ANKARA (İHA) - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tüm çekincelerine rağmen ek protokolü imzalamayı taahhüt ettiklerini ifade ederek, uluslararası toplumun Kuzey Kıbrıs'a uygulanan kısıtlamaların kaldırılması konusunda somut ve görünür adım atmasını beklediklerini ifade etti.
Başbakan Erdoğan, 16-17 Haziran günlerinde Brüksel'de gerçekleştirilecek olan AB Zirvesi öncesinde AB ülkelerinin Ankara büyükelçilerine bir akşam yemeği verdi. Başbakanlık Resmi Konutu'ndaki yemeğe Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, baş müzakereci olarak görevlendirilen Devlet Bakanı Ali Babacan ve Başbakan Erdoğan'ın danışmanları da katıldı.
Yemekte bir konuşma yapan Başbakan Erdoğan, hükümetin son birkaç yıllık süre zarfında iddialı bir reform programı başlattığını ve uygulamaya koyduğunu söyleyerek, AB Komisyonu'nun 'sessiz devrim' olarak tanımladığı bu reformların, güçlü bir siyasi irade ve çabanın ürünü olduğunu ifade etti.
17 Aralık'ta alınan kararın, Türkiye-AB ilişkilerinde bir dönüm noktası olduğunu ifade eden Erdoğan, Türkiye'nin AB ile bütünleşmesi hedefini güden ve uzun süredir beklenen bu kararın, ilişkilerin tam üyelik hedefi doğrultusunda geliştirilmesi yönünde her iki tarafın da istek ve iradesinin bulunduğunu bir kez daha teyit ettiğini vurguladı.
17 Aralık Zirvesi'nin ardından Türkiye'nin reformlar konusunda heyecanının kaybolduğunu ileri süren çevrelere mesaj veren Erdoğan, Türkiye'nin tam üyelik hedefi doğrultusundaki kararlılığının, tartışılabilecek bir konu olmadığını dile getirdi. Müzakerelere giden yolda ne yapmaları gerektiğini çok iyi bildiklerini ifade eden Erdoğan, yarım adımlar atmak yerine reformların gerçek anlamda kök salmasını tercih ettiklerini söyledi. Katılım müzakerelerine hazırlığın, hükümetin şu andaki en temel önceliği olduğunu belirten Erdoğan, gerek yapısal gerek yasal mevzuat anlamındaki hazırlıkların devam ettiğini kaydetti. Kabinenin en genç bakanı olan Devlet Bakanı Ali Babacan'ın baş müzakereci olarak tayin edildiğini hatırlatan Erdoğan, gerek gençliği ve enerjisi gerek birarada çalışacağı dinamik müzakere heyetiyle birlikte Babacan'ın bu süreci başarıyla götüreceğine inandığını bildirdi.
Ekonomik kriterler bağlamında Türkiye'nin son 3 yıldır yüksek bir büyüme oranı yakaladığını kaydeden Erdoğan, geçen yılın ortalama büyüme hızının, Avrupa ortalamasının çok üzerinde gerçekleştiğine dikkat çekti. Türk ekonomisinin, yabancı yatırımlara açılma konusunda artık kendini daha rahat hissettiğini anlatan Erdoğan, Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecinin AB ile olan ekonomik ve ticari ilişkiler bağlamında da yeni bir sinerji oluşturduğunu vurguladı.
Hükümetin göreve geldiğinden bu yana her konuda sorun çözücü bir yaklaşım içinde olduğuna işaret eden Erdoğan, Kıbrıs konusunun da bu yaklaşımın yaşayan bir örneğini teşkil ettiğini söyledi. Erdoğan, bu konuda her zaman bir adım önde olma yönünde verdikleri sözü yerine getirdiklerini ifade etti. Kıbrıs sorununun çözümünün, Türkiye'nin üyeliği için gerekli olan kriterler arasında yer almamasına rağmen, Ada'daki atmosferi olumlu yönde değiştirme konusunda her türlü gayreti gösterdiklerini kaydeden Erdoğan, şöyle konuştu:
"Her türlü riski almak suretiyle, gerek hükümetim gerek Kıbrıslı Türkler, BM Planı'nı tüm eksiklerine rağmen destekledik. Sonuçta Kıbrıslı Türkler barış için ve Ada'nın yeniden birleşmesi için oy kullanırken, Kıbrıslı Rumlar bizzat AB tarafından desteklenen planı reddetmiş oldular. Kıbrıs Türk tarafı, Güney Kıbrıs'la olan sınırı açarak geçişleri serbest hale getirdi. Biz de Türkiye olarak Kıbrıslı Rumlar'a yönelik vize rejimimizi değiştirdik. Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan Rumlar'ın yaşam koşullarının iyileştirilmesi için somut adımlar atılmıştır. Son olarak Dışişleri Bakanımız 30 Mayıs 2005 tarihinde Kıbrıs'ta her iki tarafa uygulanan kısıtlamaların tüm ilgili taraflarca aynı anda kaldırılması yönünde bir çağrıda bulunmuştur. Gerçekten gerekli olup olmadığına ilişkin tüm çekincelerimize rağmen Ankara Anlaşması'nın tüm AB üyesi ülkelere genişletilmesine yönelik ek protokolü imzalamayı taahhüt ettik. Tüm bu adımlara rağmen Kıbrıs Türk tarafı, ambargo ve izolasyonlar yoluyla cezalandırılmaya devam etmektedir. Bunun ne denli adaletsiz bir manzara olduğunu sizlerin takdirine bırakıyorum. Kıbrıs Türk tarafına uygulanan kısıtlamaların kaldırılması konusunda uluslararası toplumun artık somut ve görünür adımlar atmasını bekliyoruz."
Müzakereler boyunca Türkiye-AB ilişkilerinin yol haritasını teşkil edecek olan Müzakere Çerçeve Belgesi'nin hazırlıklarında Türkiye'nin görüşlerinin dikkate alınmasını ümit ettiklerini kaydeden Erdoğan, müzakere süreci boyunca büyük önem taşıyan bu belgenin zamanlıca, her halükarda 3 Ekim 2005 tarihinde toplanacak olan hükümetler arası konferanstan belli bir süre önce sonuçlandırılmasını beklediklerini dile getirdi. Komisyon tarafından sonuçlandırılmakta olan Sivil Toplum Diyalogu Belgesi'ni memnuniyetle karşıladıklarını anlatan Erdoğan, bu projenin uygulanmasında komisyonla yakın işbirliği içinde olmaya hazır olduklarını söyledi.
Son haftalarda bazı yayın organlarında Türkiye'ye tam üyelik yerine ayrıcalıklı ortaklık önerildiği yönünde çeşitli yorumların yer aldığına işaret eden Erdoğan, Türkiye'nin 1963 yılından beri her zaman AB ile bütünleşme hedefine kilitlendiğini vurguladı. Erdoğan, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Ne AB ile aramızda imzalanan herhangi bir anlaşmada ne de AB tarafından alınmış herhangi bir kararda Türkiye'nin tam üyeliği dışında herhangi bir seçeneğe yer verilmiş değildir. 40 yılı aşkın süredir ilişkilerimizde önemli mesafeler kat ettik. Bugün Türkiye üyelik olmaksızın AB ile Gümrük Birliği gerçekleştiren yegane ülke durumundadır. Bu 10 yıllık süreci daha da geliştirmek için gereken gayreti gösteriyoruz. AB bugün Türkiye için yüzde 50'lik pay oranlarıyla en büyük yabancı yatırımcı ve en büyük ticari ortak durumundadır. Diğer taraftan Avrupa'da sayıları 80 bini aşan Türk girişimciler on binlerce Avrupalı'ya istihdam imkanı yaratmaktadır. Katılım Öncesi Stratejisi geniş kapsamlı siyasi ve makro-ekonomik diyalog ve mali işbirliği temelinde sorunsuz olarak işlemektedir. Bu gerçekler ışığında bizim zaten AB ile ayrıcalıklı bir ortaklığımız olduğunu takdir edeceksiniz. Bu nedenle hangi isim altında olursa olsun Türkiye açısından tam üyelik dışında herhangi bir formül veya seçeneğin tarafımızca kabul edilmesi mümkün değildir."
Erdoğan, konuşmasında, Fransa ve Hollanda'da gerçekleştirilen ve 'hayır' kararı verilen referandumlarla ilgili değerlendirmelerde de bulundu. Bu referandum kampanyaları boyunca bazı çevrelerin Türkiye ve Türkiye'nin AB'ye üyelik beklentisini iç siyaset malzemesi olarak kullandıklarına dikkat çeken Erdoğan, bu çevrelerin sandıktan çıkacak 'hayır' sonucunun Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlamasını sekteye uğratacağını ileri sürdüklerini hatırlattı. Kimi siyasi yorumcuların da bunun tam aksi tezi savunduklarına işaret eden Erdoğan, bütün bunlara rağmen yapılan araştırmaların, oy verme saikleri içinde Türkiye'nin üyeliği konusunun ön sıralarda yer almadığını ortaya koyduğunu belirtti. Fransa ve Hollanda gibi AB'nin iki kurucu üyesi ülkesinin Anayasa'yı açık bir oy farkıyla reddetmesinin Avrupa hareketi içinde teşkil ettiği zararın asgaride kalmasının en içten temennileri olduğunu dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Avrupa bütünleşme gayretleri bundan önce de muhtelif vesilelerle sorunlarla karşılaşmış ancak uzlaşma, sağduyu ve ortak hedefe ulaşma iradesi her zaman galip gelmiştir. Fransa ve Hollanda halklarının bu demokratik kararlarından da gerekli derslerin çıkarılması suretiyle Avrupa bütünleşmesinin daha ileri hedeflere taşınmaya devam edileceği konusundaki umutlarımız canlılığını korumaktadır. Şahsi düşünceme göre, Avrupa Anayasası ile Türkiye'nin üyelik süreci birbirinden ayrı konulardır. Bu nedenle her iki konu kendi içinde ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Bu gerçek birçok Avrupalı lider tarafından da kabul edilmiştir. Diğer yandan referandum öncesinde yapılan kampanyalarda Avrupa'daki bazı çevrelerin zihinsel anlamda Türkiye'nin AB üyeliğine hazır olmadıklarına tanık olduk. Bu çevreler bilhassa Türkiye'nin tarihi, coğrafi konumu, siyasi ve dini farklılıkları üzerinde durdular. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik, laik, çoanğulcu sistemimiz, piyasa anlayışına dayalı ekonomimiz, Türk halkının evrensel değerlere olan bağlılığı, hemen hemen tüm Avrupa ve Atlantik örgütlenmelerinde ülkemizin aktif üyeliği bizi esasen Avrupa'nın bir parçası haline getirdi. Belli bazı önyargılara rağmen Türkiye'nin AB'ye getireceği stratejik, ekonomik ve kültürel derinlik konusunda Avrupa'da günden güne artan bir bilinçlenmeyi görmek de bizim açımızdan memnuniyet vericidir. İnanıyorum ki zaman geçtikçe ve Türkiye ekonomik gelişimini hızlandırdıkça Avrupa kamuoylarındaki belli önyargılar ve yanlış anlamalar da kendiliğinden silinip gidecektir. Sözlerimi Türkiye'nin üyelik sürecinin hiçbir zaman 'tümüyle kazan veya tümüyle kaybet' olarak tanımlanabilecek bir oyun olmadığını söyleyerek bitirmek istiyorum. Tam üyeliğimizden hem Türkiye hem AB kazançlı çıkacaktır. Bu nedenle önyargısız bakış açısı artık hepimiz için bir seçenek değil bir gereklilik olmalıdır. Müşterek değerler, ortak vizyon ve karşılıklı çıkarların Türkiye ve AB'yi şimdiye kadar birarada tutan çimento vazifesi gördüğü unutulmamalıdır."