Şeker hastalığının göz sağlığı üzerindeki etkileri hakkında önemli açıklamalarda bulunan Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Kuddusi Teberik, tedavisi ihmal edildiğinde görme kaybına kadar giden diyabetik retinopatiye dikkat çekti.Şeker hastalığının kronik kan şekerinin yükselmesiyle seyreden metabolizma hastalığı olduğunu hatırlatan başlayan Dr. Öğr. Üyesi Teberik, hastalığın tüm dünya popülasyonundaki prevalansının yüzde 2 ila 5 arasında değiştiğini söyledi. Teberik, gelecek 20 yılda bu oranın 2 kat artarak 300 milyon diyabet hastası oranına ulaşacağı öngörüsüne işaret etti. İki tür şeker hastalığı olduğuna dikkat çeken Teberik, Tip 1 diyabetin pankreas hücrelerinin zedelenmesi ya da total kaybına bağlı olarak gelişen insülin eksikliğiyle ortaya çıktığını ve insüline bağımlı olarak devam ettiği bilgisini verdi. Daha sık görülen Tip 2 diyabetin ise, genellikle başlangıçta insulin gereksinimi olmadan kontrol edilebilen bir hastalık olduğunu kaydederek hastalığın oluşumunda genetik ve çevresel faktörlerin etkili olduğu yönünde fikir birliği olduğuna vurgu yaptı.Şeker hastalığı kaynaklı retina hastalığı olan diyabetik retinopatinin tüm dünyada 20-65 yaş arasındaki grupta görülen önlenebilir ve tedavi edilebilir en önemli körlük nedeni olduğuna dikkat çeken Teberik, “Genel popülasyona göre körlük riski 25 kat daha fazladır. Türkiye’de tahmini rakam 2 milyon kişidir. Bu nüfusun da yüzde 25’inde herhangi bir seviyede retinopati mevcuttur. Diyabetik retinopati görülme sıklığı diyabetin insüline bağımlı olup olmadığına göre farklılık gösterir. Diyabete bağlı retinopati gelişiminde hastalığın süresi öncelikli kriterdir. Tip 1 diyabetiklerde tanı konulduktan sonra en erken 3 ila 5 yıl içerisinde retinopati gelişmeye başlar. Bu tür diyabetin başlangıç anı kesin bilindiği için tanı konulduktan 3-5 yıl sonra retinopati kontrolünün yapılması gereklidir" dedi.Tip 2 diyabetik hastalarda ise diyabet süresi 5 yıldan az olanlarda nadiren diyabetik retinopatiye ait bulgular saptandığını ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Teberik, "Bu tipte diyabet yaşını tespit etmenin güç olması nedeniyle retinopati kontrolünün tanı konulduktan hemen sonra yapılması gerekir. Yapılan bir çalışmada 30 yaş altı başlangıçlı Tip 1 diyabetlilerin retinopatisi olmayanlarında, 4 yıl içerisinde retinopati gelişme oranı yüzde 59, 10 yılda yüzde 73 ve 20 yılda yüzde 97 olarak tespit edilmiştir. 30 yaş üstünde ise Tip 1 diyabetiklerde 4 yılda retinopati gelişme oranı yüzde 47 iken, Tip 2’lerde bu oran yüzde 34 olarak bulunmuştur" diye konuştu.Diyabetik retinopatinin erken evre ve ileri evre olmak üzere iki grupta değerlendirildiğini söyleyen Teberik, "Erken evrede lezyonların sadece retina içinde sınırlı iken, ileri evrede retinal lezyonlara ek olarak göz arkasında bulunan yumurta akı kıvamındaki jel içine doğrudan ilerleme olur. Kontrolsüz diyabet, ergenlik, gebelik, hipertansiyon, sigara bağımlılığı ve geçirilen katarakt cerrahisinin hastalığın gelişimini hızlandıran faktörlerdir. Uzun süren yüksek kan şekerinin diyabette görülen damarsal patolojilerin esas sorumlusudur" şeklinde konuştu.İleri evre diyabetik retinopatiyi, erken evreden ayıran en önemli klinik bulgunun retina yüzeyinde ya da optik sinir başında gelişen yeni damar olduğunu kaydeden Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Kuddusi Teberik, “Bu oluşan yeni damarların endotel hücreleri arasında sıkı bağlantıları olmadığı gibi, bu hücrelere destek görevi yapan perisit denilen hücrelerden de yoksundur. Dolayısıyla damar içindeki sıvı ve kan elemanları kolaylıkla bu yeni oluşan damarlardan dışarıya çıkarak hastalığın klinik bulgularının oluşmasına yol açarlar" ifadelerini kullandı.Diyabetik retinopatinin her evresinde görülebilen ve özellikle başlangıç retinopatilerde görmeyi azaltan en önemli nedenin ‘Diyabetik Makulopati (sarı nokta ödemleri) olduğunu ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Teberik sözlerini şöyle sürdürdü: “Diyabetik Makulopati, erken evredeki görme kayıplarının yüzde 80’ninden sorumludur. Maküla ödemi ve İskemik makülopati olmak üzere 2 tipi vardır. Bunların ayırıcı tanısında Floresein Anjiografi tanıda yardımcı olmaktadır. Makula ödemini, gözdibi muayenesiyle görebileceğimiz gibi Optik Koherens Tomoğrafi (OKT) denilen görüntüleme sistemlerinden de faydalanabiliriz. OKT sağladığı kesitsel görüntüler sayesinde dokunun kalınlaşmasını (ödem) en iyi şekilde gösteren yöntemdir. Bu görüntüleme sistemi ayrıca makula ödemine eşlik eden diğer patolojilerin de (kanama, eksüda, maküler membran ve traksiyon) tespit edilmesini sağlar. Ayrıca makula ödeminin takip ve tedavisinde hekimlere kolaylık sağlamaktadır.”Diyabetik retinopatide özel durumlar hariç lazer tedavisine çok ağır erken evre ve ileri evrede yapılması gerektiğinin üzerinde duran Dr. Öğr. Üyesi Teberik; bazı gebeliklerde, uygulanması gereken katarakt cerrahisi varlığında ya da hastanın uzun süre kontrole gelemeyeceği durumlarda erken evrede de uygulanabileceğini kaydetti. Diyabetik retinopatide tedavi hakkında da bilgiler veren Teberik, tedaviye öncelikle diyabetin iyi bir metabolik kontrolü ile başlandığını, buna ek olarak varsa sigaranın bıraktırılması, hipertansiyonun kontrolü gibi risk faktörlerinin azaltılmaya çalışıldığını belirtti. Ayrıca, diyabeti olan kişilerin şikayetleri olmasa dahi göz kontrollerini mutlaka yaptırmaları tavsiyesinde de bulundu.İleri evre diyabetik retinopati tedavisinde göz içine uygulanan yeni damar oluşumunu engelleyen ilaçların mevcut olduğunu belirten Teberik; bu ilaçların bu yeni oluşan damarların kısa sürede ve geçici olarak kaybolmasına imkan vermesinin yanında lazer yapımında da yararlı bir durum sağladıklarını dile getirdi. Diyabetik makulopatide ise durumun biraz farklı olduğuna dikkat çeken Teberik; “Burada lazer uygulanacaksa sadece bölgesel ödem durumunda yağ birikintilerinin dağılmasını hızlandırmak için yapılabilir. Ancak yaygın ödem varsa lazer tedavisinin etkisi sınırlıdır. Günümüzde yaygın ödem varsa göz içine uygulanan ilaçlar kullanılmaktadır. Kontrol altına alınamayan ileri evre diyabetik retinopati, ağır göz komplikasyonlarının gelişmesine yol açar. Bunlar, kalıcı göz içi kanamaları, gören tabakanın yerinden ayrılmasına, gözün renkli tabakasında yeni damarların oluşmasına ve buna bağlı göz içi basıncında artmaya yol açabilir. Bu komplikasyonların tedavisinde retinal cerrahi devreye girmektedir.”Vitro-retinal cerrahinin çok sayıdaki hastada görmeyi artırması veya görme kaybını önlemesine rağmen gerek ameliyat esnasında, gerek sonrasında meydana gelen komplikasyonlarda ağır görme kayıplarına neden olabildiğine dikkat çeken Düzce Üniversitesi öğretim üyesi; bu nedenle cerrahiye karar vermeden önce hastanın diğer gözünün de ayrıntılı olarak ele alınması gerektiğini kaydetti.Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda Floresein Anjiografi, Optik Koherens Tomoğrafi gibi son teknolojiye sahip Retinal Laser cihazlarının bulunduğunu söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Kuddusi Teberik, 6 ay süresince tıbbi ve cerrahi retina konularında alanında yetkin akademisyenlerden eğitim aldığını belirterek Düzce Üniversitesi Hastanesi’nde hastalara en iyi şekilde hizmet vereceklerini dillendirdi.
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz