Luc Besson'un senaristlerinden biri olduğu bir film bu ve beğenmeyeni de çok olacaktır.
Ama Neeson'ın tüm dövüş sahnelerini dublörsüz çektiği ve yönetmen Olivier Megaton'un başarılı bir işçilik çıkardığı söyleniyor. stelik kadro da öncekilere oranla daha zengin. Oscarlı Forest Whitaker ve Dougray Scott ilk göze çarpanlar. Aksiyon ve gerilim sevenler, hele serinin ilk iki filmini beğenenler kaçırmamalı.
YILDIZ HARİTASI
Eskiden her filmiyle olay yaratan, son dönemde ise fantastik unsurlardan görece arındırılmış daha rafine öykülere meyletmiş bir usta David Cronenberg. Kimilerine göre çektiği iyi filmler çok geride kaldı. "Cosmopolis" dışında aslında hala pek boşu yok yönetmenin. Viggo Mortensen'le işbirliğinin ürünleri "A History of Violance" ve "Eastern Promises"a kötü denebilir mi? Evet belki, 80'lerdeki "Videodrome", "The Fly", "Dead Ringers" gibi öncü filmlere imza atamıyor artık ama hangi eski usta atabiliyor ki? "Yıldız Haritası"na dönecek olursak, Hollywood tarzı yaşam biçimine bu denli etkili bir tokatı yakın zamanda hatırlamıyorum. Bir tür "paralel hayatlar" filmi bu. Ayrı öyküler gibi ama hepsi, bütünün birer parçası. Jullianne Moore'a 67. Cannes Film Festivali'nde "en iyi kadın oyuncu" ödülü kazandıran Havana Segrand ile tanıştırıyor bizi. 4 kez aday olup kazanamadığı Oscar'a beşinci adaylığı kapıda sanki.
Havana histeri ile hırsı birbirine karıştırmış. İlerleyen yaşına rağmen istediği rolü kapabilmek için yapmayacağı şey yok. Onun sinir krizleri, Hollywood semalarında çığlıklar eşliğinde yankılanırken Agatha Weiss ile tanıştırıyor film bizi. Yeni kuşağın en önemli yeteneklerinden Mia Wasikowska'nın hayat verdiği Agatha, eski yıldız aktrisler gibi kadife eldivenler takan, Hollywood'a ünlü olmaya gelmiş bir genç kız. Beri yanda şöhretler kaldırımında yıkılmak üzere olan ünlü aileler. Gerçek hayattaki ünlülerden oluşan bir resmi geçit. Hepsine yer vermiş Cronenberg, hiç bir zaman adamı olmadığı bir sistemin eleştirisini sunmak için. Üstelik filmin tamamını da kariyerinde ilk kez tamamıyla ABD'de çekmiş. Onları evinde vurmak ister bir hali var Kanadalı ustanın. Oyuncu kadrosunda Olivia Williams, John Cusack ve Robert Pattinson gibi kalburüstü isimler de mevcut.
ÇALSIN SAZLAR
Filmin ismini ilk gördüğünüzde aklınıza, 1984 tarihli, Müjdat Gezen-Perran Kutman komedisi gelebilir. Gelmesin. Bu farklı bir hikaye. Bir aşk üçgeni var. İki kafadar genç, aynı kadına, bir şarkıcıya aşık oluyor. Gençlerden biri klarnetçi, dolayısıyla şansı fazla gibi görünebilir. Görünmesin. Aşk bu. Kim bilebilir ne olacağını? Klarnetçiyi, uzun süre bu enstrümanı çalabilmek için ders alan Caner Cindoruk, diğer genci Engin Hepileri oynuyor. Arzu nesnesi rolünde ise Belçim Bilgin var.
Genç seyirci kitlesi hedef alınmış belli ki. Ama bir sorun var. Aşk, dram ve komediyi birleştiren, dahası trajik hayatları kesiştiren yerli ve yabancı çok sayıda film izledi o genç seyirci. Müzikler tamam ama, bu konularda bir artısı daha olmalı filmin. O da var.
Filmin yönetmeni, tam bir Yeşilçam ustası. Geçmişinde "Züğürt Ağa", "Selamsız Bandosu" gibi filmler bulunan kaç ustamız kaldı ki? Nesli Çölgeçen'in, farklı bir kurgu denediğini söylediği yeni filmi kesinlikle merak uyandırıcı.
BANA MASAL ANLATMA
Şöyle söyleyelim: Filmin yönetmeni, televizyon fenomeni 'Leyla ile Mecnun"un senaristi. Dolayısıyla zekici yazılmış komik sahneler beklentimiz mevcut. Filmin başrollerinden birini, bir başka ekran fenomeni "Behzat Ç."den yadigar Fatin Artman oynuyor. Onu, "Komiser Harun" karakteri dışında izlemek keyifli olabilir. Yetmedi mi? O zaman şöyle buyrun: Hikaye Suriçi semtinde geçiyor. Dolmuş şoförü Rıza ile tanıştırıyor film bizi.
İyi kalpli, bir o kadar da çekingendir Rıza. Razıdır çünkü olan bitene, hayatın getirdiklerine. Fakat aşk ile tanışır. Ayperi'dir onun ismi. Beyaz atlı prensini arayan bir prensestir o. Acaba Rıza, o prens olabilecek midir? Burak Aksak'ın senaryosunu yazıp yönettiği filmde Hande Doğandemir, Devrim Yakut, Erdal Tosun, Sadi Celil Cengiz de var.
BEYAZ TANRI
Ya Tanrı bir gün meleklerini gönderirse? Ya da bir gün sokak köpekleri ayaklanırsa? 67. Cannes Film Festivali'nde "Belirli Bir Bakış"ın büyük ödülünü kazanan film, Macaristan'ı en iyi yabancı film Oscar'ı yolunda temsil ediyordu ama son dokuza kalamadı. Sırtını tam anlamıyla dev bir metafora yaslayan filmde, sokak köpeklerinin insanoğlunun acımasızlığına isyanı anlatılıyor.
Bunu, yönetmenin ırkçı ve aşırı sağcı diğer görüşlere başkaldırışı okumak pekala mümkün.
Sevimli Hagen, Lili'nin en yakın dostudur. Annesi seyahate çıkınca 13 yaşındaki Lili, ayrı yaşayan babasının evine yerleşir.
Ama Macaristan'da yeni çıkarılan bir yasa, melez köpek sahiplerine ekstra külfet getirir. Sokaklar, bir anda saf ırk olmayan köpeklerin işgaline uğrar. Hagen'in kaderi de yazılmıştır. Kaderinde, köpek yakalayıcılarından, dilencilerden, köpek dövüştürenlerden kaçacağı bir hayatta kalma mücadelesi vardır. Ama dahası da yatar kaderinde. Bir isyana liderlik etmek! Filmekimi'nde de gösterilen filmin açılış sahnesinin ve finalinin özellikle beğenildiğini belirtelim. Şimdi Kadıköy sokaklarında bir sokak köpeği olmak vardı...