Demirtaş, Genelkurmay'ın hakaret davası için mahkemeye cevap gönderdi

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Genelkurmay Başkanlığı'nın kendisi hakkında açtığı hakaret davasıyla ilgili mahkemeye karşı cevap gönderdi. Demirtaş'ın avukatı Faruk Duran'ın Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimliği'ne verdiği karşı cevapta, açıklanan ve doğrudan gözetilecek nedenlerle haksız ve dayanaktan yoksun davanın reddine ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesi istendi.

Davacının kişilik haklarının zarara uğradığı iddiası ile ikame edilen bu davanın, kusur sorumluluğu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin açık olduğunun savunulduğu cevapta, ancak bu kusurun varlığı ve düzeyinin, davanın her iki tarafı açısından da araştırılması gerektiği ifade edildi.

Gerek Yargıtay'ın gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yerleşik hale gelmiş kararlarında, bu tür olumsuz ifadelerden kaynaklanan manevi tazminat taleplerinde, davacının da kusurunun araştırılması gerektiğinin altının çizildiğinin hatırlatıldığı cevapta, "Nitekim davacının kusuruna bağlı olarak, tazmin sorumluluğunun ortadan kalkması sözkonusu olabilecektir. Bu bağlamda, öncelikle davacının söz ve davranışları incelenmeli, ancak bunun sonrasında davalı müvekkilin kusurlu olup olmadığı değerlendirilmelidir. Davacının, 05.01.2012 tarihli Milliyet Gazetesi'nde 'PKK'nın adını gündemden sileceğiz' başlığıyla bir röportajı yayımlanmıştır. Davacı, bu röportajda yetkisi kapsamında olmamasına karşın bir çok siyasi ve yargıyı ilgilendiren konuda açıklamalarda bulunmuştur." denildi.

"KCK alternatif yapılanmadır" başlığı altında bağımsız yargıyı etki altına alabilecek bir takım açıklamalar yapıldığının ileri sürüldüğü dilekçede, davanın henüz sonuçlanmadığı ve 6 bin 200 kişinin tutuklu olduğu iddia edildi. "Yargılamanın devam ettiği, henüz hiçbir kesin yargının ortaya çıkmadığı ve hepsinden önemlisi binlerce insanın kaderini belirleyen bu yargılama sürecinin böyle açıklamalardan olumsuz etkileneceği açıktır." denilen savunmada, "Çünkü bu açıklamaların sahibi ülkenin genelkurmay başkanıdır. Bu konumdaki bir kimsenin yapacağı açıklamaların etki doğuracağı tartışmasızdır. Bu nedenle davacının beyanları huzurdaki dava kapsamında kendisinin kusurunu teşkil etmenin yanı sıra Türk Ceza Kanunu'nun 'yargı görevi yapanı etkileme' suçunu düzenleyen 277. maddesine göre de suç oluşturmaktadır." ifadeleri kullanıldı.

Genelkurmay Başkanının "Kürtçe eğitimi uygun görmüyorum" başlığı altında doğrudan siyasetin yetki sahasına müdahale niteliğinde beyanlarda bulunduğu ileri sürülen savunmada, şöyle devam edildi: "Kürtçe eğitim hakkındaki bu beyan, kamuoyu tarafından da son derece sakıncalı ve askerin siyasete müdahalesi olarak değerlendirilmiştir. Bu konuda çeşitli kesimlere hitap eden bir çok gazeteci, yazar ve siyasetçinin davacıyı eleştiren yazı ve açıklamaları olmuştur. Çünkü Kürtçe eğitim konusu, siyasetin çözüm üretmeye çalıştığı en önemli ve hassas sorunların başında gelmektedir. Daha da önemlisi, bilindiği gibi TBMM çatısı altında, içinde bu konunun da tartışıldığı yeni Anayasa çalışmaları devam etmektedir. Böylesi bir dönemde davacının, ülkenin elinde silah bulunduran bir kurumunun en üst amiri sıfatıyla siyasi görüş beyan etmesi hukuka aykırı bir fiildir. Bu davranışı aynı zamanda Askeri Ceza Kanunu'nun 'siyasi amaçla demeç verme' suçuna ilişkin 148. maddesi kapsamında suç teşkil etmektedir. Nitekim bu nedenle kendisi hakkında müvekkil de dahil olmak üzere, bir çok kişi tarafından suç duyurusunda bulunulmuştur."

Sırrı Sakık ile ilgili ise olumsuz beyanlarda bulunulduğu; siyaset dünyasında kelimelerin "mota mot" karşılıklarıyla algılanamayacağı belirtilerek, "Bir çok yargı kararında yer verildiği gibi, siyasi hitabette kullanılan 'hırsız', 'katil' gibi ifadeler dahi hakaret değil, eleştiri ve rekabet vasfındadır. Dolayısıyla davalı müvekkile ait sözlerin de direkt karşılığına değil, kastına bakılması" gerektiği kaydedildi. Türkiye'de askeri vesayet sorununun uzun yıllardır süren ve ülkeye çok zarar vermiş bir sorun olduğunun gözönünde bulundurulması istendi. Uzun yıllardan bu yana askerin siyasete müdahalesinin, bir anayasal rejim sorunu haline geldiği bir ülkede, elinde silah bulunduran bir kurumun en üst amirinin bu tür siyasi açıklamalarda bulunması, yargısal konularda görüş belirtmesi kabul veya tolere edilebilir bir durum olmadığı savunuldu.

DEMİRTAŞ'IN ONBAŞI SAVUNMASI

"Senin rütben orgeneral de olsa bizim nazarımızda onbaşısın." sözlerini de savunan Demirtaş, "Bu sözlerin medyada sunulma biçimi ve davacı tarafça algılanan hali hatalıdır. Davacı taraf, müvekkilin 'onbaşı' tabirini aşağılama saikiyle kullandığını iddia etmektedir. Oysa müvekkilin 'onbaşı' demekteki maksadı, genelkurmay başkanının anadilinde eğitim hakkıyla ilgili yaptığı açıklamaların kendi seçmenleri üzerinde ancak bir onbaşının açıklamaları kadar etkili olduğunu belirtmektir. 'Onbaşı' rütbesini aşağılayıcı bir terim olarak kullanmak başka şey, bir onbaşının böyle konulardaki düşüncelerinin pek dikkate alınmayacağına atıf yapmak başka şeylerdir. Bu davacıya yöneltilmiş bir hakaret değildir. Bu sözle, davacının yaptığı açıklamaları dikkate almadıkları, önemsemedikleri, yetkisini aşan bu açıklamalardan kimsenin de etkilenmemesi gerektiği vurgulanmak istenmiştir. Müvekkilin bu sözlerindeki amaç, hitabetini etkili kılmak ve aksi görüşte olanlarla polemik yapmaktır. Bilindiği gibi siyaset, ünlü Romalı devlet adamı Marcus Tullius Cicero’dan bu yana polemik ve sert tartışma sanatıdır. Davalı da bu sözü kesinlikle aşağılama maksadıyla kullanmamıştır. Militarist kültüre karşı, eşitlikçi biri olarak aksi niyetle hareket etmesi, 'onbaşı' kavramını aşağı görmesi mümkün değildir." dedi.