Böylece, gazetecilik tarihinin en büyük "sızıntısının" bilinmeyen hikâyesi ilk kez kamuoyuyla paylaşılmış oldu.
Bundan 13 ay önce, 14 Kasım 2010 tarihinde dünya henüz Julian Assange ve Wikileaks’i tanımıyor, ben de ülkem Brezilya'da serbest gazetecilik yaparken bir telefon aldım.
Hattın diğer ucunda, benimle daha önce çalışmış olduğunu öne süren bir kadın şöyle diyordu:
"Merhaba Natalia, çok etkili bir kuruluş için çalışıyorum ve sana iş teklif etmek istiyorum. Tüm dünyada yankılanacak dev bir proje üzerine çalışıyoruz. Telefonda detayları görüşmemiz güvenli değil. Ama eminim ki her gazeteci böyle bir işe dâhil olmak isterdi."
JAMES BOND FİLMİ GİBİYDİ
James Bond filmi gibi geliyordu duyduklarım. Meraklanmıştım. Londra'daki Araştırmacı Gazetecilik Merkezi'nin yöneticilerinden Gavin MacFadyen'ı aradığımda, telefonda konuştuğum kadının güvenilir biri olduğunu söyledi. Düşünmek için bile zaman harcamadan Londra'ya gittim. Elimde sadece kadınla buluşacağım yerin adresi vardı. İsim yok, detay yok, soru yoktu.
Onunla, gazetecilerin buluşma yeri olan Frontline Kulübü'nde buluştum. 30'lu yaşlarında güzel bir kadındı. "Bugün neler olduğunu duydun mu? Onun (Assange'ın) tutuklanması için karar yayınladılar. Üzgünüm ama programımızı birkaç saat erteliyoruz. Çok daha dikkatli olmalıyız" dedi.
Bu kararın birkaç ay öncesinde, Pentagon net bir uyarı yollamıştı: “Ya Wikileaks tüm gizli dosyaları geri çeker ve sitesinden siler ya da aksi halde ABD onları (Wikileaks için çalışanları), doğru şeyi yapmaya zorlamak için alternatif yollar arar.”
BİRKAÇ SAAT SONRA JULIAN’LA TANIŞTIM
Birkaç saat sonra yakınlardaki güvenli görünen bir eve gittik ve orada çalışma arkadaşlarımla tanıştım.
Julian da oradaydı. Üzeri dizüstü bilgisayarlarla, kâğıtlarla ve bardaklarla kaplı büyük bir masada oturmaktaydı. Ciddi görünüyor ve az konuşuyordu. Bana alışık olmadığım İzlanda votkası ikram etti.
Masanın diğer yanında oturan 50'lerindeki, hoş görünümlü kadın Kristin Hrafnsson gülümsedi ve ülkesinin votkasından şikâyet etti. Yanımdaki genç adam, "Arabayı ben kullanmayacağım nasılsa!" diyerek umursamazca içiyordu.
250 BİN TELEGRAF, ÇOĞU İŞE YARAMAZ
Onlar gidince, Julian beni çağırdı. Üzerinde "Hiçbir şey söyleme" yazan bir kağıt verdi. Kağıda küçük el yazısıyla, "ABD elçiliklerinden, 1966–2010 arasında, 250 bin telgraf. 1/10'u işe yaramaz, 1/50'si önemli, 1/250'si çok önemli" yazmıştı. Hayatımda hiç bu kadar sessiz olmamıştım. Arabaya binmeden son bir sigara yaktım.
Kristinn, "Hazır mısın?" diye sordu.
"Hazırım. Soru sorabilmek isterdim".
"Yolda sorarsın" dedi.
“HİÇBİRİMİZ BREZİLYA’YI BİLMİYORUZ”
Yolda mola verdiğimizde, diğerleri yiyecek alırken, Julian benimle konuşmaya başladı.
Bana, kriptoların değişik ülkelerde yayımlanmasına yardımcı olabilecek bağımsız gazetecilerden biri olduğumu söyledi. Ne kendi ekibinin, ne de The Guardian, The New York Times, Le Monde, El Pais and Der Spiegel gibi kurumlarda işbirliği yaptıkları insanların Brezilya'nın meseleleri hakkında yeterli bilgiye sahip olduğunu belirtti.
Benim görevim, Brezilya ile ilgili tüm kriptoları okumak, Portekizce makaleler yazmak ve Brezilya medyasında güvenilir ortaklar bulmaktı. Yeşil-siyah metin dosyasının bulunduğu bilgisayarını açtı. "Brezilya: 3,000 belge” yazdı.
TELEFONLAR KAPANDI, PİLLERİ ÇIKARILDI
Yola devam ettiğimizde Julian hepimize bilgisayarlarımızı, cep telefonlarımızı kapatmamızı ve pillerini çıkarmamızı söyledi.
Sonunda yol, büyük korulukların, malikânelerin, dük ve düşeslere ait eski evlerin olduğu bir yere vardı. Ellingham Konağı'na gelmiştik. Ekip ilk olarak tam kadro halinde burada kalacaktı.
Dört katlı konağın 10 odası vardı. Odamı Latin Amerikalı bir kızla paylaşıyordum. Odada birbirimize, İngiliz Gizli Servisi veya CIA tarafından baskına uğramaktan korktuğumuzu itiraf ettik. Oda arkadaşım, "‘Biz sadece temizlikçi kadınlarız’ diyeceğiz" diye espri yaptı.
JULIAN’IN PİŞMANLIKLARI
Çok büyük bir arazide, tek başına ve sakin bir yerdeydik. Farklı ülkelerden gazeteciler gelip gidiyordu. Şehir merkezine nadiren ve küçük gruplar halinde gidecektik.
Julian'ın İsveç'teki davasından bir veya iki kez konu açıldı. Interpol tutuklama kararı çıkarırsa her şeyin zorlaşacağını biliyorduk.
Julian'ın Wikileaks ile ilgili pişmanlıkları vardı. Bir gün, "Wikileaks'i bir şirket olarak kurmadığıma pişmanım. Kar amacı güden bir şirket olsaydık, bilgiyi hızla satardık ve herkes de bize saygı duyardı" dedi. Bu, Julian'ın tipik mantığıydı; içgörülü, orijinal ve beklenmedik.
O ZAMANLAR DOSTTULAR
Julian ve genç İngiliz arkadaşı James Ball'un tartışmalarını dinlemek bana heyecan verirdi. 25 yaşındaki geleneksel İngiliz'le, gelenekleri takmayan ve sınırları zorlamayı çok seven Avusturalyalı hacker'ın bitmek bilmeyen söz düellosunu izlemek çok eğlenceliydi.
Aylar sonra Ball, organizasyonun düzensizliğinden yakınarak The Guardian'a geçti ve Wikileaks karşıtı bir kampanya başlattı.
BEŞ GÜN UYUMADAN ÇALIŞTIM
Excel tablolarını alıp Brezilya hakkındaki 3 bin kriptoyu okumaya başlayınca, neredeyse beş gün adamakıllı uyuyamadım.
Aile büyüklerinin eski portrelerinin asılı olduğu rahat bir oturma odasında çalışıyorduk.
Akşam yemekleri sırasında biraz nefes alıyorduk. Güzel muhabbet, iyi şarap her geceki geleneğimizdi. Her yerden çalışma arkadaşlarımız vardı. Fransız, İsveçli, ABD'li, İngiliz... Çok kültürlü bir atmosferdeydik. Çok sigara içiyor, Youtube'da eğlenceli klipler seyrediyorduk. Bulunduğumuz şartlar gerilimliydi elbette. Ama o günlerde, bazı aşk hikayelerinin de başladığından şüphe ediyorum.
ADI NE OLACAK?
Tartıştığımız konulardan birisi de, projeye ne isim verileceğiydi. Julian "elçilik kriptoları" gibi bürokratik bir isim istemiyordu. Hepimiz "sol kanadı" çağrıştıracak isimler koymamamız gerektiği konusunda hemfikirdik. Julian bir gün, “Buldum” dedi, “Cablegate”.
Çoğunluk beğenmemişti bu ismi. Ama kimse de daha iyisini bulamıyordu.
CLINTON PEŞİN PEŞİN ÖZÜR DİLEDİ
Tasarlanan yayımlama tarihinden birkaç gün önce, haberlerde yeni bir sızıntının olacağından bahsedilmeye başlanmıştı. The New York Times, ABD yönetimine gitmişti. Bunun üzerine Hillary Clinton, dünyadaki bütün müttefik ülkelerin hükümetlerini arayarak peşinen özür diledi.
Bizse, Ellingham Konağı'nda, Julian'ın bilgisayar ekranından fışkıran gerginliği hissedebiliyorduk. Zaferi paylaşmaya ve birbirine güvenmeye alışkın olmayan beş gazete arasında sessiz bir savaş sürmekteydi.
"Yüzyılın haber atlatmasını" kim yapacaktı?
BOMBAYI DER SPIEGEL PATLATTI
Pazar günü 09.00'a kadar sürecek yayın ambargosunun gelişiyle, planlar oldukça imkânsız hale geldi. Kimse kimseye haber atlatamayacak gibi görünüyordu, çünkü Wikileaks sitesi hazır değildi.
Ancak, Cumartesi öğleden sonra, Der Spiegel bombayı patlattı. Gazete, sızıntıyla ilgili bir raporu sitesinde yayımladı.
SONRA DA EL PAIS VE DİĞERLERİ
Pazar sabahı saat 06.00'da, El Pais’ten haberler geldi. Ardından, onu diğerleri takip etti. Önüne geçilemeyen bir sel gibiydi. Twitter'da, saniyede yüzlerce mesaj yayımlanıyordu. Gazetecilik tarihinde yaşanmış en büyük haber sızdırmasıydı.
Sabaha doğru 5 litrelik dev bir şampanya şişesi patlattık. Yüksek sesle kadeh tokuşturduk: "Wikileaks'e!"
Ellingham Konağı'nda birkaç gün daha geçirdikten sonra belgelerimi, kirli çamaşırlarımı ve çantamı alarak evden ayrıldım. "Seni özleyeceğiz" diyerek uğurladı çalışma arkadaşlarım.
Beş gün sonra Julian polise gitti ve bir hafta sonra ev hapsine mahkûm edildi.
Aradan bir yıl geçti, suçluluğu kanıtlanmamış olsa da Julian hala aynı zor koşullar altında yaşamaya devam ediyor.