ANKARA(ANKA) - TBMM Darbe Araştırma Komisyonu'nun içindeki "12 Eylül Alt Komisyonu" taslak raporunda MHP, Ecevit, Demirel, TSK gibi kişi ve kurumlar konusunda ilginç yargı ve hükümler yer aldı. "Vesayetçiler, halkın her zaman cumhuriyeti kuran kadrolara güveneceğini, onların gösterdiği yoldan gideceğini sanıyorlardı" denilen raporda Ecevit'in 12 Eylül öncesi siyaseti için "Dönemin sosyalistlerinin kullandığı sloganları kullanmakta sakınca görmeyen Bülent Ecevit'in söylemi, kullandığı kelimelerin ne anlama geldiğinin farkında olmayan ya da bunu yeterince önemsemeyen bir siyasetçi portresine de işaret etmektedir" hükmü verildi.
Raporda, "Dokuz Işık'ın ülkücü hareketin tabanında içeriksel olarak sıcaklığı olmamış, sadece lafzen benimsenmiştir" denildi, "Darbe sorunu "halka hizmet Hakka hizmet' anlayışı çerçevesinde çözülür" önerisi yapıldı. Türkiye'nin toplum yapısı hakkında "Gerçekten de ortak bir aile anlayışı, bir Boşnağın bir Türkle, Çerkezin Kürtle, Giridinin (çoğu Rumdan dönme) Lazla, Pomağın Arnavutla evlenmelerine imkân vermiştir..." alıntısı yapıldı. Raporda 12 Eylül Türkiye'yi en fazla "batılılaştıran" darbe olmakla suçlandı.
12 Eylül Alt Komisyonu taslak raporu üzerindeki tartışmalar, 12 Eylül müdahalesi liderlerinin ilk kez sinevizyon sistemiyle de olsa mahkemeye çıkarılmasının yaşandığı günlere denk geldi.
-TBMM ALT KOMİSYONU: " "ERKEK FATMA' BAŞKA KÜLTÜRLERDE CİNSEL KİMLİKLE BAŞKA TÜRLÜ ÇAĞRIŞIM YAPAR"-
Taslağın bazı yerlerinde kullanılan sohbet üslubu dikkati çekti. 12 Eylül öncesi CHP-MSP koalisyonu anlatılırken "MSP lideri Erbakan'ın "kadayıfın altının henüz kızarmadığı'nı belirten imaları meşhurdu" denildi, AP ve CHP'nin 12 Eylül öncesi gitmemeleri ise "İki büyük siyasi partinin siyasi miyoplukla malul oldukları" şeklinde yorumlandı. Raporda, "Her ne kadar "milli mücadele'mizin biricik, hatta ilk ve mazlum milletlere örnek teşkil edecek şekilde olduğunu söyleyip dursak da biz hem modernleşme hem de modern manada uluslaşma açısından geç kalmış olanlardanız" tespiti yer aldı. Türk toplumunun maskulen yapısı incelenirken ise "'Erkek gibi kadın' sözü, belki yalnızca Türklerin kültürel coğrafyasında övgü olarak kullanılmaktadır. "Erkek Fatma', "Şoför Nebahat' gibi film adları, başka kültürlerde cinsel kimlikle ilgili bambaşka çağrışımlar yaparken, kültürümüzde yiğitlik, cesaret gibi olumlu çağrışımlar uyandırır" satırları yer aldı. Raporda "12 Eylülcüler darbelerine gerekçe hazırlamak için birçok provokasyonla gençleri birbirlerine kırdırdı" iddiasına yer verildi.
Taslakta "12 Mart öncesinde "ilerici' bir askeri yönetim beklentisi içinde olanlar, gelen darbenin kendilerini cezalandırmasıyla -tabiri caizse- büyük bir şaşkınlık içine girmişlerdir. Gençlik ve diğer "milli' unsurlarla işbirliği yapması beklenen askerlerin, tam tersi yönde hareket ederek kendilerini cezalandırmaya yönelmesi Kemalist solun önemli bir kesiminde ciddi bir travmaya yol açmıştır" denildi.
-"ECEVİT KULLANDIĞI KELİMELERİN ANLAMINI BİLMİYORDU!"-
Raporda CHP ve Ecevit hakkında ithamlarda bulunuldu. CHP'de Ecevit'in başa geçtikten sonra "inanç özgürlüğüne pragmatist (yararcı) bir şekilde vurgu yaptığı" belirtildi.
Taslakta 12 Eylül öncesi için Ecevit suçlayan şu satırlar yer aldı:
"Bülent Ecevit, CHP'nin bürokrat/devlet partisi görüntüsünden uzaklaşarak halkın partisine dönüşmesi gerektiğini ifade ediyordu. Dönemin sosyalistlerinin kullandığı sloganları kullanmakta sakınca görmeyen Bülent Ecevit'in söylemi, gerçekte önerdiklerinden çok daha sol bir çizgideydi. Ecevit'in bu tutumunun gerisinde yükselen sol dalgayı CHP bünyesinde toplamak gayesinin olduğu açıktır. Diğer taraftan bu aynı zamanda, kullandığı kelimelerin ne anlama geldiğinin farkında olmayan ya da bunu yeterince önemsemeyen bir siyasetçi portresine de işaret etmektedir. Yine aynı şekilde, bütün toplum kesimlerini aynı anda memnun etme varsayımıyla yola çıkan programın gerçekçiliği konusunda da soru işaretleri uyanmaktaydı. Örneğin 1973 Bildirgesi, toprak reformunun gerçekleştirileceğini, "Köy-Kent' projesi yoluyla Kent-Kır ikiliğinin ortadan kalkacağını, kamu ve özel sektörün yanında bir de "halk sektörünün' oluşturulacağını, "özel sektör içinde de sosyal adalet" sağlanacağını söylüyordu (CHP, 1973) Siyasal hayatta mesajın içeriğinden çok, mesajın seçmenler tarafından nasıl algılandığının daha önemli olduğu ortadadır. Ecevit'in hitabet yeteneği, gençliği ve karizması söylediklerinin gerçekçiliği veya uygulanabilirliği sorununu ikinci plana itmiştir."
Taslakta İnönü'den sonraki Ecevit CHP'si ise "klasik CHP'li ceberrut siyasetçi portresinden uzak yeni bir yüzü, yeni bir başlangıcı ifade ediyordu" olarak tanımlandı.
Taslakta, 1974 CHP-MSP koalisyonunda "CHP'nin hükümet etme konusundaki tecrübesizlik ve yetersizliklerinin ortaya çıktığı" belirtildi.
-ECEVİT 12 MART'TA NEDEN İSTİFA ETTİ-
Ecevit'in 12 Mart'tan sonra, askeri darbelerin demokratikleşme sürecine sekte vurduğu, hiç bir sorunu çözmediği tezlerini dile getirdiği gibi, 12 Mart darbesinin kendisine karşı yapıldığını ileri sürerek istifa ettiğini hatırlatan TBMM uzmanları, "Bu noktada Ecevit'in muhtıranın verildiği anda değil, Nihat Erim'in başbakan olarak atandığı 17 Mart tarihinde istifa ettiği ve Ecevit'in 12 Mart muhtırasına karşı çıkışı ilkesel olmaktan çok, 12 Mart'ın beklenen rotaya girmemesi ile bağlantılı olduğuna dair görüşler de vardır" hatırlatması yaptı.
-TÜSİAD'IN GAZETE İLANLARI ECEVİT HÜKÜMETİNİ İSTİFAYA ÇAĞIRDI MI?-
Darbeleri tahkik eden komisyonun 12 Eylül alt komisyon taslak raporunda 1970'lerin, iktidarda Ecevit varken gazetelere verdiği ünlü TÜSİAD ilanlarına da değinildi. Taslakta, "Özellikle TÜSİAD'ın gazete ilanlarıyla hükümeti protesto ederek isitfaya çağırması, Türk siyasal hayatında bir ilk oldu" ifadesi yer aldı. Ancak TÜSİAD, gazetelere verdiği o dizi ilanlarla hükümeti ağır bir biçimde eleştirmiş ve IMF ile anlaşmaya zorlamıştı.
-DOKUZ IŞIK ÜLKÜCÜLER İÇİN LAFTA KALDI-
Taslakta, MHP'nin 12 Eylül öncesi durumu irdelenirken "Ülkücü hareketin gelişim sürecinde sahip olduğu yadsınamaz etkiyle beraber kimi görüşlere göre Dokuz Işık'ın ülkücü hareketin tabanında içeriksel olarak sıcaklığı olmamış, sadece lafzen benimsenmiş, ancak en önemli işlevi liderin devlet tecrübesinin ve bilgi birikiminin simgesi olarak algılanması ve Türkeş'in otoritesine katkısı olmuştur" alıntısı yer aldı. MHP'yle ilgili bir başka alıntı da "Yalman'a göre ülkenin ciddi manada ikiye ayrıldığı bir dönem olan 1970'lerde (özellikle 70'lerin ikinci yarısında) devleti komünizmden kurtarma hedefiyle sokağa inen ülkücüler kendilerini devletle özdeşleştirmiş ve komünizme karşı mücadelenin ön saflarında yer almaya başlamışlardır. Bu tutum, Milliyetçi Hareket'in her geçen gün toplumcu milliyetçilikten uzaklaşmasına ve devletçi bir karaktere bürünmesine neden olmuştur (Yalman, 2009). Bu yapı 1980 Darbesi'ne kadar sürmüş, ancak 1980 sonrası hareket özeleştiri yapabilmiş ve merkeze daha yaklaşan bir hüviyet kazanmıştır" şeklinde yapıldı. MHP'nin "toplumcu milliyetçilikten" uzaklaştığı da belirtildi.
-RAPORDA LAZ, KÜRT, ÇERKES VE GİRİDİLER...-
480 sayfalık taslakta sık sık alıntılara başvurulurken Türkiye'nin toplumsal dokusuyla ilgili Prof.Dr.Kemal Karpat'tan bir alıntı şöyle aktarıldı:
"'Ortak bir aile yapısına ve hukukuna sahip olmak, göçmenlerle, Anadolu'da yaşayan halkın birbirine kaynaşmasını kolaylaştırmıştır. Gerçekten de ortak bir aile anlayışı, bir Boşnağın bir Türkle, Çerkezin Kürtle, Giridinin (çoğu Rumdan dönme) Lazla, Pomağın Arnavutla evlenmelerine imkân vermiştir...' Kemal Karpat'ın tespitleri cumhuriyetimizin meşruiyetini sadece uluslararası konjonktürden değil, ayrıca tarihsel ve toplumsal gerçeklikten sağladığını çok açık biçimde ortaya koymaktadır."
-ADALET PARTİLİ LAİKLER, CHP'Lİ TURHAN FEYZİOĞLU'NA GİDER Mİ?-
1973 sonrası siyasi anlatılırken "AP'nin dindar kitleyle ilişkilerini fazla sıcak bulan bu kesimlerin Turhan Feyzioğlu'nun liderliğini yaptığı Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) çevresinde toplandığı..." satırları da, hayatı Demokrat Parti ile çatışmakla geçen, CHP'de Ecevit'e karşı İnönü çizgisinin temsilcisi olan ve Ecevit geldikten sonra ayrılıp CGP'yi kuran Feyzioğlu'nun Demirel'in oylarını nasıl toplayacağı konusunda soru işaretleri doğurdu.
-OSMANLIYA ÖVGÜ CUMHURİYETİ KURANLARA YERGİ-
Taslak raporda "Cumhuriyet dönemi, bilhassa imparatorluğun kendi çağındaki ekonomik durumla mukayese edilemez olumsuz şartlara sahip olduğu bilinmektedir. İmparatorluğun ne dünya ticaretindeki rolünü, ne üretim yapısını, ne şehirli unsurların gelişme düzeyini, ne de geleneksel meslek yapılarının gelişme seviyesini 20. yüzyılın başındaki Türkiye'yle mukayese etmek mümkün değildir. Cumhuriyet kentlerin değil köylerin, en geri teknik ve ekonomik şartlarda tarımsal faaliyetlerin bulunduğu bir toplumsal yapıda kurulmuştur. Eğitimsiz, mesleksiz, üretim bilgisine ve tekniğine sahip olmayan, sermaye birikimi bulunmayan böyle bir toplumsal ilişkiler düzeninde devlet içinde örgütlenmiş sivil bürokratlar-askeri bürokratlar ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuşlardır. Milletin efendisi adeta onlardır" yorumu yer aldı.
-"SAĞCILAR DP'DEN, SOLCULAR KEMALİST KAMPTAN"-
Taslakta yer alan bazı ifadeler de şöyle:
-70'lerin sağ/sol kutuplaşması DP-Kemalist elit çatışmasının basit bir tekrarı değildi. Ancak sağcıların bir biçimde eski DP çizgisinden, solcuların da Kemalist kamptan geldikleri/etkilendikleri gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. (Tanel Demirel, 2009).
- Partizanlık Türkiye'ye özgü bir olgu değildir; ancak Türkiye'de, bürokrasinin siyasi ideoloji olarak, DP-AP çizgisine uzak olması aradaki çatışmaya ideolojik bir renk de vererek bürokrasinin siyasi iktidarı kabul etmesini zorlaştırmış bu da siyasi partileri bürokrasiye karşı daha bilenmiş bir hale getirmiştir.
-Darbe sonrasında bazı sendikalar silahlı kuvvetler vakıflarına para yardımları yaptılar. Sendikalar tarafından silahlı kuvvetler vakıflarına yapılan bağışlara bir örnek, 1980 yılında Türk-İş'e bağlı TÜRK METAL tarafından Kara Kuvvetleri Vakfı'na yapılan 1,5 milyon lira tutarındaki bağıştır (Türk-İş, 1980: 33).Türkiye Tekstil, Örme ve Giyim Sanayii İşçileri Sendikası (TEKSİF) Bünyan Şubesi de 1981 yılı Ocak ayında Türk Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı'na 650.450 lira bağışta bulunmuştur. Yapılan bu bağıştan bir süre sonra, Hava Kuvvetleri Komutanı ve Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Teksif Bünyan Şubesi Başkanı Necati Zor'a bir teşekkür mesajı göndermiştir (Türk-İş, 1981: 30). Benzer bir bağış yine Teksif Sendikasının bu kez Karaman Şubesi tarafından 1981 yılının Şubat ayında bu sefer Türk Karar Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı'na 307.500 lira olarak yapılmıştır (Türk-İş, 1981: 28).
-12 Eylül süreci öncesi dönemde toplumda çeşitli kurumlarda bünyesel bozulmalar, politize olmalar ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilk politize olmuş olanlar, üniversiteler ve yükseköğretim kurumları olduğu görülmektedir. Çünkü üniversiteler bir yandan gençliğin hareket merkezi öte yandan da hangi inanç veya ideoloji isteniyorsa ona göre kültürlendirilmenin gerçekleştirildiği kurumlardır. Bu kurumlarda politik çıkarı bilim adamlığından daha öne çıkan, siyasi partilere ve yabancı ideolojilere bağlanmış bir öğretim görevlileri ve bilim insanı pozisyonundaki kitlenin önemli bir manevi tahribatı bulunmaktadır. (Dilligil 1983: 14).
-...12 Eylül darbesinin Tanzimat'tan başlayan Türkiye'nin Batılılaştırılması, ekonomiden başlayan ama orada durmayan Türk toplumunun sosyal, kültürel zihniyet dünyasını Batı medeniyetine tam bağlama yönüyle değerlendirilebileceği ve hatta 12 Eylül darbesinin diğer bütün darbelerden daha etkili, daha kapsamlı ve daha sistem kurucu bir yönü bulunduğu da ileri sürülmektedir. (www.onlinekutuphanem.com).
-O halde, imparatorluk bürokrasisinin yönetim geleneğindeki ağırlığı, cumhuriyet döneminde giderek artmış, bilhassa "batılılaşma politikalarının uygulanma misyonu" çerçevesinde "halka rağmen" reformlar yapmayı bir yöntem haline getiren bir siyasi kültür ortaya çıkmıştır. Bu siyasi kültür içinde, hareket eden iki önemli toplumsal aktörden bahsedebiliriz. Bunlardan ilki, askeri ve sivil bürokrasinin yönetici kadroları, diğeri ise, başta devletin bilim ve eğitim kurumlarında olmak üzere çeşitli basın ve yayın faaliyetlerinde yer alan aydınlardır.
- Kısaca söylenebilir ki, Türkiye'de 27 Mayıs'tan sonra yapılan seçimlerle başlayan süreç artık militarizmin etkisi ve denetimi altındadır. Vesayet rejimi denilende budur. Bu bakımdan DP'nin yerine kurulup, siyaset yapan partilerin bu seçimlere katılması başlangıçta öngörülmemiştir. Buna rağmen, o çizgide örgütlenen partilerin bu vesayet düzeni içerisinde hareket etmesi kaçınılmazdır ve bu onların bu düzeni benimsemeleri anlamına gelmektedir. Nitekim Adalet Partisi ve Genel Başkanı Süleyman Demirel, siyasi faaliyetlerini hep bu sınırlar içerisinde kalarak meşrulaştırma çabası içinde olmanın çelişkilerini yaşamışlardır.
-Bu ideolojik ve dini gruplar arasında en önemli fark, dini grupların daha çok sözsel ilişkiye, iknaya, diyaloga dayanan, hayatın rutini içinde insanlara dini mesajlar vermeleri ve inanç üzerinden yeni ilişki biçimleri kurarak, yeni dayanışma zeminleri oluşturmaları iken, ideolojik politik grupların, "mevcut toplumsal ilişkilerin rutin alanını" yok sayan ideolojik projelerine, soyut ve toplum mühendisliği eseri modellerine göre katı, mücadeleci, çatışmacı bir anlayışı benimsemiş olmalarıdır.
-Değişmeden en çok etkilenen, başta kente yeni gelenler olmak üzere, kentin değişmesiyle ortaya çıkan, bütün eski ilişki yapılarının da dağılması sonucunda aslında kentte yaşayan bütün insanlar olmaktadır. Yeniden cemaatleşme dediğimiz olay, hem kır-kent dengesinin bozulması sebebiyle bütün toplumsal sistemde yeni bir dayanışma birimi olarak yaygınlık kazanmakla birlikte, hızlı değişmeye açık, büyüyen şehirlerin yeni insanları arasında daha yoğun bir biçimde yaşanmaktadır. Toplumsal değişimin ve farklılaşmaların yarattığı, 1970'li yıllarda zayıfta olsa giderek güçlenme eğilimi gösterecek olan bireyleşme süreci ise, bu tür kolektif hareketlere rağmen varlığını koruyacak ve giderek kendisini daha çok göstereceği 2000'li yılları bekleyecektir.
-Ordu içinde böyle bir anlayış tarafından yetişmiş, militarist devlet yapısını korumaya yönelik bir anlayış, darbe yapmaya açık bir tutum içerisindedir.
-DARBELER HALKA HİZMET HAKKA HİZMET ANLAYIŞIYLA ÖNLENİR-
Taslakta Doç.Dr. Osman Şimşek adlı bir öğretim elemanının tespitlerinden geniş ölçüde yararlanıldı. Osman Şimşek, 12 Eylül 1980 darbesini ortaya koyduğu etkiler itibariyle şöyle tanımladı:
"Gelenekselci Türkiye 'den daha Batı liberal-kapitalizmine bağlayıcı taklitçi, seküler bir Türkiye'ye geçişin inşasını gerçekleştirmiştir.., Tutumlu olmanın, "israf haramdır' anlayışına rağbet etmenin bir vasıf olduğu toplum anlayışından, tüketmenin toplumsal prestij sağlayıcı bir nitelik taşıdığı toplum anlayışına geçişin yapılmasını sağlamıştır.., Türk aile yapısı içe dönük muhafazakâr öğelere dayalı bütünleşmeci bir anlayışa sahip iken neo-liberal toplum yapısının ahlak öğretisi etkisini giderek benimsemesi sonucu daha ekonomik zihniyet merkezli faydacı düşünen egoistik bir aile yapısı güçlenmiştir.., Liberal-kapitalizmci devlet aklına sahip laik, laisizmci, pozitivist görünümlü olan bürokrasinin iktidar alanını güçlendirmiştir.., Bu bürokrasi; sosyal seküler, laisizmci liberal-kapitalist büyük sermayenin öncesi dönemden çok daha hızlı büyümesine devlet içinde hükümranlık yoluyla mekanik önderlik etmiştir.., Yine bu bürokrasi başta ekonomi, siyasi, kültürel alanlardaki devlet organları içinde büyük İstanbul sermayesine devlet kaynaklarının aktarılması konusunda kılavuzluk görevini ifa etmiştir.., Türkiye 'de seçmenlerin yaklaşık %60-70'i olan Türk geleneksel sağı, kendi değerleri yerine liberal-kapitalizme olumlu yönde çıktı sağlayan liberal-merkez sağ anlayışı ile hükümetleri kurarak/kurdurularak, bu yolla, devleti yöneten sol görünümlü ama esasta liberal-kapitalist laisizmci jakoben yapının iktidarını sağlamlaştırmıştır. Böylece gelenekselci mukaddesatçı kesimin oylarıyla liberal-kapitalist Türk jakobenizminin, "devlet' aygıtına hükümrancı bir mantıkla yön vermesi sağlanmıştır.., ... kadim değerlerimiz liberal-kapitalist mantık içinden ele alınarak, özünden ve özgün dinamiklerinden uzaklaştırılan bir çerçevede Türk - İslam medeniyet algısının Protestancı bir yaklaşıma yönlendirilmesi, Türk toplumun yapısının "sosyal çözülmeye' tabi kılınması söz konusu olmuştur. Sonuç itibariyle 12 Eylül darbesinin ağırlıklı olarak idamlar ve işkenceler ile anılarak insan hakları açısından yarattığı maliyetlerle sorgulanmasına yönelik yaklaşımın yetersiz olduğu göz ardı edilmemelidir. Türkiye'yi uzun vadede, Batı liberal-kapitalist medeniyetin toplum anlayışına bağlayan 12 Eylül darbesinin soyut gibi görünse de toplumsal etkilerinin de dikkate almak gerekmektedir. Bu ahlaki kültürel, metafizik algı içeren soyut değerlerin tahribi, günümüze değin medeniyetimizi ve ülkemizi oldukça zor süreçlerle soktuğu da savunulan bir görüştür (www.ozgunsosyaldusunce.com). Türkiye'deki darbelerin oluşumun ana damarını; toplumun çeşitli kurumların, organlarında görev yapan Batı felsefesinin pozitivist, liberal¬kapitalist zihniyet temelli eğitimini kendi uzmanlık alanlarında alan ve bunlara göre bir dünya tasavvurunu Türkiye üzerinde gerçekleştirmeye çalışan "aydın gözüken kesim' oluşturmaktadır. Bu zihniyete sahip aydın kesimi, modernleşmeci toplumların fikirlerine, onlarla açık olarak görülen ya da açık olarak görülemeyen dostluklarına rağbet ederek, bunların görüşlerini Türk toplum yapısını şekillendiren devlet, sermaye ve bilgi alanlarına taşıyarak, Batı medeniyetine entegre olmuş bir Türkiye'nin oluşmasını sağlamaktadır. Söz konusu bu aydın! kesim, bunu açık yollardan, seçimle sağlayamayınca da darbelere zemin hazırlayan uğraşlar içine girmektedir. Yine pozitivist mahreçli liberal demokrasi yerine "halka hizmet Hakka hizmet' anlayışı çerçevesinden hareketle medeniyet değerlerimizin özgün yorumundan üretilen toplumcu, dayanışmacı ve adalet merkezli bir "Türk demokrasisi' modeli geliştirilerek anti-darbeci, toplum değerleri üzerinden düşünen, toplumla barışık bilim adamı ve önce kendi kültür ve medeniyet değerlerini önceleyen milli ve manevi bütünsellikten yola çıkan girişimci tipini inşa eden yeni bir siyaset anlayışının oluşu, Türkiye'de darbe sorununu kökten çözme yeterliliğini ortaya koyabilir."
-VESAYETÇİLER HALKIN HER ZAMAN CUMHURİYETİ KURAN KADROLARIN GÖSTERDİĞİ YOLDAN GİDECEĞİNİ SANIYORLARDI-
Taslakta, "Vesayetçilerin hesaplarının tutmadığı ilk konu, halkın onların sandığı gibi "sessiz kuzu' değil, kanlı-canlı, insan haysiyetine, kollektif kimliklere dayalı bir psikolojik varlık olmasıyla ilgiliydi. Vesayetçiler, halkın her zaman cumhuriyeti kuran kadrolara güveneceğini, onların gösterdiği yoldan gideceğini sanıyorlardı" saptaması da yer aldı.
-DARBELER ARTIK İMKANSIZ-
Raporda gerek cumhuriyet tarihi boyunca süren halkın demokrasi mücadelesi, gerekse post-modern dünya koşulları ve kimlik siyasetlerinin, darbeleri neredeyse imkânsız hale getirdiği bildirildi.
-ZİHNİYETLER DÖNÜŞTÜRÜLECEK-
"Darbecinin ruh dünyası nedir?" sorusuna yanıt arayan rapor, "Bu sorulara verilen cevaplar bir bakıma, vakti zamanında darbecilere boyun eğmiş, hatta darbecilere alkış tutmuş kitleleri de içlerindeki despotik zihniyetle karşı karşıya bırakmak, onların zihinlerinin demokratik dönüşümüne hizmet etmektir" tespitini yaptı. Raporda "Nazi ve faşist iktidarların, demokrasiyle iş başına geldikleri" hatırlatılırken uygulamalarının darbeci zihniyetin ürünü olduğu belirtildi.
-12 EYLÜL KOMİSYONU AMA 28 ŞUBAT İÇİN DE YOL GÖSTERDİ-
"Diyelim ki 28 Şubatçılar darbecilik suçlarından ağır cezalar aldılar ama o dönem onlara açıktan destek veren çevrelere hiçbir şey olmadı, özeleştiri bile yapmadılar, yine beyliklerini sürdürüyorlar, o zaman mağduriyetler giderilmiş olamaz" denilen raporda ABD'nin 12 Eylül müdahalesiyle ilişkisi iddiasına değinildi. ABD yöneticilerinin "Komünistler yapmadı" anlamında kullandıkları "our boys has done" ifadesiyle ilgili sayfalarca yorumun yapıldığı raporda şöyle denildi:
"-Amerika'nın aynı dönemde dünyanın değişik yerlerinde izlediği siyaset, karar alıcı çevrelerde popüler olan fikirler ve dış politika vizyonuyla birlikte dikkate alındığında Türkiye'de darbenin desteklenmiş olması ihtimali artmaktadır.
-Önümüzdeki dönemde bu konuyla ilgili yeni bilgi ve belgelere ulaşılması ihtimal dâhilindedir. Özellikle ABD arşivleri, araştırmacılar tarafından bu gözle henüz taranmamıştır. ABD'de bilgi edinme yasası gibi yeni düzenlemeler, daha önce erişilemeyen kaynakları daha açık hale getirmiştir. Bu alanda yapılacak yeni çalışmaların teşviki, acil bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır."
-TBMM'DEN "TÜRKİYE'YE İTTİFAKLARINI GÖZDEN GEÇİR" UYARISI-
Alt komisyon taslak raporunda 12 Eylül deneyiminden ABD bağlamında geleceğe dönük olarak çıkarılacak dersler bulunduğu belirtilerek, "Bunlardan en önemlisi, ülkemizde demokrasinin garantörü olarak herhangi bir yabancı ülke/ülke grubu/ittifak sistemini görmenin ne kadar yanlış olduğudur... Türkiye, gelecekte güvenlik bürokrasisinin içinde yer aldığı ittifak mekanizmalarıyla ilişkisini düzenlerken bu gerçeği hatırda tutmak durumundadır" diye tavsiyede bulunuldu.