TBMM Genel Kurulu'nda devam eden bütçe görüşmelerinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın 2013 yılı bütçesi hakkında partisi adına söz alan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, “Başarısız 2012 bütçesi rakamları çerçevesinde görüştüğümüz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesi de, hükümetin çevreye ve şehirciliğe önem verdiği iddiasını çürütmektedir” dedi.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı bütçesinin 10 milyar 492 milyon iken, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün 2013 yılı bütçesinin ise 2 milyar 538 milyon olduğuna dikkat çeken Tanrıkulu, şöyle konuştu: “Bu bakış açısıyla, Bakanlığın gelişmiş ülkelerin en önemli gündemi olan çevre ve şehircilik alanına yeterince katkı sunamayacağı açıktır.Zaten bu söylediklerimizi destekleyen itirafları, hükümet görüşleri olarak Kalkınma Bakanlığı’nın yayınlarında da görmekteyiz. 2013 Yılı Programı’nda; çevre yönetiminde uygulama, izleme ve denetim konusundaki yetersizlikler, önemli çevre sorunlarına dönüşmektedir eleştirisi var. Ayrıca, yerleşim alanlarında düzensiz ve izinsiz yapılaşma, yetersiz teknik altyapı, yüksek afet riski ve güvenlik sorunu gibi hususların da yaşam kalitesini halen olumsuz etkilediği dile getirilmektedir. Esasen bu eleştirilerin temel nedeni; çevre politikalarını oluşturma ve uygulamada görevli merkezî ve yerel kurum ile kuruluşların 10 yıldır çözümlenmeyen yetki dağılımındaki karmaşadır. Özellikle son dönemde aceleyle çıkarılan KHK’ler ile görev ve yetki karmaşası, daha da içinden çıkılmaz hale getirilmiştir.”
"Çevre politikalarını uygulama mekanizmaları olarak ifade edilebilecek kurumların başında aslında müstakil bir Çevre Bakanlığı gelmeliydi” diyen Tanrıkulu, ancak Çevre Bakanlığı'nın adım adım etkisizleştirilip, sürecin sonunda da başka bir yapıya dönüştürüldüğünü söyledi.
Bilinçli bir bilinçsizlik süreci olarak tanımlayabileceğimiz bu 10 yıllık dönemde; Çevre Bakanlığı'nın önce Orman Bakanlığı ile birleştirildiğini anlatan Tanrıkulu, şöyle konuştu: "Daha sonra; Çevre ve Orman Bakanlığı’na bir de Bayındırlık ve İskân Bakanlığı eklenerek, kendilerince Kentsel Dönüşüm yapacakları iddiasıyla hantal, yönetilmesi güç Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı oluşturuldu.En son olarak da; Çevre Bakanlığı’nı ısrarla bir başka bakanlıkla birleştirme arzusuyla hareket eden hükümet; Ormanı bırakmış, Şehirciliği mutasyona uğratılmış şekliyle alıp bugünkü yapıyı ortaya çıkarmıştır.”
“Mevcut iktidarın; çevreyi korumayı, oluşturmak istediği rant düzenine bir engel olarak gördüğü bilinmektedir” diyen Tanrıkulu, şunları söyledi: ”Bugüne kadar çevre ile ilgili pek çok konuda, gelecek nesillerin yaşam haklarına ipotek koyan bir yaklaşım sergilediler. Halen ülkemizdeki 3 bin 215 belediyenin yaklaşık yüzde 5’inde (141) kanalizasyon sistemi vardır. Bunların da sadece yüzde 1.5'inde arıtma tesisi bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle, kanalizasyon sularının yüzde 98’inin hiç arıtılmadan nehirlere, göllere, denizlere bırakılmasına göz yumulmaktadır”
Tanrıkulu, geçen ay Katar’ın başkenti Doha’da gerçekleştirilen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 18’inci Taraflar Toplantısı'nın mevcut çevre yönetimi için son derece başarısız geçtiğini öne sürdü.
Türkiye'nin sera gazı salımları hızla artmasına rağmen, bu toplantılarda sera gazlarını azaltma yönünde yine taahhütte bulunamadığını anlatan Tanrıkulu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dünya İklim Değişikliği Performans Endeksi’ne göre; Türkiye 58 ülke içinde halen sondan 5’inci sırada.Çevre konusundaki başarısız performans bununla da kalmıyor, özellikle çevre etkisi azaltımı konusunda da 94 ülke arasında Türkiye 84’üncü sıradadır.Diğer yandan; ÇED süreçlerinin artık şeffaflıktan uzak ve vatandaşımızla yeterince görüş alışverişinde bulunulmadan, talep sahibi şirketlerin lehine bir süreç halinde işletildiğini de görmekteyiz.Yine ciddî çevre felaketlerinin biri de haftalardır İzmir Gaziemir’de yaşanmaktadır. Geçmişi 2008’lere dayanan bir kurşun işletmesinin, çevreye verdiği zarar halen gündemini korumaktadır. Türkiye’nin Çernobil’i olarak nitelendirebileceğimiz çevre olayının üzeri ilgililerce örtülmek istenmektedir. Konu hakkında vermiş olduğumuz birden fazla önergemizin cevaplarını beklemekteyiz. Israrla bu konunun takipçisi olmaya edeceğiz.Çünkü daha önce de bazı yörelerde; hava kirliliğinden dolayı, toprakta oluşan ağır metal kirliliğinin belirlenmesine yönelik çalışma ve verilerin Bakanlıkta bulunmadığı tespitini de yapmış bulunmaktayız.”
Tanrıkulu, ülkemizde kentleşmenin; son yıllarda uygulanan yanlış politikalar sonucunda içinden çıkılamaz bir hale ulaştığını söyledi.
Bu sorunla baş etmenin yolunun; günümüzde olduğu gibi işi oluruna bırakarak, üzerinde çalışılmadan çıkarılan kanun veya kararnameler olmadığını anlatan Tanrıkulu, şöyle konuştu: "Sektörü çok iyi analiz eden meslek gruplarının hazırladığı çağdaş, millî değerlerimize uygun olan plânlar doğrultusunda, analitik bir sistem kurgusuna çok acil olarak başlanılması gerekmektedir.Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen 6306 sayılı Kanun’un yasalaşması sürecinde MHP olarak itiraz ettiğimiz çok sayıda muğlak ifade bugün sorunlar yaşanmasına neden olmakta, eğer düzenleme yapılmazsa olmaya da devam edecektir. Bu duruma en iyi örnek; Kanun’da yürütmenin durdurulamayacağı konusundaki maddedir. Eğer sizin eviniz, kentsel dönüşüm kapsamında yıkılacaksa, yıkım hakkında iptal kararı alıncaya kadar, projenin durdurulması kararı alamayacaksanız.Daha sonra iptal kararı alsanız bile sizin eviniz çoktan yıkılmış olacak ve en fazla Bakanlığın belirlediği tazminatı alabileceksiniz.Diğer yandan; afet tehlikesi nedeniyle herhangi bir kentimizde ‘dönüşüm alanı’ içinde kalan bir yapı, risksiz de olsa ‘uygulama bütünlüğü’ nedeniyle yıkılacaktır. O halde bu alanlarda yapıların, tek tek ‘deprem risklerini’ tespit zorunluğu getirerek, insanları boşuna masrafa sokmaya gerek var mıdır?Ülkemizde kentleşme konusunda izlenen politikayla, afet riski gerekçe gösterilerek tüm kentlerimizin bir rant aktarım alanı haline dönüştürüldüğü, "hukuk devleti" ilkesinin yerle bir edildiği bir gerçekliğe doğru yol alınmaktadır. Bu nedenle 648 Sayılı KHK ile yeni Büyükşehir Belediye Kanunu düzenlemesinde yer alan ve "imar affı" anlamına gelen düzenleme arayışlarından derhal vazgeçilmelidir."
Cumhuriyet tarihimizde; 1923’ten 2002’ye kadar yabancılara satılan ülke toprağımızdan fazlasının son 10 yılda satıldığını anlatan Tanrıkulu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Eskiden bir ilin en fazla binde 5’i satılabilirken, günümüzde ise bu oran her ilin imarlı alanının yüzde 10'unu geçemez diye mevcut iktidar tarafından değiştirilmiştir. Bu manâda Hatay'ın yarıdan fazlası, Konya arazilerinin ise yüzde 7'si yabancılara satılmış gözükmektedir.Halen çevre mühendisi olarak, Bakanlıkta görev almayı bekleyen ve ülkemize çevre konusunda hizmet vermek isteyen binlerce işsiz gencimize Bakanlık sırtını dönmektedir.Bu durumun 2013 yılı bütçesinde de böyle kalacağı belli olmuştur. Türkiye; bundan sonra yatırımlarında sadece ekonomik politikaları değil, çevresel ve sosyal çıkarları da korumalıdır.Aksi takdirde iklim değişikliği ve ekolojik yıkımın, Türkiye üzerindeki maliyetleri çok daha pahalı olacaktır.”
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz