SPOR

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

Emre Belözoğlu: 'Bugünlere gelmemi sağlayan Galatasaray'da...'

Türk futbolunun yetiştirdiği en önemli yıldızlardan biri olan Emre Belözoğlu, kariyeri ile ilgili çok özel açıklamalarda bulundu.

Emre Belözoğlu: 'Bugünlere gelmemi sağlayan Galatasaray'da...'

Medipol Başakşehir'in tecrübeli yıldızı Emre Belözoğlu, Four Four Two dergisine geniş bir röportaj verdi. İşte çok konuşulacak o açıklamalar:

Kariyerin boyunca oynadığın kulüplerde liderliğe alışık bir oyuncusun. Başakşehir’e gelirken bunu yaşamayı bekliyor muydun? Bu sezonki performansınız senin için sürpriz oldu mu?

Futbolcu profilime uygun olduğunu düşündüğüm için, bugüne kadar hep önde oynamayı tercih eden takımlarda oynadım. Başakşehir’e geldiğimde Abdullah Avcı’nın ve oyuncuların reaksiyonu da bu yöndeydi. Benim de dahil olmamla birlikte daha çok önde oynamaya çalışan bir takım ortaya çıktı. Sezon başında oynadığımız çok zorlu dört maçın tamamından hakkını vererek ayrıldık ve o maçlar şu an ligdeki konumumuza gelmemizi sağladı. Yola lider olmak için çıkmadık ama takımdaki oyun gücünü gördükten sonra buna inanmaya başladım. İki sene önce imza atarken şampiyonluğa oynamak; Beşiktaş’la, Galatasaray’la kafa kafaya mücadele etmek gibi hedeflerden ziyade ligi ilk dörtte bitirmek, Avrupa Ligi’ne gitmek gibi daha gerçekçi hedefler koymuştuk.

Taraftar ya da medya baskısının olmaması, bireysel performansını nasıl etkiliyor? İşine daha kolay konsantre olmanı sağlıyor mu?

Olumlu ve olumsuz anlamda taraftarla yaşayan bir oyuncu değilim ama özellikle iç saha maçlarında taraftarın desteği olsa ayrı bir motivasyon kaynağı edinebiliriz. Bu takım bunu fazlasıyla hak ediyor.

Abdullah Avcı’yla nasıl bir ilişkin var? Onlarca farklı hocayla çalıştıktan sonra onun öne çıkan özelliğinin ne olduğunu söyleyebilirsin?

Her şeyden önce çok samimi. Konuşurken yüzü kızarır, söyledikleriyle karşısındakini etkiler çünkü yapmacık değildir; içinden geldiği gibi hareket eder ama aynı zamanda da oyuncusuyla mesafelidir. Benim gözümde oyuncusundan geri bildirimi en iyi alan teknik direktör o çünkü oyuncusuna yaklaşırken birçok parametreyi göz önünde bulundurur: Psikolojik durumunu, aile yaşantısını, bir önceki antrenmanını, sakatlık durumunu…

“Emre, zamanında çok fedakarlık yapmış bir futbolcu. Biz de sakatlıklarının nüksetmemesi için dikkatli davranıyoruz” demişti. Hırsının etkisiyle erken dönmeye mi çalışıyordun?

Geçmişte, gençliğin de vermiş olduğu enerji ve istekle böyle şeyler yaptım. Çok küçük yaşta bir baskı altına giriyorsunuz, her gün kendinizi ispatlamak zorunda hissettiğiniz bir arenadasınız… Özellikle Türkiye’de futbol dünyası böyle. Bu topraklardaki kültür, yetişme tarzımız, gördüklerimiz bizi buna itiyor. Bu yüzden hep sakat sakat, ağrılarım varken oynadım. Bunun benden götürdüğü çok şey oldu. Ayağımda ağrı olur; iğnelerle, ağrı kesicilerle devam ederdim. Abdullah hoca benden daha uzun süre verim alabilmek için, antrenmanlarda yorulmamam adına kolluyor. Bazen hazırlık maçlarında ve kupa maçlarında oynatmıyor. Yaşım gereği artık antrenman yapmaktan çok yapmamanın faydalarını gördüğüm bir dönemdeyim; yeter ki iyi besleneyim, iyi dinleneyim. Hocam da böyle düşünüyor, yani aynı kafadayız. Onunla çalıştığım için şanslıyım çünkü ben de sezonu en az sakatlıkla kapatmak istiyorum.

Abdullah hocayla iletişiminizde saygı duyduğu kariyerinin de payının olduğu aşikar. Bu kadarını hayal ettiğini sanmıyorum. Kariyerinin hangi aşamalarında hazırlıksız yakalanıp ters köşe oldun?

Orta gelirli bir ailemiz vardı. Babam elinden geldiği kadar sırtlamaya çalışıyordu ama kolay değildi. Ben de aileme yardım edebilme hayalleri kuruyordum. Rahmetli babaannem bana bir dua ezberletmişti, çok dua ettim. Hep iyi bir futbolcu olabilmeyi, Zeytinburnu’nda oturduğumuz için orada oynayabilmeyi, annemi kendi arabama bindirip istediği yere götürebilmeyi, rahatlıkla eve yiyecek alabilmeyi hayal ederdim. Çocukluğun etkisiyle küçük hayaller… Galatasaray’a küçük yaşta transfer oldum ve transfer paramla aileme kirada oturduğumuz evi aldım. Bizim toplumumuz gençlere, çocuklara karşı baskıcıdır; onlara hükmederiz ve istemeden hayallerini küçültürüz. Benim de hayallerimi küçültmüşler. Söylediğin gibi hiç hayal etmediğim noktalara geldiğimde bocaladığım konular oldu. Galatasaray’da, Avrupa’da futbol oynamayı, Fenerbahçe forması giymeyi hiç düşünmemiştim çünkü oralarda benim çocukken sokakta oynarken öykündüğüm efsaneler oynuyordu. Oğuz, Rıdvan, Tugay gibi isimler… Gün gelip onlarla oynadığında “Ben neredeyim?” deyip, rüyada olduğunu sanıyorsun. Şimdi artık “Çok daha fazlasını başarabilirmişim” diyorum ama sakatlıklarım buna müsaade etmedi.

Verdiğin bir röportajda “Şöhretle yaşayan bir insan değilim, şöhretin benden neler götürdüğünü küçük yaşta anladım” demiştin. Şöhret senden neler götürdü? Hâlâ götürmeye devam ediyor mu?

Şöhretin bir tılsımı var, hemen her futbolcu bunu yaşamıştır. Bir anda sokaktaki insanlar sizi tanır, parmakla gösterir ve siz de memnun olursunuz. Bazı insanlar zamanla onsuz yaşayamaz hâle gelir; ki bu da şöhretin zehirli yanı! Sevdiğim birçok insanda buna şahit oldum. Sokağa çıktığımda hiç hak etmediğim kadar sevgi de gördüm, hiç hak etmediğim kadar nefret de! Bunların tamamı camı tutan bir buğu gibi; yani sildiğinizde geçecek şeyler. Gerçek hayatı görmek için sadece elimle o buğuyu silmem gerekiyordu. Bu şekilde daha mutlu olabileceğimi fark ettim. Çocukluğumda trenle idmana giderken karşımda oturan iki adamın gazetenin arkasında benim fotoğrafımı görüp, bir gazeteye bir bana baktığını hatırlıyorum. “Evet, o benim!” demiştim. Şimdi artık kamufle olmak istiyorum. Bazı şeyleri çok küçük yaşta yaşamaya başladığım için özellikle özel hayatımda kendime özgü tecrübelerim var. Daha durağan bir hayat yaşamak, magazin haberlerinden uzak kalmak, işimle anılmak istiyorum. Böyle daha mutluyum.

Bunun ayırdına ne zaman vardın?

Yakın çevremin “Sen artık bizi tanımazsın” demeye başlamasıyla herkesin benden bir şeyler beklediğini fark ettim ve kimseye yetemeyeceğimi anladım. Olgunlaştım.

Zeytinburnuspor’daki rahmetli hocan Mehmet Kaya (Nam-ı diğer Cücük Mehmet), o dönem seni anlatırken “11 yaşındaki çocuk muz orta yapar mı? Pres yapar mı? Bu çocuk yapıyor!” demiş. Muz ortalarında kimden esinlenmiştin? Pres yapmayı hangi takımı izleyerek öğrenmiştin?

Zeytinburnuspor’un sezon açılışlarında önce benim de olduğum minik takım oynardı. O zaman sadece beni izlemeye gelenler bile olurdu. Oyunumun pek farkında değildim, sonradan öğrendim; yaptığım şeyin ismi muz ortaymış! Sonra total futbolun gerçeklerini öğrendiğim Galatasaray altyapısına geçtim. A takıma çıkarken topu kazanmak için neler yapmam gerektiğinden tutun da, takımın sistemiyle birlikte hareket etmem gerektiğine kadar birçok şeyi orada kazandım. Gözlem yeteneğimle Fatih Terim’den ve takımdaki büyük oyuncu kadrosundan öğrendiklerim sayesinde mücadele eden, agresif oynayan, gerektiğinde faul yapan bir oyuncu kimliğine büründüm ve bu bana çok şey kazandırdı.

11 yaşında sırf seni izlemek için tribüne gelenlerin hissettirdiği “özel futbolcu” sıfatını kazandıktan sonra Galatasaray’a gelip takım arkadaşlarından tekme yemeye başladığında kendini nasıl hissettin?

Biraz anneme benziyorum ve insanları koşulsuz seviyorum. O takımda da öyle bir abi-kardeş ilişkisi vardı. Mesela babam bana evde “Oğlum, bi’ çay getir!” dese, “Yaa baba, bi’ dur yaa!” diyebilirim ama Galatasaray’da “Emoş, bi’ çay getir!” dediklerinde, koşmaya başlamadan önce “Başka isteyen var mı?” diye bakardım! O takımdaki herkesi çok sevdim. Onların getir-götür işlerini yapmak bile beni mutlu ederdi. İşte öyle bir sevgi ve saygı!

Abi saydığın Hakan Ünsal, Gheorghe Hagi, Bülent Korkmaz gibi isimler sana saha içinde de sert davrandıklarını anlatıyor. Hatta bilerek düşürdükleri bile olurmuş! Neye sinirleniyorlardı?

Bacak arası attığımda, çalım attığımda çok sinirlenirlerdi. Sonra enseye bir tokat, bacağa bir tekme, düşürürlerdi beni! Alışkındım ama. 14 yaşımda Zeytinburnuspor’da A takıma çıktığımda da başıma aynı şeyler geliyordu. Hatta o zaman terlik yok, takunya fırlatırlardı! Ben de o dönemin son temsilcilerinden olduğum için burada gençler benden biraz çekinir çünkü zamanında bu yüzden ben de hatalar yaptım. Şöhret, futbolcular için zeminin kaygan olduğu bir ortam hazırlıyor. Galatasaray’daki abilerimin yaklaşımları beni çok törpüledi. O havalı, afralı tafralı oyuncudan disiplinli bir oyuncuya dönüştüm.

Fatih Terim’in bundaki katkısı neydi? Saha dışında seninle çok uğraştı mı?

O da bana çok sert davranırdı ama bir baba şefkati de vardı. Çok iyi bir motivasyon ustasıdır ve genç oyunculardan ne alabileceğini çok iyi bilir. Benim için çok doğru hamleler yaptı. Birçok oyuncuda olduğu gibi bende de çok emeği var. Mesela daha ehliyetim yokken kendime bir araba almıştım, ailemden kaçak! Sonra Fatih hoca bir anda altımdan arabayı aldı.

Türk futbolcusunda klasik bir “başarıya doyma” refleksi vardır ama 1996-2000 Galatasaray’ı her maça bir öncekinden daha hırslı çıkardı. Sizi o kadar motive eden şey neydi?

Başarıya doyan oyuncu profilini anlayamıyorum. Her zaman başarılı olma isteği insana hata yaptırabiliyor ama motivasyonunu hiçbir zaman kaybetmiyorsun. Bu yüzden hâlâ takım arkadaşlarım antrenmanda “Eyvah! Emre abinin takımına düştük” diye veryansın eder çünkü kaybettiğimizde gerilir, etrafımı da gererim. Futbol uzun süre oynanmıyor ve bu oyunun hakkını vermiş çok oyuncuyla birlikte oynadım, başarısızlık durumunda gözyaşı dökmüş çok oyuncu gördüm. O gözyaşları yere düşerken, insanların paramparça olduğunu görürken rahat davranan kimseyi kabul edemem.

Leeds United deplasmanında kırmızı kart görüp oyundan atıldığın için UEFA Kupası finalinde forma giyememiştin. Fatih Terim soyunma odasında maç konuşması yaparken neler hissettin? O duygu yoğunluğuyla tribünden maç izlemek nasıl bir deneyimdi?

Tarif etmem çok zor. Türk futbol tarihinin belki de en önemli maçıydı. Fatih hoca maçtan önceki gece odamıza geldi. Arsenal’e karşı sahada yer alacak olmalarına rağmen altı-yedi kişi uyuyamıyor. Fatih hoca odaya girdiğinde kızacak diye çekindik ama gelip yanımıza oturdu. “Sıkmayın canınızı, ben de uyuyamadım” dedi. Onun motivasyonunun yanında, takımda çok büyük oyuncular vardı. Motivasyonla bir yere kadar gidebilirsiniz. 21 senedir futbol oynuyorum ve şunu öğrendim: Teknik direktörler çok önemlidir ancak belirleyici olan oyuncular; tamamlayıcı olan diğer faktörlerdir. O takımda oynayan ya da oynamayan herkes başarısızlıkta gözyaşı döküyordu. Mesela Hagi, benden üstün bir futbolcu olduğunu bana hiçbir zaman hissettirmedi. Kendisine tekme atsam, sonraki pozisyonda elini uzatıp beni yerden kaldırırdı. Böyle insanlar tanıdığım için de, yıllar geçmesine rağmen motivasyonumu hâlâ kaybetmedim.

Inter’e gitmeden önce Faruk Süren sana daha fazlasını teklif ettiklerini açıklayıp, “Gitmesi için çok erken, taş yerinde ağırdır” demişti. Inter’e tam da zamanında gittiğini mi düşünüyorsun?

Galatasaray’da çok iyi sezonlar geçirmiştim. Transferimden önceki sezonlarda da İtalya’dan iyi teklifler almıştım ama Mircea Lucescu döneminde beni bırakmamışlardı. Sezon sonu geldiğinde kalmak istedim fakat kulübün içinde bulunduğu maddi sıkıntılar, yöneticiler ile futbolcular arasındaki iletişim kopuklukları bazı oyuncuları ayrılma noktasına getirmişti. Ondan sonraki süreci yönetmekte gençliğin verdiği bazı hatalar yaptım. Faruk başkan bana ikimizin arasında kalması kaydıyla, bazı futbolcuları yeni sezonda istemediklerini ama beni istediklerini söylemişti. Ben de bundan rahatsız oldum, arkadaşlarımı yarı yolda bırakmak istemedim. Avrupa’ya gitmek konusunda hata yaptığımı düşünmüyorum ama gönül isterdi ki Galatasaray’dan güzel ayrılayım.

Yurt dışına ilk çıktığında nasıl bir heyecan yaşamıştın? Valizine neler koymuştun? Hatırladıkça seni güldüren şeyler var mı?

Valizime ilk koyduğum şey bir takım elbiseydi ve o benim ilk takım elbisemdi. Özellikle almıştım. 40 derece sıcağa rağmen! Okan Buruk “Ben bu sıcakta takım elbise giyemem!” dedi. Ben de “Abi, orası İtalya! Böyle giyinmek lazım” dedim. Beni dinlemeyip şort giydi, ben kararımdan dönmedim! Gittiğimizde bi’ baktım; bütün oyuncular şortla, atletle geliyor! Okan abiyle İtalya’daki her günümüz çok güzel geçti. Benim için mükemmel bir tecrübe oldu. Inter’den ayrılma kararım, “Keşke” dediğim birkaç şeyden biridir.

Hector Cuper’le röportaj yaptığımızda senin için “Uzun boylu olmamasına rağmen 1.90’lık adamlara kafa tutardı. Beni bu cesaretiyle etkiledi. Okan’la birlikte iki haftada bir benden izin isterlerdi. Ya biri hastalanırdı, ya bir düğün olurdu!” demişti. Zor muydu şehre alışmak?

Hector Cuper mükemmel bir adam! Her idmandan sonra saunaya girer, bizi de çağırırdı. Dışarıdan bakıldığında çok sert biri gibi görünürdü ama altında inanılmaz makaracı bir insan vardı. Boxer’ıyla saunada dans edişlerini unutmam mümkün değil! Bana her zaman inandı. “Benim oyuncu profilim sensin ama seni bazen sol bek, bazen sol açık oynatacağım ve bana kızmayacaksın!” derdi. Çalıştığım en iyi teknik adamlardan biriydi.

Okan Buruk’la şehirden kaçışlarınız adapte olmanızın zorluğundan mıydı?

Ailenizi, çevrenizi Türkiye’de bırakıyorsunuz ve Avrupa’daki hayata alışmaya çalışıyorsunuz. “Restorana gittiğimizde kapıda niye bekliyoruz ki? Türkiye’de bizi her yerde kapıda karşılarlar!” Bir kafenin kapısında “İçeride boş masalar var” diyoruz, “Oturamazsınız, biraz bekleyin” diyorlar. Türkiye’de kopamadığımız şeyler aslında hayatın gerçekleri değildi ve tanınmaya başladığımızda bile Avrupa’da durum değişmedi; olması gerektiği gibi…

Fatih Demirkol bir sohbette anlatmıştı; Newcastle United’da oynarken, sakatlık dönüşü alt yaş grubundaki çocuklarla antrenmana çıkmadan önce basit olacağını, zorlanmayacağını düşünmüşsün ama pozisyon oyunlarında seni çok şaşırtmışlar. Türkiye’de özellikle son yıllarda oyuncu çıkmadığını vurgulayan biri olarak başka anlatacağın neler var?

İngiltere futbol tarihinin en fazla gol atan, en fazla saygı duyulan oyuncusu Alan Shearer’la oynadım. A takım antrenmanından sonra topları sırtlayıp, PAF takımla antrenmanına gidiyordu. O bile doymadıysa bana doyması gereken Türk futbolcu söyleyin! Avrupa’da daha büyük para, daha büyük itibar varken bu oyuncular çalışmayı bırakmıyor. Gençler kendilerine hedef koyarken Türk oyuncularla birlikte enternasyonel karakterleri de incelemeli. Başarılı insanların kitapları, filmleri var; sadece futbolcu olmasına da gerek yok; onların hayatlarından ders çıkarsınlar.

Birlikte çalıştığın teknik adamlar arasında en kötüsü olarak gösterdiğin Sam Allardyce, İngiltere Milli Takımı’nın başına geçtiğinde şaşırdın mı?

Ona şaşırdım ama sonra hakkında çıkan skandala hiç şaşırmadım. Gerçekten çok kötü bir teknik adamdı. İlişkileri, imaları, sakız çiğneyişi… Benim gizli kapaklı bir şeyim yoktu ama onun hep duvarları vardı. Tabii bir de sürekli çiğnediği kocaman sakızı!

2008’de futbol hayatını Avrupa’da bitirmek isterken Fenerbahçe’nin teklifinde sana cazip gelen neydi? Neyi düşünerek ani bir dönüş kararı almıştın?

Eşim Tuğba, o dönem nişanlımdı. Bu yüzden kulüpten ayrılmak istiyordum ama göndermiyorlardı. Zaten Fenerbahçe dışında her yerden kendi isteğimle ayrıldım, sadece Fenerbahçe beni gönderdi. Yurt dışında sekizinci yılımdı ve artık zor gelmeye başlamıştı. Tuğba’nın yurt dışında yaşamakla ilgili endişeleri vardı, annem dönmemi çok istiyordu, Aziz başkan çok istiyordu… Ben de dönemin Galatasaray Başkanı Adnan Polat’la görüştüm çünkü onlara bir söz vermiştim, “Türkiye’ye dönmek istediğimde ilk size söyleyeceğim” demiştim. Onlar beni düşünmediklerini söylemişlerdi ve ben de Fenerbahçe’ye gitmiştim. Hâlâ çok doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum. Fenerbahçe’de oynamak çok büyük bir ayrıcalıkmış, bunu çok net bir şekilde hissettim. Özellikle de sokakta. Fenerbahçe taraftarının samimiyetini başka hiçbir takımın oyuncusu hissetmemiştir. Kimse yanlış anlamasın, Galatasaray’da da çok güzel günlerim geçti. Bugünlere gelmemi sağlayan Galatasaray’da almış olduğum eğitimdir ama Fenerbahçe’de oynamak ayrıcalıktı.

O dönem hakkındaki genel kanı, Fenerbahçelilik kimliğine sahip olmak istediğindi. Artık sahip olduğunu düşünüyor musun?

“Kimlik” kelimesini kullanmak istemem çünkü bu kimliği olsa olsa Fenerbahçe’de oynamaya başladıktan sonra, o sevgiye layık olmak için istemişimdir. Hiçbir zaman “Ben doğuştan Fenerbahçeliyim” demedim ama medya böyle bir ortam hazırlamaya çalıştı. Sadece bir keresinde bir canlı chat programında Zeytinburnu’ndan bir arkadaşım “Çocukken Fenerbahçe forması giydiğimiz günleri hatırlıyor musun Emre?” diye sormuştu. Ben de “Evet, doğru. Çocukken Fenerbahçe’yi tutuyordum” diye cevap vermiştim. Onu alıp “Fenerbahçelilere yaranmaya çalışıyor” yazdılar. Beni tanıyan bilir, hayatım boyunca hiçbir insana ve camiaya yaranmaya çalışmadım; olduğumun dışında davranmadım. Birçok şeyi de bu yüzden kaybettim.

Türkiye’deki ortamdan bunaldığın için mi İspanya’ya gitmiştin? “Arda terapisi” iyi gelmiş miydi? Birlikte en çok neye gülüyordunuz?

Eşim ve oğlum İspanya’ya gelene kadar bana evini açtı, birlikte çok güzel zaman geçirdik. Arda bir şey anlatmak istediğinde dil kullanmadan anlatabilir. Ben de en çok buna gülerdim. Madrid’e gitmem ona da iyi geldi, sezona daha iyi başladı ve potansiyelini gördü. Onunla gurur duyuyorum. Ben ona yemek yedirmezdim ama o, sevdiğimi bildiği için inadına keklerle, çaylarla yanıma gelirdi. Sonra eşim de Madrid’e çok alıştı ve bu sefer eşimin istemediğini yaparak Fenerbahçe’ye dönmüştüm. Eşimle İstanbul’da rahat yürüyemezken; Madrid, evliliğimizin beşinci senesinde bize balayı gibi geldi. Sağ olsun Tuğba, Fenerbahçe’ye olan sevgimi bildiği için dönüş kararımı sorgulamadı ve bana yardımcı oldu.

Arda’dan da çok fazla hikayeni dinledim ama en komik olanlarını eski ev arkadaşın ve menajerin Ahmet Bulut anlatmıştı. Senin o günlerden hatırladığın neler var?

O evde Okan Buruk’la, Ahmet Bulut’la gerçekten çok eğleniyorduk. En çok da Ahmet abinin Türkçesiyle! Ahmet abi yalnız uyumaktan korktuğu için aynı odada uyuyorduk. Bir gece beni odada sivrisinek var diye uyandırdı. Elime bir terlik alıp sineği kovalamaya başladım. Tam vuracakken “Beklesene, park etsin!” dedi. Uykum kaçtı!


Biraz da kariyerinin pek de eğlenceli olmayan tarafından bahsedersek, bugüne kadar en zorlu mücadelen ne oldu? Avrupa’da kendini kabullendirmek mi? Magazin basınından korunabilmek mi? Hakkındaki ırkçılık söylemlerini açıklamak mi?

Irkçılık olayı olduğunda kendimi psikolojik olarak çok ama çok yalnız hissettim. Ülkedeki ayrışmayı net bir şekilde gördüm ve bu benim içimi çok acıttı. Hiç kimsenin senin tarafından bakmayacağı gerçeğiyle yüzleştim. Doğru olanı görüntülerle anlatmaya çalışmama rağmen insanlar gözlerini yumdu, kulaklarını kapattı… Bir insana ten renginden dolayı kötü niyet beslemem mümkün değil. Bunu söylerken bile esef duyarım ama anlamak istemediler. O zaman kendimi “Tecrübe kazanıyorum, hayatı öğreniyorum” diyerek avuttum. Başta eşim olmak üzere etrafımda çok güzel insanlar var ve onlar benim objektif aynalarım. O dönemde bunun üstesinden gelmem için bana çok yardımcı oldular.

2006’da verdiğin röportajda “İtalya’da taraftar maçı izlerken hata yapmanı bekler, İngiltere’deyse ‘Güzel bir şey olsun da alkışlayalım’ düşüncesi var” demiştin. Türkiye’deki taraftarın düşüncesi ne?

Türkiye’de farklı bir karma var ve tribünlerimiz bu ikisini de barındırıyor. Mesela Norveç toplumuyla ilgili net kalıplar çıkarabilirsiniz ama Türkiye için bu mümkün değil. Özellikle büyük takımların tribünlerinden gidersek; sabırsız, her oyuncuyu Ronaldo zanneden, her gençten Messi olmasını bekleyen, her kaleciden Neuer performansı uman bir anlayış var! Türkiye’nin ve futbolun gerçeklerine hakim bir başka grubun olduğunu inkar edemeyiz fakat ancak yüzde 30’da kalıyorlar. Tribünler biraz da toplumumuzun yansıması.

Kariyerin boyunca “Şunu da beceremedim” dediğin bir şey var mı? Sakin kalmak, daha fazla gol atmak vs.

Beceremediğim çok şey var. Hagi gibi frikik atamam, topun dönmeden gitmesini arkasından izlemeyi beceremem. Ronaldo’yla oynarken onun bileğinden mi, kalçasından mı, bacağından mı, neresinden çalım attığını görüp aynısını yapmayı beceremem. Kendimi hep limitlerini çok iyi bilen ve bunun zirvesini zorlayan bir oyuncu olarak tanımlarım ama benim limitim Hagi’nin frikiği, Ronaldo’nun çalımı kadar değil. Bazı yetenekler doğuştandır.

Kariyerinde yaşadığın en büyük onurlardan biri, heykelinin dikilmesi miydi?

Bunu pek kimse bilmiyor! Yedikule’de ilk kez top oynamaya başladığım parka adım verildi ve bir de heykelimi yaptılar. O zaman Inter’de oynuyordum. Birçok futbolcu artık PR şirketleriyle çalışıyor, bir tweet bile atacak olsalar onaydan geçiyor. Ben o zaman da olduğum gibi davrandığımdan gazeteci falan çağırmamıştım. Açılışını belediye çalışanları ve ailemle yaptık. Fenerbahçe’ye transfer olduğumda gözlerimi oymuşlar! Mermer heykelin gözlerini! Canları sağ olsun. Sonra belediye restore etti.

Kendin için Alan Shearer’ınki gibi bir jübile hayal ediyor musun?

Öyle bir son istemiyorum. Bir anda bitsin çünkü kendimi hazırlamam çok zor.

Bildiğin üç dil ve futbolculuk kariyerinin haricinde geleceğin için nasıl yatırımlar yaptın? Sonrası için neler planlıyorsun?

2002 Dünya Kupası’ndan sonra bize B lisans verilmişti ve Fenerbahçe’deyken de A lisansımı aldım. Teknik direktörlük yapmak istersem yurt dışında bir-iki senelik eğitim almak ve lisansımın kapsamını genişletmek istiyorum ama aklımda spor yöneticiliğiyle de alakalı, Türkiye şartlarıyla örtüştüremediğim projeler var.

Takım
O
Av
P

En Çok Aranan Haberler