HABER

Diyarbakır'da UNESCO dönemi: Kimisi umutlu, kimisi kaygılı

Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri, UNESCO Dünya Kültür Mirası olarak tescillendi. Gazeteci Hatice Kamer surlarda yaşayan Diyarbakırlılarla görüştü, onların son gelişme ile ilgili olarak farklı hisler beslediklerini gözlemledi.

Diyarbakır'da UNESCO dönemi: Kimisi umutlu, kimisi kaygılı

Hatice Kamer

Diyarbakır

UNESCO'nun 39. Dünya Miras Komitesi Toplantısı'nda Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri de Dünya Kültür Mirası olarak tescillendi. Güneydoğu'dan ikinci, Türkiye'den 14. kültür varlığı olarak UNESCO listesine kabul edilmek, "Tek rakibimiz Çin Seddi" diyen birçok Diyarbakırlı için büyük bir heyecan yarattı.

Ama birkaç aile var ki onlar bu habere hiç sevinemedi.

Diyarbakır surları yaklaşık 6 kilometre uzunluğunda. Kuşbakışı görünümü kalkan balığına benzetilen Diyarbakır Kalesi'nde 82 burç, dış kalenin de dört yöne açılan dört kapısı var: Kuzeyde Dağkapı (Harputkapı), batıda Urfakapı (Rumkapı), güneyde Mardinkapı (Telkapı), doğuda Yenikapı (Dicle veya Surkapı).

Eskiden Suriçi'nde, surlara yapışık inşa edilmiş birçok ev vardı. Hatta bazı burçlar, ev olarak kullanılıyordu. Şehrin doğu kısmında yer alan Yenikapı'ya doğru gidince, surlara açılmış pencere ve kapılar karşınıza çıkıyor. Eskiden şehrin bu bölümünde surlara bitişik olarak yapılmış yüzlerce gecekondu vardı. Surlardaki sıvanmış boyalı yerler o evlerden kalma.

Gençler UNESCO'dan umutluEyüp Babür ve Kadir Şahin adlı gençler, sokağın sakinlerinden iki işçi. Kadir kepçe operatörü, Eyüp de bir kafede garson.

Kadir, surlardan yapılmış bir evde doğup büyüdüğünü ama dört yıl önce evleri yıkılınca Şehitlik semtine taşındıklarını söylüyor.

"Ailem sürekli buraya gelir. Baba ocağımız burası. Evimiz de kale gibi sağlamdı" diyerek gülüyor.

Eyüp de aynı şekilde surlardan yapılma bir evde büyümüş. Ama kentsel dönüşümle evleri yıkılınca aynı sokakta bir başka eve taşınmışlar. UNESCO'dan haberdar olduklarını söyleyen gençler bu gelişmeye çok sevindiklerini ve umutlu olduklarını söylüyorlar.

"Şehrimiz dünyada tanınacak ve çok turist gelecek. Böylece gençlere de iş imkanı doğmuş olacak" diyorlar.

Kadir'in babası Celal, elinde hortumla 20 yıl oturduğu evininin önünü suluyor.

Celal, "Başka semte taşındık ama eski sokağımızı özlüyoruz, burayla bağımızı koparamıyoruz. Eğer bizim buradan çıkmamız daha hayırlıysa, herkese nasılsa bize de öyle olsun" diyor.

Kentsel dönüşümden geriye kalan…Diyarbakır Mimarlar Odası Başkanı Merthan Anık'ın BBC Türkçe'ye verdiği bilgiye göre, Suriçi Alipaşa ve Lalebey mahallelerini kapsayan 14 hektarlık alanda, TOKİ tarafından kentsel dönüşüm uygulaması başlatılmış.

Bu kapsamda TOKİ Müşavir firması, Aralık 2009 tarihinde kamulaştırma için mülk sahipleriyle görüşme başlatmış, Aralık 2010 tarihinden itibaren ise kamulaştırma ve yıkım işlemlerini TOKİ adına Büyükşehir Belediyesi yüklenmiş.

Alanda toplam 850 yapı ve 1025 mülk sahibi bulunmakta. Bu güne kadar toplam 428 yapı için anlaşmaya varılmış, 330 yapı yıkılmış.

Yapılan anlaşmaya göre mülk sahiplerine isteyene kamulaştırma bedeli olan miktar ödenerek bölgeyi boşaltmaları söylenmiş, isteyene ise Urfa yolu üzeri Çölgüzeli mevkinde yapılan TOKİ konutlarından daire satılmış, kamulaştırma bedeline tekabül eden miktar ise peşinata sayılarak konut kredisi kullandırılmış.

Tapusu olmayanlar da bütçelerine uygun başka semtlere taşınmak zorunda kalmışlar.

Surlarda yaşamHerhangi bir geliri olmayan ve kira verebilecek durumda olamayan birkaç aile, surların bu bölümündeki depo ve geçitleri ev olarak kullanmaya başlamışlar. Daha önce bir yıkım gördükleri için UNESCO'nun kararı sevinçten ziyade evsiz kalma kaygısı yaratmış onlarda.

Yan tarafta surlara açılmış iki kapı var. Biri bir bahçeye açılıyor diğeri de bir odaya.

65 yaşındaki Nazime Kara'yı Hevsel Bahçeleri manzaralı küçük avlusunda namaz kılarken buluyorum. Bu tarihi yapıyı bir yaşam alanı haline getiren yaşlı kadın, gözü ocakta kaynayan akşam yemeğinde, sorularımı yanıtlıyor.

"UNESCO nedir, biliyor musun?'' diye sorunca "Bilmiyorum, yine bir şeyler olacak diyorlar. Dört yıl önce evimizi yıktılar. Şimdi yine bizi çıkaracaklarmış" diyerek evsiz kalacakları için çok endişeli olduklarını söylüyor.

Şimdi kaldığı ev ve küçük avlu, dört yıl önce yıkılan evinin arka bahçesiymiş.

25 yıl önce Dicle'nin Sergelan Köyü'de tarlasını, bağını bahçesini satıp 27 bin liraya (o zamanlar milyar) burada iki katlı, beş odalı, üç kilerli bir ev satın almış. "O parayla o dönem Ofis semtinde iki apartman dairesi alabiliyordum" diyor.

Evin yıkım parası olarak sadece 16 bin lira verilmiş. O parayla da oğluyla beraber üç ay kiraya çıkmış ama dayanamayıp geri gelmiş.

Bahçenin hemen yanında, tek gözlü 171 no'lu eve geçiyoruz. 90 yaşındaki kocası Süleyman Kara hasta. Odaya girdiğimizde, vantilatörün önüne uzanmış yatıyordu. Uzun yıllar hamallık yapmış ama 30 yıl önce belinden rahatsızlanınca iş yapamaz hale gelmiş. Yaşlılıktan dolayı kulakları işitmiyor. Yedi kız, iki erkek dokuz çocukları olan bu yaşlı karı koca evde yalnız yaşıyor.

Diyarbakır'ın surları tarihi kadar akrepleriyle de ünlüdür. Her yıl bu semtte mutlaka akrep sokma vakaları meydana geliyor. Belediye her ne kadar ilaçlama yapsa da 3000 yıllık tarihi geçmişi olan bu yapılarda yuva kuran akrep ve yılanların önüne geçilmiyor.

Nazime Kara, iki küçük kızının, yılan ve akrep korkusundan abilerinin evinde kaldığını belirterek daha iki gün önce bahçede bir metre uzunluğunda bir yılan öldürdüklerini söylüyor.

Yazın sıcaktan, yılan ve akrep derdinden, kışın soğuktan ve damlayan çatıdan dolayı çok çok zorlandıklarını söyleyen yaşlı kadın, "Kızım, çaresizlikten olmasa, yılan ve akrep yuvasında yaşanır mı ama ne yapalım buna da şükür, başımızı sokacak bir damımız var" diyor.

Nazime Kara iki oğlunun işsiz olduğunu söyleyerek büyük gelininin hemen yan tarafta, surun içine yapılmış bir başka evde yaşadığını belirtiyor.

Onları da ziyaret ediyorum. Evin kapısı sokağa göre bir iki basamak yerde kalıyor. Kapının seviyesini görünce yağan her yağmurun burada ne büyük bir eziyete döndüğünü tahmin edebiliyorum. Kapıyı 16 yaşındaki Gulê adındaki genç kız açıyor. Nazime Teyze'nin torunu. Annesi Dilek Gündoğdu ve küçük kardeşi Apo, içerde oturmuş televizyon izliyorlar.

UNESCO iyi bir şey mi?

Oldukça güler yüzlü bir şekilde beni eve davet ediyorlar. O dar ve küçük kapı, mavi badanalı güzel bir eve açılıyor. Gulê ortaokuldan sonra okuyamamış. Abisi izin vermemiş. Abisinin nerde olduğunu sorunca annesi "Oğlum kötü arkadaş kurbanı oldu. Bandırma'da cezaevinde. Yedi yıl hapis yatacak" diyor.

Eşiyle anlaşamadıkları için ayrıldıklarını söyleyen kadın, tiroid kanseri tedavisi görüyormuş:

"Bizim de evimiz yıkıldı. Kira veremedik. Sokakta kalınca bu harabeyi onarıp yaşanabilecek duruma getirdik. Kocamla anlaşamadık. Ayrıldık. Çocuklarımla birlikte yaşıyorum. Ama kışın yağmurdan, çamurdan yaşanılmıyor burada. Mecburuz, ne yapalım" diyor.

Evin kızı balkona yıkadığı çamaşırları asıyor. Ne sorularıma cevap vermek istiyor, ne de fotoğrafını çekmemi.

''UNESCO'yu duydunuz mu?'' diyorum. Evin oğlu Apo cevaplıyor:

"Biliyorum, dün sabah da televizyonda gördüm. Surlarla ilgili bir şey yapacaklarmış."

Tek hayalinin çocuklarıyla yaşayabileceği güzel bir ev olduğunu söyleyen kadın oğluna "Peki o iyi bir şey mi bari?" diye soruyor.

Yanına sokulan kedisinin başını okşayan çocuk, tıpkı daha önce "İlerde ne olmayı düşünüyorsun?"soruma yanıtı gibi, başını iki yana sallayarak, hiçbir fikrinin olmadığını söylüyor.

En Çok Aranan Haberler