Erciş’teyim. Pencereden dışarı baktığımda açık parlament mavisi berrak bir gökyüzü ve yeşille mavinin karışımı durgun bir deniz görüyorum. Denizle gökyüzünün bir araya geldiği uzak ufuk da mavi ile kirli beyazın karışımı üçüncü bir renkle bu ikisini birbirine bağlıyor. .
Van yılın en güzel zamanlarından birini yaşıyor.
Evleri denize yakın olan on – on beş yaşlarındaki erkek çocuklarının kendilerini serin sulara bırakmaya başladıklarını düşünüyorum. Yazın ortalarına doğru göldeki sodanın ya da başka şeylerin etkisi ile saçlarının sararacağını biliyorum.
Ömrünün elli küsur yılını Van’da geçirmiş biri olarak bunu deneyimlerime dayanarak söylüyorum.
Eskiden öğlen sonraları kadınların konu komşu ile toplanıp semaver çayı içtikleri şehrin merkezindeki yeşil bahçelerin çoğu bugün artık yerini beton binalara vermiş olsa da Edremit’te, Gevaş’ta, Şamranaltı’nda, Bostaniçi’nde, Şabaniye’de bazı yerlerde o geleneğin kıyısından köşesinden yaşandığını hayal ediyorum.
Zaman içerisinde değişen çok şey var. Benden iki kuşak önce bu şehirde yaşamış olanlar Birinci Dünya Savaşı’nın zor zamanlarını yaşamış kişilerdi. Hayal meyal hatırladığım elektriğin çok sınırlı ve süreli verildiği, radyonun her evde olmadığı, televizyonun bilinmediği zamanlarda yaşlı insanlar savaş esnasında maruz kaldıkları baskıları, işkenceleri anlatırlardı. İnsanlar akşamları evlerde toplanır “Hazreti Ali’nin Cenklerini” ya da “Ferhat İle Şirin’in, Kerem ile Aslı’nın, Arzu ile Kamber’in, Emrah ile Selvi’nin” hikâyelerini okur dinlerlerdi.
İlkokul yıllarımda şimdi rahmetli olan Yunus Dayı, çarşıda, Cumhuriyet Caddesi’nin şimdiki sütçü dükkânlarına açılan ara sokakta yere kitap serer satardı. Ben okul dönüşleri vaktimin bir kısmını o defalarca baktığım ve çok az değişiklik olan kitap sergisinin önünde geçirirdim.
Geçip giden zamanla birlikte yaşam tarzlarımız, komşu ilişkilerimiz, yaşam felsefelerimiz de değişti. Bahçeli evlerinde yaşayan, bu aylarda kanallardan bahçelerine su getirip ağaçlarını, sebze bahçelerini sulayan Van’lıların önemli bir bölümü apartman dairelerine taşındı. Evlerini ve arsalarını kat karşılığı vererek yaşam biçimlerini değiştirdi. Şimdi o eski zamanların yaşam tarzı farklılaşmış olarak kentin uzak kenar mahallelerinde yaşanıyor.
Artık evlerimizin önünde tandır evleri yok. Tandır ekmeğini çarşıdan alırsak yiyebiliyoruz. Çarşıdan aldığımız beyaz ve ince tandır ekmekleri o günlerin hafif kepekli, daha esmer ve biraz daha kalın ekmeklerine benzemiyor.
Van’ın o eski ünlüleri, adlarından sıkça bahsedilen şahsiyetleri toprak oldu. Onları ve onların hikâyelerini anımsayan çok az insan var. Onlar da artık güncel dünyanın karşılarına koyduğu kişilerden, nesnelerden ve işlerden konuşur oldular. Kahvehanelerde Deli Arif’in, Naxırcı Elo’nun, Deli Dımso’nun, Bayro’nun, falan efendinin, filan ağanın sözünü eden kalmadı.
Kendimi geçmiş zamanların elinden kurtarıp bugüne dönersem Van’da baharın bana anımsattığı başka bir şey geliyor aklıma.
Bu şehirde uzun yıllar yaşamış, talebeler yetiştirmiş, tanınmış bir alim Birinci Dünya Savaşı esnasında Ruslara esir düşünce uzun bir süre şehirden ayrı kalmış. Yaşadığımız bahar günleri gibi bir zamanda şehre döndüğünde Van Kale’sinden bakıp gördüğü değişikliklerden, harabelerden çok etkilenmiş.. Bir an eski öğrencilerini, ders verdiği mekânları, öğrencilerinin ve eski dostlarıyla tanıdıklarının çoğunun savaş esnasında yaşamını yitirdiğini düşünmüş, içini hüzün kaplamış. Tam üzüntüye dalmışken Kale’nin yamacındaki bahçeden gelen kuş cıvıltıları ona ilham vermiş. “Evet ölüm var ama ölümden sonra yeniden diriliş de var” şeklinde bir mesaj almış kuşlardan, yeşillenen dallardan. Kalkmış ve hayata bıraktığı yerden devam etmiş.
Yaşadığımız deprem felaketinden sonra taşındığımız başka şehirlerden Van’a dönmekte olan bizler de içimizdeki hüzün ve yaşadığımız şehre kavuşmuş olmanın sevinci ile aşağı yukarı benzer duygular yaşamak durumundayız.
Göl kıyısındaki yazlıklara taşınmalar başlamıştır bile. Van’ımızın o doyulmaz deniz mevsimi açılmaktadır.
Hafif hasarlı binalar hızla onarılıyor. İnsanlar evlerine geçiyorlar. Benim yaşadığım sitede olduğu gibi evi birinci hasar tespitinde hafif gösterilmişken ikinci itiraz sürecinde karot alınmadan, aletsel inceleme yapılmadan orta olarak açıklananlar da bütün orta hasarlı ev sahipleri gibi zor ve sıkıntılı zamanların geçmesini bekliyor. Önlerindeki mahkeme ya da çok sıkıntılı geçeceği belli olan güçlendirme süreçlerinin maddi - manevi ağırlığı altında eziliyor. Evsizliğin bir aile için ne denli yıkıcı olduğunu daha iyi anlıyor.
Tam güzel bir şeyler yazmaya niyetlenmişken yukarıdaki sıkıntılı durumlar dağdan düşen bir kaya parçası gibi gelip yazının sonunu tıkıyor. Deprem sonrası hasar tespit sürecinde yaşananları, durumla ilgili yakınmaları, eksik ve yanlışları başka bir yazıda dile getirmem için beni zorluyor.
Yine de deprem sürecinde güzel ülkemin dört bir yanındaki altın kalpli insanların, devleti yönetenlerin her türlü desteği vermiş oldukları gerçeğinin, zor zamanların yoğunluğundan kurtulan idarecilerin kimi durumları tekrar değerlendirebilecek duruma geldiklerine, bazı itirazları inceletebileceklerine, itiraz olmasa da orta hasarlı binaları yeniden denetlettirip hafif olanları kullanıma açacaklarına dair umudun ışığına tutunup yazımı olumlu beklentilerle bitiriyorum.
10 Mayıs 2012 Perşembe
09:20
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz