Suriye’de gerçekleşen Barış Pınarı harekatında görevli Denizlili Uzman Çavuş Oğuzhan Göçenoğlu, 3 Kasım 2019 tarihinde meydana gelen ve komutanının şehit düştüğü EYP’li terör saldırısından görünür bir yara almadan kurtuldu. Saldırıdan bir süre sonra rahatsızlanan Göçenoğlu’na Chiari malformasyonu (Normal beyincik dokusunun boyun omurga kanalına sarkması) teşhisi konuldu. 29 Aralık 2019 tarihinde ‘Askerliğe elverişli değildir’ diye ilişiği kesilen ve tedavisi Denizli ve İzmir de devam eden Göçenoğlu, 17 Ocak tarihinde tekrar fenalaşmasının ardından kaldırıldığı İzmir’deki hastanede 25 Ocak 2020 günü hayatını kaybetti.
Vefat ettiğinde muhafız asker olmayan Oğuzhan Göçenoğlu’nun cenazesi, askeri tören olmadan Servergazi Mezarlığı’na defnedildi. Göçenoğlu’na şehitlik unvanı verilmesi için baba Abdullah Göçenoğlu, anne Hatice Göçenoğlu ile kardeşleri Yakub Göçenoğlu ve Mustafa Samet Göçenoğlu, Ankara İdare Mahkemesinde dava açtı. 19 aydır devam eden davada, Göçenoğlu’nun ölümünde meydana gelen EYP patlamasının etkili olup olmadığına dair farklı hastanelerden alınan adli tıp raporları incelendi. Bilirkişiliğini Hacettepe Üniversitesi’nden bir heyetin yaptığı davada, mahkeme 9 Eylül 2021 tarihinde Uzman Çavuş Oğuzhan Göçenoğlu’nun şehit olduğunda hükmetti.
Oğlunun kabrini özel bir şekilde dizayn eden ve Türk bayrağı motifi ile süsleten baba Abdullah Göçenoğlu, “İlk başından şu ana kadar yaşadığım süreçte devletime, vatanıma, bayrağıma, milletime ve bu işte direkt ya da endirekt etkili ve ya etkin olanlara kızgın, kırgın değilim. Benim oğlum 3 Kasım 2019 günü bir EYP patlamasına maruz kalıyor. Benim oğlumda fiziki bir yaralama yok ama o andan itibaren başlayan ve sürekli artan baş ağrısı ve kulak çınlaması oluşuyor. Bu doktor raporlarıyla kayır altına alınmış. O sürede Suriye’den Akçakale’ye getiriyorlar. ‘O kadar olur, geçer’ diyerek ağrı kesici ilaçlarla tedavi ediyorlar. Bombadan olduğunu değil, sanki üşütmeden kaynaklanmış gibi ‘O kadar olur, o zamanla geçer’ diyorlar. Ben Denizli’den Akçakale’ye gidiyorum. Ben Denizli’ye getirip bakmak için izin istedim. Komutanı bana ‘Senin oğlun ise benimde askerim. Ben askerime bakarım’ dedi. Oğlumu orada bırakarak geri geldim. Döndükten sonra her aramamda oğluma herhangi bir işlem yapılmadığını öğrenip, bir hafta sonra tekrar Akçakale’ye gittim. Oğlumu tekrar hastaneye götürdüm. Önceden duyum olarak öğrendiğim 10 günün üzerinde rapor olursa evine gidebileceğini bildiğim için başhekimden uygun bir rapor rica ettim. O da bana rapor getirdi. Bende oğlumu alıp getirdim. Bunun üzerine ‘Askerliğe elverişli değildir’ denilerek oğlunun sözleşmesi fesih edildi” dedi.
İlaçların etkisi geçince ağrı yine devam ettiğini kaydeden Göçenoğlu, oğlunun tedavi sürecinde yaşananları şu şekilde anlattı:
“Bir tavsiye ile özel hastaneye götürdüm. Burada doktor migren teşhisi koydu. Sonra arada 3 gün geçti. Migren tedavisi cevap vermeyince, ağrılar geçmeyince başka bir özel hastaneye gittim. Onlar Chiari malformasyonu teşhisi koydu. Hatta yoğun bakımda yatırdılar. Çocuğun ağrısı geçmeyince Denizli’deki doktor, hemen acile ameliyat edeceğini bu yüzden İstanbul’dan kateter getireceğini söyledi. Biz bunun araştırmasındayken ‘Üşütmeden çocuk beyin ameliyatı mı olur’ dedik. Bizim bu sürede bomba patlaması hiç aklımızdan geçmiyordu. Bizi de bu kanaate yönlendiren oradaki doktorların sözleri oldu. İzmir’deki başka bir doktor ile görüştüm. O da bana ‘Beyin ameliyatının büyüğü küçüğü olmaz. Hemen bize getir’ dedi. İzmir’de çocuğu ameliyat edildi. Ameliyat çıkışı patlamadan hiç haberi olmayan doktor bana ‘Bu çocuk 2-2,5 ay önce hiç yüksek ses travmasına maruz kaldı mı?’ dedi. Bizde önünde bomba patladığını söyledik. O da bize bugüne kadar migren, menejit, Chiari teşhislerinin hepsinin yanlış olduğunu söyleyerek ‘Ben açınca gördüm. Onların iltihap sandıkları beyin soğancığının etrafında toplanan beyin suyu. O patlamayla beyin damarları çatlamış. Daha sonra motor basıncıyla çatlayan damarlar açılmış ve akıntı başlamış. Bu akıntı da geç kalındığı için beyinde ödemler oluşturmuş. Çözemezsek çocuğu kaybedeceğiz’ dedi. 8 gün yoğun bakımda yaşam destek ünitesine bağlı yaşatıldı. Ancak 25 Ocak günü 2.34’te vefat ettiğini haber verdiler”
Oğlunun askeri törenle toprağa verilmesini ailecek çok arzu ettiklerini ancak bunda başarılı olamadıklarını ifade eden Abdullah Göçenoğlu, “Daha sonra birlikteki komutanıyla telefonla irtibata geçtim. Birlik komutanı, ‘Biz askeriyeden sözleşmesini fesih ettik. Şehit diyemiyoruz, bu nedenle tören yapmayacağız’ dedi. Ben kendim cenazesini defin ettim. O gün kendi kendime verdiğim söz, benim namus borcumdu oğlumun şehit beratını almak. Sanki benim çocuğum babasının bahçesinde top oynarken yaralanmış gibi işlem yapıp, bizim acımıza çile katıp bu günlere getirdiler. Türk adaleti, hukuku görevini yapmıştır. Oğluma şehit demiştir. Bu saatten sonra oğlumun onurunu, gururunu biz acısıyla birlikte taşıyacağız. Bize ilk mahkemeye başvurduktan sonra dosya mahkemece tarafından GATA’ya sevk edildi. GATA, 1,5 sayfalık bir rapor düzenleyerek patlamayla illiyet bağı olmadığını mahkemeye gönderdiler. Ben yine özel gayretimle Süleyman Demirel Hastanesinden heyet raporu aldım. Bu raporda GATA’nın raporunu çürüterek, illiyet bağı olduğu raporu mahkemeye sunduk. Mahkemede iki rapor olunca hakem hastaneye olarak Hacettepe Üniversitesine raporlar gönderildi. Hacettepe Üniversitesi ‘Süleyman Demirel Üniversitesinin raporu geçerlidir. İlliyet bağı vardır’ diyerek oğlumun şehitliğini tescillemiş oldu” şeklinde konuştu.
İHA