Mutsuz veya mükemmel evliliklerini devam ettiren kişiler genellikle bekar arkadaşlarının hayatlarını değiştirmesi gerektiğini düşünür. Yengeç Sepeti Sendromu olarak isimlendirilen bu fenomen aslında evlilik dışında iş hayatı dahil olmak üzere pek çok alanda kendisini gösterir. Yengeç Sepeti Sendromu kısaca, “Ben başaramazsam sen de başaramazsın” cümlesi ile anlatılır. Yengeç Sepeti Sendromu tanımını ilk olarak aktivist yaza Ninotchka Rosca kullanmıştır. Bu yerim özellikle Filipinler’de bir atasözü haline dönüştü.
Sepete konulan bir yengeç sepetten rahatlıkla çıkabilirken, yengeç sayısı artınca sepetten çıkmak isteyen yengeçler diğer yengeçler tarafından aşağıya çekilir böylece sepetten hiçbir yengeç çıkamaz. İki ve daha fazla yengeci sepete atan kişi onların dışarı çıkamayacağını bilir. Bu yüzden yengeç sepetlerinin kapağı yoktur. Tek yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken sayı arttıkça kaçış imkansızlaşır. Çünkü birbirlerini yukarı itmek yerine, aşağı çekerek engellerler, zarar verirler ve yaralanırlar. Ve sonunda kimse kazanamaz.
Yengeç sepeti metaforu Türk sinemasına da konu oldu. Yavuz Özkan’ın 1995 tarihli “Yengeç Sepeti” ismi filminde tamamen bu öğe işlendi. Filmde mutlu aile tablosu, kısa süre sonra şiddetli biçimde “tablonun altındaki geçimsizlik ile kardeşlerin birbirlerine olan bağlılığı ve sevecenliklerinin yapmacıklığının” yüzeye çıktığı bir çöküş sürecine dönüşüyor. Aile, aynı sepet içine konulan yengeçlerin birbirlerini şiddetle tüketmesine ve yaralamasına benzer biçimde tükeniyor.