Yurt dışında spor hayatlarını sürdüren Türk sporcuların yaşadıkları ülke ve şehirdeki günlük yaşantılarını samimi bir format ile ekranlara taşıyan Siyamend Kaçmaz, bu hafta Fransa 2'nci Lig ekiplerinden Le Havre'de forma giyen milli futbolcu Ertuğrul Ersoy'a konuk oldu.
Dışardan bakıldığında sıradan bir ikinci lig takımı olduğunu düşünenlerin çok yanıldığını belirten Ersoy, "İlk geldiğimde ben burada stadyumda koltuklarda hangi takımın temsilcisi gelmiş maçı izlemiş diye bakayım istedim. Bildiğin Şampiyonlar Ligi. Sanki Şampiyonlar Ligi'nde son 16 turuna kalmışsın ve bütün takımın yöneticileri kuraya gelmiş gibi. Scout ekibi dolu. İşte burada o dönemi iyi geçirdiğin zaman burada sana fırsat kapıları mutlaka açılıyor" dedi.
22 yaşındaki savunma oyuncusu şehir dışında küçük bir orman içerisinde olan evini kiralarken takım arkadaşı Umut Meraş'a nasıl çalım attığını kahkahalar eşliğinde şöyle anlattı:
"Ben buraya Türkiye'den ilk geldiğimde imzayı attıktan sonra menajerime ki o Fransız kökenli biri, 'Ev benim için çok önemli bir şey, arabayı ve diğer şeyleri sonra ayarlarız ama benim önce evi ayarlamam lazım' dedim. O ara bir de Umut ile aynı dönemde transfer olmuştuk. Hemen siteye baktılar bir ev var. Şu anki evi gördüm... 'Hemen ayarlayın. Kiralayın yoksa Umut kapar burayı' dedim. Sonra ben burayı kiraladım ve yerleştim. Umut da o aralar işlemleri falan vardı Türkiye'deydi. Sonra o ev bulmakta sıkıntı çekti. Biraz da böyle müstakil bir şey istiyordu. Bir gün Umut geldi o zaman benim evi daha hiç görmemiş, tesisteyiz. Daha on gün falan olmuştu transfer olduktan sonra. O da otelde falan kalıyor, senin şu anda kaldığın otelde. Umut, geldi yanıma 'Bir ev buldum kardeşim, mükemmel. Önüne mangal koyacağım, seninle mangal yaparız. Ailem geniş, o gelir bu gelir...' diye anlatıp duruyor. 'Öyle güzel ev, böyle güzel ev' falan diyor. Ben de 'Göster' dedim. Bir baktım benim evin fotoğraflarını gösteriyor."
Evini gezdirirken daha sonra piyanonun başına da geçen Ersoy, evinde tesadüfen piyano olduğunu ve Fransa'da iken kendi kendine internetten baka baka piyano çalmayı öğrendiğini söyleyerek hünerlerini de göstermeyi de ihmal etmedi.
"Sahada iki Türkçe bilen kişi olmanın nasıl bir avantajı var, komik bir şey geldi mi başınıza?" sorusuna "Türk takımında olsan mesela maç yemeğinde... Restoran da bir arkadaşınla özel bir şey konuşman lazımsa ve yan yana olsan bile konuşamazsın. 'Birileri beni anlıyor' diye... Geçen yemekte başımıza geldi son maçtan önce; Umut ile iki tane boş koltuk var biri en köşede diğeri öteki köşede. Bizim de konuşmamız gereken özel bir konu vardı o gün. O kadar uzaktan konuşuyorum Türkçe... Nasıl olsa kimse bizi anlamıyor diye. Ne dediğimiz önemli değil insanlar için. Saha içerisinde işte böyle birine kızdığımız zaman hakem bizi anlamıyor falan... Bir defasında öyle başıma bir iş geldi. İlk geldiğim zaman bir pozisyon olmuştu, sanırım yardımcı hakem de Türk asıllıymış. Ben de o anda sinirle bir şeyler söyledim. Hakem bana gelip böyle Fransızca 'Anlıyorum' dedi. 'Tamam hocam, özür dilerim' dedim. Öyle şeylerle de karşılaşabiliyoruz. Ama aynı takımda yurt dışında iki Türk'ün olması çok güzel. Sonuçta aynı kültürdeniz, birbirimizi iyi tanıyoruz" cevabını verdi.
Milli oyuncu yaşadığı ve unutamadığı bir milli takım anısını ise sporcu vizesi programında şöyle paylaştı:
"Almanya'ya Ümit Milli Takım maçına gittik. Kaliteli bir ekibiz. O zamanlar Yusuf var Cengiz var Merih var.... Bugünün A Milli Takımı tamamen orada diyebilirim. Bir açılış vardı sanırım Almanya'da Ümit Milli Takım kadrosu ile tam gelmiş. Ben de o dönemler ligde sağ bek oynuyordum Bursaspor'da. Abdullah Hoca da bana dedi ki "Etkili bir oyuncuları var sol açıkta ama henüz genç oyuncu. Sen onu çok rahat tutabilirsin. O yüzden maçı sağ bek başlayacaksın" dedi. Benim de öyle birinden çekinmek gibi bir problemim yok. Maça bir başladık çocuk bir geldi karşıma... Çocuk yanımdan geçe geçe grip etti adeta beni. O kadar hızlı oynuyor... Çocuğu faul yapmadan neredeyse durduramıyorum. Çekiyorum falan... Sarı kart da yedim. Önümde de İrfan Can oynuyor, İrfan Can da hiç geri dönmüyor. Neyse 15-20 dakika sonra çocuk diğer kanada geçti, 'Oh rahatladım' dedim. Diğer kanattaki çocuk bir geldi o daha fena... içimden geçmeye başladı neredeyse... Artık 50'nci dakikada falan 'Hocam beni çıkar' falan dedim. Maçtan sonra bir baktım; tabii bugün anlıyorum karşımda ilk oynayan Timo Werner daha sonradan gelen ise Leroy Sane..."
Türkiye'de oynadığı Bursaspor ve Rizespor'da Süper Lig'de yaklaşık 100, 120'ye yakın maça çıktığını belirten deneyimli oyuncu, ligleri mukayese ederek, "Aslında orada oynamak burada oynamaktan daha kolay. Burada herkes genç olduğu için enerjisi yüksek. Mesela ben Süper Lig'de topu aldığım zaman daha rahat oynuyordum. Geniş alanlarımız vardı ama burada genç oyuncular pırpır... Hep böyle baskı altındasın ve hep böyle kuvvetli ikili mücadelede olmak zorundasın. Gerçekten çok gözde bir lig. Burada güçsüz olma şansın yok. Sistem burada sana Sen güçlü olmak zorundasın.' diyor. Mesela bizim takımımızın her sabah şöyle bir kuralı var; sabah geliyorsun 9.15 de tesistesin, 9.25 de fitness salonunda olmak zorundasın. Sana verilen özel programı yapmak zorundasın. Yapmazsan ceza... Bunu Türkiye'de olsan dersin ki, 'Acaba kasığım ağrır mı arka adalem ağrır mı...' Ama ben burada ilk geldiğimde 'Bu beni sıkıntıya sokmasın? şöyle olmasın, böyle olmasın...' demiştim. Bana dediler ki, 'Kesinlikle hiçbir şekilde bahanen yok. Bu program senin vücudunun değerleri baz alınarak yapıldı. Seni hiçbir şekilde sakatlamayacak, aksine bu seni güçlendirecek. Bunu yapmak zorundasın.' Burada bu sistemde büyüyen bir sporcunun güçsüz olma şansı yok" dedi.
Programın yapımcı ve sunucusu Siyamend Kaçmaz'ın, "Burada yabancılara karşı ilgi nasıl? Mesela bizde Türkiye'de tercüman tutulur, havalimanında karşılanır... Burada öyle bir şey var mı?" sorusuna milli oyuncu şu ilginç açıklamayı yaptı:
"Ben burayı deneyimledikten sonra ve futbol hayatımdan sonra kendime bir şeyler katabilirsem, katmaya çalışacağım. Bir kulübün yöneticisi ve idare kısımda yer alırsam; aynı burada bize ne uygulanıyorsa Türkiye'ye gelecek yabancı oyunculara onu uygulayacağım. Adamlar bizim ülkemize geliyorlar bir kelime öğrenmiyorlar. Her şeyleri ellerinin altında, her şeyleri ayarlanıyor. Tercümanları var. Biz buraya geliyoruz adamlar bize diyor ki 'Bu dili öğrenmek zorundasın', işte hastaneye gidiyorsun kendi işini kendin halletmek zorundasın. Bizim ülkemize gelen yabancılarda çok büyük rahatlık var. Bizim de kesinlikle o sisteme geçmemiz lazım. Bizim ülkemize gelen adam daha merhabayı zor söylüyor. 'Merhaba' diyor biz kahkaha atıyoruz. Biz ise bu dili öğrenmemiz dayatıyorlar."
Bursa'da oynarken Avrupa'ya gitme hedefi olduğunu ve onu gerçekleştirdiği için mutlu olduğunu da belirten Ertuğrul Ersoy, "Avrupa'ya gitmek istiyordum. Bursaspor'da oynarken basına demecim vardı, 'Buradan ayrıldığım da inşallah Avrupa'da bir yere giderim' diye söylemiştim. Türkiye'de klasman olarak burun üstünde olan takımlardan da teklif aldım. Büyük takımlardan teklifler aldım. Ama o röportajda söylediğim sözlerin, verdiğim kararın arkasında durmak adına ne kadar burası ikinci lig olsa da kariyer planlamam adını en güzel adamın burası olacağını düşündüm. Çünkü böyle bir iki sene daha geç kalsam eşiği yakalayamayacağımı düşündüm. 22 yaşındayım şu anda, artık 23, 24 yaşına geldiğin zaman o gemiyi biraz kaçırmış oluyorsun. Biraz daha zorlanıyorsun artık. Çünkü Avrupa'da da bu yaş sınırı artık iyice düşmeye başladı. Mesela bizim ülkemizde 23, 24 yaşındaki futbolcular genç olarak gözükebiliyor. Burada 24 yaşında bir oyuncu dediğin zaman artık deneyimli sayılıyor. Bunlar için genç oyuncular 17, 18. Artık 21-22 yaşları buralar için genç oyuncular değil. Ben de o yüzden bu zamanı kaçırmamak adına bu yaşta buraya geldiğim için mutluyum. Çok da önemsemiyorum nerede, hangi ligde olduğumu... Ben buraya hem kendimi geliştirmek adına hem de takımımla başarılı bir sezon geçirmek adına buradayım" ifadelerini kullandı.
(DHA)