Mağaranın duvarına
Hayvanları taştan oydum
Kükrediler karanlıkta
Türkülerle karşı koydum
Karanlıktı mağara
Işığı taştan oydum
Üşüyordum
Bir de güneş koydum
Aşk oydum mağaranın duvarına
Aşk oydum
Ağrıdı taşlar
Yarıldı mağara
Dirilten misin beni gövdem
Öldüren misin bilmem
Gördüren misin beni gözüm
Körleten misin bilmem
Bildiren misin bana başım
Gizleyen misin bilmem
Bir ben varım benden öte
Ben misin bilmem
Köylü kadınlar
Fistanları güllü kadınlar
Topraktan doğup da toprağı yoğurandır onlar
Veresiye canlarını doğurandır onlar
Köylü kadınlar
Fistanları güllü kadınlar
Yüzleri güneştir onların yanık
Ayakları topraktır onların yarık
Doyulmadan güzelliğine
Tarlalarda solandırlar
Köylü kadınlar
Fistanları güllü kadınlar
Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
Yaşını sordum bir giz gibi güldü
Kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
Yüzüne baktım bir giz gibi güldü
Bir asa vardı elinde
Bir solmuş kırallığın
Kadifeden harmanisi üzerinde
Bir hititliydi o bir selçukluydu
Bir ermeniydi bir kürttü
Bir Türk
Yaşını sordum bir giz gibi güldü
Koluma girdi bir soylu kadınca
Tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
Beni tek gözlü sarayına götürdü
Köy yapısı kulübesinin
Zamanı onda yitirdim ben
Yitik zamanlara onda eriştim
En soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
Bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim
elbette senden güzel olacaktı
çizdiğin resim
yaptığın heykel
senden büyük olacaktı
senden yakışıklı
elbette senden doğru söyliyecekti
yazdığın şiir
elbette senden çok duyacaktı
söylediğin türkü
sen olduğundan büyüksün
sen olduğundan iyisin
sen olduğundan güzel
ağacım ben dalları derinde
yaprağım ben paramparça
suyla ışığın ellerinde
ben yüzen bir kuş
uçan gölgeyim suda
gökte bir ışık
göğüm ben
toprak yatağında
suyla karışık
eğil bana bak bana
senim ben
sana aşık
Rahşan’a
akşam kapı eşiğinde bir terli giysi gibi
soyunmak vardı derdinden evrenin
bir entari serinliğini giyinmek
kendi derdini tespih gibi çekmek elinde
yün örmen vardı akşamları koltuğa gömülü
karşında polisiye roman okumak vardı
sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz
sevinçsiz gülmek üzüntüsüz ağlamak
oturmağa konuklar gelmesi bazen
çevresinde bir masanın kaygısız
sıcacık konularda bir demli çay gibi
bilmedik komşularla konuşmak
dünyamızla uyuşmak vardı
oyunda sonunu görmeden oynamak
sevinebilmek kazandığına
yitirdiğine yerinebilmek
düşünmeyebilmek yoruldukça düşünmekten
kamaştıkça örtebilmek gözlerini
düşlerde bile ışıktan sakınarak kendini
uyayabilmek vardı vaktinde rahat
promete şimdi kentte
kayalara bağlı değil
beton duvarlarla çevrilidir
kartalların giremiyeceği bir semtte
kendi kendini kemirir
ormanın kuytusunda vurulan geyik
hayvanlar acınla suskun
dallar yasınla eğik
boynuzlarında çizgilerinde gözlerinde
avcının söndüremediği iyilik