Başesgioğlu istifasının gerekçelerini ve referandum sürecinde terörle mücadele eden Türkiye'ye ilişkin kaygılarını Akşam Gazetesi'nden Özlem Akarsu Çelik'e anlattı.
İşte o röportaj:
- Referanduma dair öngörünüz?
Referandum, demokrasinin araçlarından biri ancak zamanlama açısından uygun bir zamana denk gelmedi. Şu anda Türkiye'nin en sıcak konusu etnik ayrımcılığın geldiği nokta ama siyaset kurumumuz tüm enerjisini referanduma seferber etmiş durumda. Bu genel seçimle birlikte olabilirdi. Bugünden yarına kaçan bir şey yok. Neticede HSYK ile Anayasa Mahkemesi'nin yapısı değişecek. Diğer konular herkesin üzerinde mutabık olduğu konular.
- Evet mi diyeceksiniz, hayır mı?
Bunca itirazdan sonra bu referanduma evet demem mümkün değil. Her ne kadar içindeki birçok maddeyi kabul etsem bile tümü itibarıyla evet demem mümkün değil.
- Anayasa Mahkemesi ve HSYK değişiklikleri teknik konular. Halka nasıl anlatılır?
Vatandaşın bir sürü hayat sıkıntısı varken 'hadi ben siyaset kurumu olarak bunun içinden çıkamadım, sen çöz' demek kolaycılıktır. Bu konuları vatandaşa havale etmemek lazım.
GÜNDEMİYLE YÜZLEŞMİYOR
- Yargıyla ilgili tartışmalar referandumun ardından biter mi?
Çok az farkla evet çıktığını farz edelim. Anayasa Mahkemesi ve HSYK gibi anayasal kurumların meşruiyeti, tarafsızlığı, idarenin bunlar üzerindeki baskısı sürekli sorgulanacak. Hukuk devleti ilkesi zedelenecek. Anayasa değişiklikleri toplumun temel sözleşmesidir, geniş bir mutabakat gerekir. Bu yapılamadı. Onun için çekişmeli bir propaganda süreci yaşanıyor. Uzun süredir Türkiye gerçek gündemini yaşamıyor, gerçek gündemiyle yüzleşmiyor.Toplumun geleceği açısından endişe verici.
- Nedir Türkiye'nin gerçek gündemi?
Terör Anadolu'nun iç merkezlerine yayılmış durumda. Doğu ve Güneydoğu'da yaşananlar iç savaş manzarası gibi. Hep diyorduk bu siyasallaşacak, kitleselleşecek ve etnik ayrımcılık Türkiye'nin gündemine gelecek. Son zamanlardaki beyanlar da bunu gösteriyor. Demokratik özerklik ve Türk bayrağının yanına ikinci bir bayrak deniyor. Sağduyulu bir politikacı olarak tanıdığımız Sayın Ahmet Türk'ün konuya Birleşmiş Milletler'in el atması yönünde bir çıkışı oldu. Uluslararası ipotekler girerse meseleyi bizim çözmemiz mümkün olmaz. Türk ve Kürt kökenli vatandaşlar dış dinamiklerden arınmış şekilde, diz dize oturup bu sorunu çözmemiz lazım.
TARİHİN EN BÜYÜK TEHDİDİ
- PKK'nın 20 Eylül tarihine kadar silah bırakması ne anlama geliyor?
Şu anda milli birliğimize ve varlığımıza yönelmiş belki de cumhuriyet tarihinin en büyük tehdidi söz konusu. Etnik milliyetçiliğin geldiği nokta bu milleti oluşturan fertlerin birlikte yaşama arzusunu, iradesini sıkıntıya sokacak noktada maalesef. Bölücü örgüt sözde ateşkesle konuyu uluslararası platformlara taşıma çabasında ve kendine yönelik politik zemin oluşturmak istiyor. Böyle bir süreçte bütün gücümüzü referanduma yönlendirmek doğru değil. Kaybedilen mevziiyi almak mümkün olmuyor.
- Liderlerin meydanlardaki üslubunu nasıl buluyorsunuz?
Sert, aşağılayıcı, incitici üslup vatandaşlar arasında ayrışmayı körüklüyor. Bundan vazgeçilmesi gerekir. Siyasi liderlerin toplumda birleştirici rollerini hatırlamaları gerekir. 2011'deki genel seçimlere uzlaşma içinde girmekte fayda var. Ola ki bir koalisyon yapma gereği ortaya çıktı. O zaman birbirine bu kadar sert davranan siyasi partiler aynı hükümette nasıl yer alacaklar?
İSTİFA ETTİM ÇÜNKÜ...
- Neden istifa ettiniz. Kürt açılımı adıyla atılan adımlar mıydı tek sorun?
Açılım bardağı taşıran damla oldu ama ayrılma sebebim tek başına bu değildi. Kuzey Irak'tan AB perspektifine, Kıbrıs'tan İsrail ve İran'la ilişkilere kadar ülkenin geleceği açısından kaygılarım vardı.
- Tekrar bakan olamadığınız için istifa ettiğiniz söylendi. Bakan olsaydınız?..
Şu son dönem bakan olsaydım çoktan istifa ederdim! Yüzeysel ve beni inciten bir değerlendirme. Kabine içinde görüşlerini en çok dile getiren kişiydim. Bakanlar Kurulu'nun mahremiyetine saygımdan bunları paylaşamam. Çok genç yaşta geldiğim parlamentoda altı dönemdir görev yapıyorum. İçişleri, Çalışma, Devlet Bakanlığı yaptık. Meclis Başkanlığı'nı iki oyla kaybettik. Cumhurbaşkanlığı için ismimiz geçti. Bir siyasetçi için oturulabilecek koltuklara oturduk, oturamadıklarımıza da layık görüldük.
- Sizin arkanızdan Ak Parti'den kopuşlar olacağı konuşuldu ama olmadı...
Rahatsızlığını dile getirenler oluyordu ikili görüşmelerde ama istifa farklıdır. Siyasete devam etmek isteyenlerin yapması gereken hesaplar olabilir. Bazen toplumu ve siyaset kurumunu düşündürmek için bile bu tavırların konulması gerekir diye düşünüyorum.
- Açılıma neden tepki gösterdiniz?
Böyle bir projeye etnik vurguyla başlanırsa çok mahsurlu olur diye düşündüm. Maalesef haklı çıktım. Kürt açılımı diye başladı ve her iki tarafta da çok büyük beklenti doğurdu. Zamanla içine bir şey konulamadı. Kuzey Irak'la birlikte Amerika'nın Irak'tan çekilmesiyle gündeme gelen, bir ayağı da Türkiye'de olan bir hadiseydi. Irak tarafı çöktü. Amerika'nın Irak'tan tamamen çekilmesi mümkün değil. Türkiye'ye olan ihtiyaç azalacak. Türkiye ayağında ise Habur'da hukuku zorlayan, devlet onurunu inciten manzara açılımı bitirdi. Geriye ne kaldı? Bölücü örgütün o bölgede otoritesini arttırdı. Muhatap alınabilirlik konusundaki iddialarını güçlendirdi. O bölgedeki insanlarımız, bölücü örgüt vasıtasıyla taleplerini gündeme getirebilecekleri konusunda kanaat oluştu. Oysa milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımız örgütün kendisini temsil etmediğini söylüyor. Açılım bu vatandaşları da görmezden geldi. Türkiye'nin değişik yerlerdeki vatandaşlarımızın da birbirine şüpheyle bakar hale gelmesine neden oldu. İşte Hatay ve İnegöl'de yaşananlar... Açılımın gündemden kaldırılıp devlet olarak yeni bir strateji geliştirilmesi gerekiyor.
- Nerede hata yapıldı? Sizin gibi itirazları olanlar konuşamadı mı?
Parti içinde yeterince tartışılmadığı ortaya çıktı zaten. Bireysel hak ve özgürlükler çerçevesinde ele alınmalıydı. Bugün bu özgürlük ortamı büyük ölçüde var. Kimseye etnik kimliğinden dolayı siyasi, ekonomik, sosyal kanallar tıkalı değil. İnsanlarımız gelebilecekleri en yüksek yere kadar geliyorlar. Parlamentonun, bakanlar kurulunun kompozisyonu belli. Burada Kürt kökenli vatandaşlarımızın temsil edildiği ortada.
- Başkanlık sistemi Türkiye için uygun mudur?
Parlamenter sistemin masaya yatırılıp sorgulanması gerekiyor. Parlamenter arkadaşlarımızın kendilerinin işe yaramadıkları konusunda bir algısı söz konusu. Parlamenterlerin bu sistemde rolü budur: oy kullanmak, parti kararlarına riayet etmek... Başkanlık sistemi icrayı kolaylaştırır ama onun için ülkedeki kurumların oturmuş olması gerekir. Tam bağımsız yargı, gelişmiş sivil toplum ve kamuoyunu oluşturan aktörlerin sorumluluk içinde olması gerekir. O zaman başkanlık sistemi Türkiye gibi farklılıkların olduğu ülkede faydalı olur. Bunları kurmadan yaparsanız başa gelecek kişinin şahsi kapasitesi ve ruh haliyle bu ülkenin yönetimine teslim olursunuz.
İSTİŞARE SÜRECİNDEYİM
- Bir partiden teklif aldınız mı? Yoksa yeni bir parti kurmayı mı düşünüyorsunuz?
Birçok yerden arandık, görüşmelerimiz oldu. İstişare sürecindeyim. Bunca yıllık tecrübe ülkenin derdine derman olacaksa aktif siyasete devam ederiz. Gelen teklifleri, dostlarımızla değerlendirip bir yol haritası çizeceğiz. Türkiye'de haddinden fazla parti var. Birbirine yakın görüşlerin bir koalisyon yapması gerekir. Japonya'daki Liberal Demokrat Parti, İtalya'daki zeytin dalı gibi. Türkiye'nin güçlü partilere ihtiyacı var. Bunun için birleşmeyi öneriyorum.
- Yüksek Askeri Şura'da yaşananlar...
Geleneksel devlet idaremizde kalıplaşmış sözlerden biri de 'Okula, kışlaya siyasetin girmemesi lazım'dır. Askeri sevsek de sevmesek de şunu bilmeliyiz, bu coğrafyada güçlü ordunuz yoksa işiniz zor demektir. İster demokrasi adına ister başka gerekçelerle hareket ederken kurumsal anlamda zafiyet yaratmamak lazım. Münferit suç işleyenlere ceza verilsin ama intikam ve kin duygusuyla değil.
- Tutukluluk sürelerinin cezalandırmaya dönüştüğü eleştirileri yapılıyor.
Tutukluluk süreleri çok uzun. Elbette tutukluluk cezalandırmaya dönmemeli.
CESUR AYDINA İHTİYAÇ VAR
- Bir korku imparatorluğu yaratıldığı konuşuluyor...
Korkakların çoğunlukta olduğu bir ülkede demokrasi gelişmez. En başta aydınların daha cesur olması lazım. Üniversitelerin sesini yükseltmesi lazım. Herkes siyasetin arka bahçesinde kendine biçilen rolü oynamaya çalışıyor. Evrensel aydın bu değil. Aydın, muhalif olan ve ülkedeki hak ve özgürlüklerin gelişmesi konusunda mücadele veren insan demektir. Türkiye'nin tam da bu noktada cesur aydınlara ihtiyacı var.