İSTANBUL (AA) - ELİF KÜÇÜK - Cüzzamla Savaş Derneği Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, lepranın Türkiye'de artık önemli bir sağlık sorunu olmaktan çıktığını ancak hastaların diğer sağlık sorunlarıyla ilgilenilmesi gerektiğini belirtti.
Geçmişte dünyanın en korkulan rahatsızlıklarından biri sayılan, bilgi eksikliği nedeniyle sosyal statü kaybı ve dışlanmalara yol açan, halk arasında "cüzzam" ve "miskin hastalığı" isimleriyle bilinen lepra, kronik bir enfeksiyon hastalığı olarak her yaştan insanı etkileyebiliyor.
Hastalığa sebep olan "mycobacterium leprae" adlı bakterinin 1873'te Norveçli bilim insanı Gerhard Armauer Hansen tarafından keşfedilmesiyle "hansen" ismiyle de anılan rahatsızlık, özellikle cildi, çevresel sinirleri, üst solunum yolu mukozasını ve gözleri tahrip ediyor.
El ve ayak gibi bazı organlarda fonksiyon kayıplarına neden olabilen hastalık, erken tanıyla tamamen tedavi edilebiliyor.
- "Lekede duyu kaybı varsa kesinlikle lepradır"
Prof. Dr. Yüksel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bakterinin serin yerleri sevmesi dolayısıyla iç organlarda durmayarak deriye doğru yayıldığını belirtti.
Vücuda yerleşen bakterinin öksürme, hapşırma ve nefes alıp verme ile dışarı atılması sonucunda diğer kişilere bulaşabildiğini söyleyen Yüksel, bağışıklık sistemi güçlü olan kişilerin hastalığa yakalanma riskinin düşük olduğuna dikkati çekti.
Toplumun yüzde 3 ila 5'inde bağışıklık sisteminin gelişmemiş olabildiğini anlatan Yüksel, "Bir hastamızın 8 çocuğu var. Bir göz odada yaşıyorlardı. 4'ü hasta olmuş aynı koşullarda 4'ü ise sapasağlamdı. Yani lepraya karşı bağışıklık sistemindeki bir zayıflık bu mikrobu alan kişilerde hastalığa neden oluyor. Bu zayıflık olmadığı takdirde vücut bu mikrobu yok ediyor hastalık meydana gelmiyor." diye konuştu.
Ayşe Yüksel, hastalığın 2 ila 5 yıllık kuluçka süresini tamamladıktan sonra lekelerle ortaya çıktığını dile getirerek, bu lekeleri diğer cilt hastalıklarından ayıran en önemli farkı "duyu kaybı yaşanması" şeklinde tanımladı.
"Lekede duyu kaybı varsa kesinlikle lepradır." diyen Yüksel, duyu kaybı yaşanmadığı ancak hastalıktan hala şüphelenildiği takdirde dikkat edilmesi gereken kriterlere ilişkin şu bilgileri verdi:
"Periferik sinir dediğimiz, duymamızı ve hareketlerimizi sağlayan sinirlerden bazıları elle muayene edilebiliyor. Dirsek çukurunda ulnar sinirimiz var. Muayenelerde normalden daha fazla kalınlaşma varsa o da lepra teşhisini koydurabiliyor. Çünkü başka hiçbir hastalıkta sinir kalınlaşması olmuyor. Bir de deriden küçük bir çizik yapılarak içindeki sıvı alınıyor ve lam cam üzerine sürülüyor. Sonra özel yöntemle boyanıyor ve mikroskopta, bakteri varsa görülüyor. Bu üç kriterden birinin olması lepra teşhisini koyduruyor. Yani, teşhis koymak kolay."
- "Hasta ve yakınları 5 yıl boyunca yılda 1 kez görülmeli"
Prof. Dr. Yüksel, eskiden tek ilaçla tedavi edilen hastalığın 1980'lerden sonra çok ilaçlı yöntemle iyileştirildiğini anlattı.
Hastaların en fazla 2 yıl ilaç kullandıklarını ve bu süre sonunda tamamen iyileşebildiklerini söyleyen Yüksel, Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) de hastalığı atlatanları "lepradan etkilenmiş kişi" şeklinde tanımladığını belirtti.
Lepranın, Sağlık Bakanlığına bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar arasında bulunduğunu aktaran Yüksel, şöyle konuştu:
"Türkan (Saylan) hoca çalışmalara başladığında, Sağlık Bakanlığında 4 bin kadar kayıtlı lepra hastası vardı. Bu hastaların 700'ü Van'daydı. Türkan hoca hem hastalar hem de onların çocukları ve eşleriyle çalıştı. Onların sosyoekonomik koşullarını iyileştirdi. Bu sayede daha iyi beslendiler, iyi koşullarda yaşamaya başladılar. Hastaların çocuklarını da okuttu, burs verdi. Tedaviden sonra hastalıkların bulaşıcılığı ortadan kalkınca yeni vakalar da azaldı. Hatta Türkan hocanın yaşamının son yıllarında hiç yeni vaka görülmüyordu. DSÖ Saylan'a 'Bu hastalığı bu ülkeden neredeyse yok ediyorsunuz.' diye teşekkür mektubu yazmıştı. Fakat Türkan hocanın vefatından sonra her yıl 1-2 yeni vaka görülmeye başlandı. 4 bin hastadan da ölenler oldu. Şu an Bakanlığa kayıtlı 544 hasta gözüküyor. Çoğu da çok yaşlandı artık."
Ayşe Yüksel, 2011'den bu yana 30'a yakın yeni vakaya rastlandığına işaret ederek, "2019'da ise 2 yeni vaka görüldü. Ülkeye çok fazla göç de var. Vakaların 1-2'si yabancı uyruklu. Onların aileleri de bakanlık tarafından taranmalı. Hasta ve yakınları 5 yıl boyunca yılda 1 kez görülmeli." dedi.
Lepra'yı psikolojik boyutuyla da değerlendiren Yüksel, geçmişte hastalık hakkındaki bilgi yetersizliğinin, kişilerin sosyal çevreleri ve ailelerince reddedilmelerine sebep olduğunu ancak zamanla bu durumun aşıldığını söyledi. Yüksel, dünyadaki yeni vakaların yüzde 50'sinde ise depresyon ve intihar eğilimi görüldüğüne dikkati çekti.
- "Türkan Saylan'ın kurduğu atölye kapandı"
Ayşe Yüksel, lepradan etkilenen kişilerin geçmişte doğru tedavi edilmemeleri ve yaşam koşullarının yarattığı zorluklar nedeniyle el ve ayaklarında sakatlıklar oluştuğunu aktardı.
Yakın zamanda Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesine geçen İstanbul Lepra Deri ve Zührevi Hastalıkları Hastanesi'nde Türkan Saylan'ın kurduğu ortopedik ayakkabı atölyesinden bahseden Yüksel, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hastalık artık yaygın görülmese de bir hastanın bile ortopedik ayakkabı ihtiyacı varsa bu yapılmalı. Atölye artık kapandı. Çünkü çalışanlar da emekli oldu. Van'da bir hastamız var. Beni arıyor, 'Bu ayakkabı sayesinde çarşıya gidebiliyordum. Şimdi evden çıkamıyorum' diyor. Kendimi çok çaresiz hissediyorum. Çünkü ayakkabısı olmadan basamıyor. Bu nedenle ortopedik ayakkabı atölyesi onlar için çok önemli. Bu 544 hastanın 400'ünün koruyucu ya da ortopedik ayakkabıya ihtiyacı var. "
Prof. Dr. Ayşe Yüksel, lepranın Türkiye'de artık önemli bir sağlık sorunu olmaktan çıktığını belirterek, şunları kaydetti:
"Ancak bu sosyal bir hastalık. Dolayısıyla hastalıkları bitse de, Dünya Sağlık Örgütü onlara artık 'lepradan etkilenmiş kişi' dese de bu hastaların başka sağlık sorunlarıyla da ilgilenmemiz lazım. Bazı hastalarda yıllar sonra yeniden tekrarlama olabiliyor, o nedenle hastaları izlemek lazım. Rehabilitasyonları ömür boyu sürmeli. Bu nedenle lepra hastanesinde hastaların günlük rehabilitasyonlarının, koruyucu ve ortopedik ayakkabılarının sağlanması şart. Yaşamlarının sonuna kadar zor iş yapmamaları gerek. Hepsinin engelli maaşının olması lazım. Ev koşullarında daha rahat yaşamaları sağlanmalı, sosyal ihtiyaçları karşılanmalı."