HABER

Centenary Elması (Yüzüncü Yıl Pırlantası)

Centenary Elması (Yüzüncü Yıl Pırlantası)

Yeryüzünde karbon oluşumu devam ettiği sürece, her zaman için keşfedilecek büyük pırlantalar da olacaktır. Bunun kanıtlarından biri de, 1988 yılında bulunan ve dünyaya De Beers 100. Yıl şöleninde açıklanan mükemmel bir renge sahip 599-karatlık Centenary adıyla anılan pırlantadır.Bu pırlanta, lazer cihazının De Beers madenin duvarları içinde büyükçe bir kütle olduğunu tespit etmesiyle bulunmuştur. Taşlanıp parlak bir pırlanta haline getirilerek hayat bulması için usta bir pırlanta tıraşçısının bulunması gerekiyordu.


İşlenmemiş taş düzensiz girintili çıkıntılı bir şekle sahip olduğundan, onun iç güzelliğini taşa tümüyle zarar vermeden ortaya çıkarmak ancak büyük hünere sahip bir pırlanta ustasının işi olabilirdi. De Beers, bunun için dünyanın en ünlü taç kesicilerinden olan Gabi Tolkowsky ile anlaştı. Tolkowsky’nin karar vermesi gereken ilk şey onu nerde ve nasıl keseceğiydi. Sonunda, taşın alışılmadık biçimde orantısız olan şekline rağmen, onu parçalamadan tek bir taş olarak büyük bir pırlantaya dönüşecek biçimde kesmeye karar verdi.


Bu karar Tolkowsky için hiç de kolay bir karar değildi, çünkü bu estetik tercihin ötesinde taşın kesilmesi, yani yıldırıcı zorlukta bir işlem vardı. Tolkowsky kendisine Centenary üzerindeki çalışması hakkında soru sorulduğunda pırlantasın kendisini etkisi altına aldığını söylüyordu. Bu taşta onun avucunun içi gibi bilmediği tek bir girinti bile yoktu. Tolkowsky, ısı ve titreşimlerin taşın berraklığına zarar verebileceğinden korktuğu için Centenary’i kesmek için testere ya da lazer bıçağı kullanmak istememişti. Bu nedenle, bunun yerine eski zamanlardan beri ustalığın timsali olmuş ve insanlarda saygı uyandıra gelmiş bir metot olan elle kertme (kesme) yönetimini seçmişti.


Tolkowsy, tamı tamına yüz elli dört gün uğraştıktan sonra bu büyük taşın elli karat kadar azaltmıştı. “Kibrit kutusu” şeklindeki orijinal taştan arta kalan 520 karatlık bir pırlantaydı. Taşlayıp parlatma işlemi tamamlandığında bu hayret verici müthiş mücevher 273 karat geliyordu. Her ne kadar “Afrika’nın Büyük Yıldızı” ve “Afrika’nın İkinci Büyük Yıldızı ” büyüklükte onu geride bırakıyor olsa da, Centenary, dünyanın modern yöntemlerle kesilmiş en büyük pırlantası olma ayrıcalığına sahiptir.


1905 yılında sıcak bir gün sona erdiğinde, Güney Afrika’daki Premier maden ocağında bir madenci toprağın için parlak bir nesne olduğunu fark etti. Yanındaki cep çakısı onu yerinden çıkarıp madenin müdürüne götürmesine yetmişti. Önemsiz gibi görünen bu olay, tüm zamanların en büyük pırlanta keşiflerinden birinin başlangıcıydı. Bulduktan sonraki sorun, irice bir greyfurt büyüklüğündeki bu pırlantanın ne yapılacağıydı.


Hiçbir alıcı çıkmayınca, pırlantanın İngiltere Kralı VII. Edward’a hediye olarak verilmesine karar verildi. Çok ilginçtir ki, Kral da, bu kadar büyük bir pırlantaya ne yapacağını bilememenin şaşkınlığını yaşamıştı. Sonunda mantık baskın geldi ve bu büyük taş kesilerek iki parçaya bölündü: bunlardan birine Cullinan I denilirken diğerine ise Cullinan II olarak adlandırıldı. Bu iki taştan büyük olanına (Cullinan I) daha sonra “Afrika’nın Büyük Yıldızı” adı verildi.


Bölünmüş pırlantanın eski büyüklüğü ile karşılaştırılamayacak kadar ufalmış olmasına rağmen, bu haliyle bile oldukça büyük olduğunu belirtmek gerekir (en geniş noktalarındaki boyutları 2,3 x 1,7 inç olarak ölçülmüştür). Cullinan’ın kesimi o kadar başarılıydı ki bu iki mücevher İngiltere Tacının süsleyen mücevherlere dâhil edildi.


Kral Edward’ın kraliyet mücevherlerinden sorumlu saray kurumcuları, hükümdarlık asasını bile Afrika’nın Büyük Yıldızını içine alacak biçimde yeniden tasarımlayıp bu pırlantayı onun üzerine monte edecek kadar ileri gitmişlerdi. 1,7 x 1,5 inç ebadındaki mütevazı ölçülere sahip olan Cullinan II ise, Britanya İmparatorluğu’nun Devlet Tacı’nın ön yüzüne yakışacak bir biçimde monte edilmiştir.


Bugün inanması zor olsa da bir zamanlar Güney Afrika’da yaşayan insanlar gökyüzünde başlarının üzerinde uçan kuşların yere pırlanta düşürdüklerini düşünürlerdi. Bu inanış 83,5 karatlık bir pırlanta olan Güney Afrika Yıldızı’nın keşfinden sonra değişti. O zamanki Güney Afrika Parlamentosunun bir toplantısı esnasında bir konuşmacı Güney Afrika Yıldızı isimli bu meşhur pırlantanın önemini şu sözlerle ifade etmişti: “Beyler bu pırlanta, Güney Afrika refahının üzerine kurulacağı taştır.”


Yeryüzündeki hiçbir taşın Koh-i-noor’unki kadar zengin ve büyüleyici bir hikâyesi yoktur. Bu pırlantanın nesebi , onun henüz, bilinen ilk sahibi olan Malwa’lı Rajah’a ait olduğu 1304 yıllında başlamıştır. O zamanlar böylesi bir mücevhere sahip olmak bir imparatorluğun simgesi olarak görülüyordu. Gerçekten de Koh-i-noor’a sahip olan kişinin dünyaya hükmedeceği bile söylenmekteydi. Tahmin edilebileceği gibi Koh-i-noor için verilen mücadele korkunç olmuştu. 1738 yılında Delhi’yi işgal eden İran Şahı Nadir bu görkemli taşı elde etmenin yollarını arıyordu. Efsaneye göre, İmparator Muhammed Şah’ın hareminden birisi Nadir Şah’a, İmparator’un bu mücevheri türbanının içinde sakladığını söylemiştir.


Bunun üzerine, Nadir Şah, bir zafer kutlaması sırasında kurnazca bir plan yaparak İmparator’a Doğu kültüründe yaygın olan ve her iki liderin de türbanlarını birbirlerininki ile değiştirerek yerine getirdiği bir tür ayine katılmayı teklif etti. Bu ayin, kardeşlik bağlarını, içtenliği ve dostluğun ölümsüzlüğünü simgeliyordu. Bunu reddetmek, bu kahraman fatihe çok büyük bir hakaret olurdu. Daha sonra, o gece Nadir Şah kendisini ağırlayan imparatorun türbanını sıyırdığında mücevherin orda olduğu gördü. Pırlantayı gören Nadir Şah, “dağların ışığı” anlamına gelen “Koh-i-noor” diye çığlık attı.


Mücevher tekrar İran’a götürüldü ve mülkiyeti 1849 yılında Punjab’a bağlı bir İngiliz’e geçinceye kadar da orada kaldı. Bundan üç yıl sonra, Londra’da halka açık bir serginin önünde bu mücevheri seyreden kalabalık, taşın parlaklığının kaybolmuş olmasının şaşkınlığı içindeydi. Mücevherin eski parlaklığını yeniden kazanması için tekrar kesilmesine ve 186 - karat tan bugünkü büyüklüğüne yani 108,93 karata kadar küçültülmesine karar verildi.


1853 yılında, Kraliçe Viktorya’nın uğursuzluktan getireceğinden korktuğu için bu büyük taşı iade edip etmeyeceği konusunda bir tartışma yaşanıyordu. Kraliçe bu soruları, taşı bir süs tacının içine monte ettirerek ve sayıları iki yüzü geçen diğer kraliyet pırlantalarının yanına koyarak yanıtladı. Yakın bir zaman önce, dünya liderleri arasında Koh-i-noor pırlantasının yasal mülkiyetinin kimin elinde olduğu sorusu yeninden gündeme geldi. Ne var ki, Koh-i-noor’un geçmiş hikâyesi göz önüne alındığında, belki de bu tür olaylar daima gündeme gelecektir…


Belki de Elizabeth Taylor ve Richard Burton hakkında anlatılmış olan en duygulandırıcı hikaye gerçekten de yaşanmış olanıdır. Evet, gerçekten de Richard Burton, Elizabeth Taylor’a dünyanın en büyük ve en güzel elmaslarını vermişti. Bunun üzerine bu elmaslara Taylor-Burton elmasları adı verildi. Şayet Elizabeth Taylor’un güzelliği yanında dikkat çekebilecek bir mücevher varsa o da 69 karat lık inci şeklindeki elmastır. Bu taş, 1966 yılında Güney Afrika’nın Premier maden ocağından çıkarılmıştı. Ve çıkarıldığı ilk haldeki büyüklüğü 244 karat olan bu taş, Harry Winston tarafından kesilip ve taşlanmıştı.


1969′da müzayedeye çıkarılan bu mücevherin ilk alıcısı Cartier’di. Bunun hemen ertesi günü Richard Burton, miktarı gizli tutulan bir meblağ ödeyerek elması karısı için satın aldı. Elmaslara olan düşkünlüğü ile bilinen Bayan Taylor 10 yıl sonra bu Taylor-Burton’u müzayedeye çıkardı. Elmasın satışından elde edilen ghelir Botswana’da bir hastaneye kaynak sağlamak için gönderildi. Taylor-Burton, en son 1979 yılında yaklaşık 3 milyon dolara ismi bilinmeyen Suudi Arabistanlı bir alıcıya satılmıştır.


Birçok durumda bir pırlanta almış olan kişi kendisini şanslı sayacaktır, ama elbette bu pırlanta dünyaca ünlü Umut pırlantası değilse. Böyle bir güzellik onun sahibi olan insanlara uğursuzluk getirebilir mi? Ya da yaşanmış olan bu talihsizlikler birer rastlantı mı?Umut’un uğursuz olduğu yolundaki gelenekselleşmiş inancın savunucuları, bu pırlantasın getirdiği kötü şansa örnek verirken en çok onun eski sahibi olan Marie Antoinette’in başından geçenlerden bahsetmişlerdir. Onun (ve başının) yaşadıklarını öğrenen birisi, pekâlâ bu pırlantasın lanetlenmiş olduğundan şüphelenebilecektir


Umut adı verilen bu pırlantasın, ayrıca, 1830 yılındaki trajik olaylarla da ilişkilendirilmiştir. Önce, bu taşı kesen kuyumcu, pırlantasın kendi oğlu tarafından çalındığını öğrenince üzüntüsünden ölmüştür. Daha sonra ise, babasının bu biçimde can verdiğini duyduktan sonra kuyumcunun oğlu da kendi yaşamına son vermiştir. Ve bu pırlantası, genç adamın eşyaları arasında olduğunu keşfeden bir başka adam ise, anlatılanlara göre olayın hemen ertesi günü hayatını kaybetmiştir…Umut’un sahip olduğu karanlık güçlerin bir diğer kanıtı olarak düşünülebilecek bir başka hikâye ise yıldız sanatçı Follies Bergere’in onu taktığı ilk gün sahnede vurularak öldürülmesidir. Ve anlatılanlar bununla da bitmemektedir…


Kötü şöhretli bu pırlantası, hiçbir şeyin kötü şans getiremeyeceğine inanan Bayan Evelyn Walsh’e satan ünlü mücevheratçı Cartier, pırlantasın mülkiyetiyle beraber olumsuzlukların da ona geçirmesine neden olacaktı.Her ne kadar pırlanta Bayan Walsh’ın doğrudan kendisi ile ilgili kötü bir etkiye yol açmamış olsa da bu sefer de ailesinin başına kötü olaylar gelmiştir. Bayan Walsh’ın büyük erkek kardeşinin, oğlunun ve kızının ölümü bu kötü olaylardan en önemlileridir. Acaba bütün bu olanları öğrenen bir kimse hala Umut adlı bu pırlantası satın almak isteyecek midir? Bunu cevaplamak için bu mücevheri görmek yeterli olacaktır.


Bu pırlantasın safire benzer koyu mavi rengi o kadar eşsiz bir güzelliğe sahiptir ki onu görenlerde, bu taşın sahip olduğu kötü şöhreti unutturacak, dayanılmaz bir istek uyandırır. Bu taş o kadar benzersizdir ki, ona paha biçmek mümkün değildir. Bu pırlanta, 1762 yılında, Hope ve şirketi ticari unvanıyla (Umut ailesi) bilinen bir banker ailesine satılmadan önce başka bir isimle anılmamıştır. 44.5 karatlık bu pırlanta, 1958 yılında, Harry Winston tarafından Washington DC’de düzenlenen bir törende Smithsonian’a armağan verilmiştir. Sonunda, bu taşın taşıdığı doğal güzelliğin tadını çıkarmak, ona sahip olmaktan kaynaklı tehlikelere uğranılmadan mümkün olabilmiştir.


Elması 86 karattır ve dünyanın tanınmış 22 elması arasındadır. Kaşıkçı Elması’nın çevresini iki sıra 49 adet pırlanta kuşatmaktadır. Bu haliyle elmas, yıldızların ortasında pırıl pırıl parlayıp gökyüzünü aydınlatan bir dolunayı andırır. Pırlantaların, elmasa ışık ve güzellik vermesi için sonradan, II. Mahmud tarafından dizdirildiği sanılmaktadır. Elmasın Osmanlı Sarayı’na nasıl girdiği hakkındaki bilgi, rivayetten öte değildir.


Son yıllarda yeni tartışılmaya başlanan ve doğru olması en muhtemel rivayet şöyledir: 1774 yılında Pigot adında bir Fransız subayı, bu elması Hindistan’ın Madaras Mihracesi’nden satın alıp Fransa’ya götürür. Bir zaman sonra tekrar satılığa çıkartılan elması Napolyon’un annesi satın alır ve uzun süre göğsünde taşır. Ne var ki, Napolyon sürgüne gönderildiği zaman, oğlunu kurtarabilmek için, annesi de elması mecburen satılığa çıkartır. İşte o sırada, Fransa’da bulunan Tepedelenli Ali Paşa’nın bir adamı, paşa adına 150 bin altın ödeyerek elması satın alır ve paşaya getirir.


Sultan II. Mahmud zamanında, Tepedelenli Ali paşa, devlete karşı ayaklandığı gerekçesiyle öldürülür, paşanın varlıklarına el konulur ve nesi var nesi yoksa Osmanlı Hazinesi’ne gönderilir. Böylelikle, Napolyon’un annesinden satın alınan “Kaşıkçı Elması” hazineye girmiş olur.


Conde Diamond Elması


Star Of East Elması


Ahmadabad Elması


Daryainur Elması


The Premier Rose Diamond


Victoria Transvaal


Star Season Dia


Mondera Diamond


The Dresden Green


The Florentine


The Incomparable


The Blue Magic


En Çok Aranan Haberler