İlk bölümde aşk ve savaş tanrıçası [
Inanna rahibelerinin Cennet Evi denilen tapınaklarda verdikleri hem cinsel hem de kutsal hizmetleri ve bunun toplumsal rolüne değinmiştik.](https://www.mynet.com/fahiselik-ve-ilginc-tarihi-1-bolum-kutsal-fahiseler-190101075505) İkinci bölümde de özellikle tek tanrılı inançların yaygınlaşmasıyla antik kültüre ait bir geleneğin nasıl yozlaştırıldığını özetledik. Bu bölümde ise Avrupa'da Aydınlanma'nın önemli dönüm noktalarından biri sayılan 18. ve 19. yüzyılda, Fransa özelinde, kurtizanların ve işlettikleri salonların Avrupa'nın entelektüel örgütlenmesindeki rolüne kısaca değineceğiz.
Bu bölüme başlamadan önce kısa bir parantez açmamız gerekiyor. Antik dönemden bugüne kadar fahişeliğin de hiyerarşik bir yapısı vardı. Bizim yazılarımıza konu olan fahişeler genellikle toplumun üst tabakasından faydalanan ya da kendileri, Inanna rahibeleri gibi üst tabakada yer alan seks işçileri. Bu bölümde bahsettiğimiz kurtizanların da antik çağdaki bu üst tabaka seks işçiliği geleneğini, zamanın ruhuna uygun biçimde sürdürdüğünü söyleyebiliriz.
Resim: Édouard Manet, Folies-Bergère'de bir bar (1882)
Aslında Avrupa modernleşmesinde kurtizanların önemini iyice kavrayabilmek için Rönesans'tan itibaren başlayan bir dönüşüm tarihini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Rönesans'la yaşanan aydınlanma ile İtalya'da 14. yüzyıldan itibaren fuhuş da sanat, felsefe ve toplumsal hayatın birçok farklı bileşeni gibi siyasi otorite kontrolü altına alınıyor. Bu düzenlemeyle birlikte yaklaşık 100 yıl boyunca İtalya'nın birçok büyük kentinde devlet fonuyla genelevler açılıyor.
Fransız devrimine kadar Avrupa'nın birçok farklı bölgesinde fuhuşla ilgili farklı düzenlemeler ve çatışmalar gerçekleşiyor. Fransız Devrimi'nden sonra ise kamusal alan fikrinin tartışmaya açılması ve yeniden tanımlanması, sanat ve felsefenin siyasi otoritenin hakimiyet alanından çıkması, burjuvazinin yükselişi ve aristokrasinin eski önemini yitirmesi gibi birçok faktör, özellikle Paris'te kurtizanların çalıştığı salonların önemini arttırıyor.
Resim: Édouard Manet, Olympia (1865)
Ali Artun Modernliğin Sınırında Sanat-Eleştiri, Özerklik, Siyaset I-Sanat ve Eleştiri makalesinde 19. yüzyılda sanat, felsefe ve toplumsal hayatın yeniden tanımlandığı salonlar hakkında şöyle yazıyor:
“19. yüzyılda, özellikle Paris’te, eleştirinin boy attığı, kamusal alanın örgütlendiği diğer mekânlar, salonlar. Salonlar derken, her ikisi de salon adını alan ama birbirinden oldukça farklı iki tür ortamı kastediyorum. İlki saraya bağlı olan akademinin sergilerinin düzenlediği salonlar.”
Resim: Paris'te bir salon sergisi (18. yy)
Artun'un bahsettiği diğer salonlar ise aydın salonları olarak geçen mekanlar. Artun, aynı makalede, bu ikinci tip salonlardan şöyle bahsediyor:
“Düzenledikleri davetlerle kabul salonlarını kültürel bir merkez gibi yönetmeye başlayanlar önce soylu hanımefendiler. Siyasal ve ekonomik mesailerini giderek burjuvaziye devreden aristokratlar kültür seçkinleri olarak rollerini sürdürüyorlar. Salonların tarihini incelediği Sohbet Çağı kitabında Benedetta Craveri, evini “edebi ve dünyevi” bir merkez olarak davetlilerine açanların başında Rambouillet Markizi Catherine de Vivonne’u anıyor. Markizin dillere destan “Mavi Salon”unu bir aydınlar meclisine çevirdiği tarih 1618. Salonlar aslında Rönesans’tan devrolup gelen bir soylu geleneği olmalı. Düşünce dünyasının hamileri prenslerin, hümanistlerle, şairlerle ve yeni yeni itibar gören sanatçılarla düzenledikleri meclislerin bir devamı olmalı. Ancak yeni salonlar, entelektüel hayata kentlilerin, kamunun sahip çıkmaya başladığı ortamlar. Belirli bir nezaket çerçevesinde herkesin özgürce söz söylediği yerler bunlar. Tabii bir taraftan da yeniliyor, içiliyor, inanılmaz aşk maceraları yaşanıyor, siyasal entrikalar tezgâhlanıyor vb. Zamanla salonlar toplu eleştirinin mekânları oluyor. Habermas 18. yüzyılda eserini önce salonlara sunmayan hiçbir büyük yazarın bulunmadığını söylüyor. Bu, şairler kadar bestekârlar için de geçerli. Böylece siz eserinizi kamunun, onun yetkin temsilcilerinin huzuruna getiriyorsunuz; tartışmaya açıyorsunuz.”
Resim: Madame Geoffrin'in salonunda Voltaire bir eserini okuyor (1755)
Bir süre soylular tarafından yönetilen salonlar zamanla burjuva seçkinler ve kurtizanların (Türkçe'ye kibar fahişe şeklinde çevriliyor) insiyatifine geçiyor. Modern sanat ve edebiyat dünyasında kurtizan salonlarının rolü hakkındaki önde gelen kaynaklardan biri ise Flaubert'in Duygusal Eğitim romanı. “Romanın kahramanı olan Frédéric’in gerek cinsel ve psikolojik, gerekse edebi dünyası iki farklı salonda kurulur. Bunlardan biri, güçlü bir bankerin eşi olan Madame Dambreuse’in düzenlediği salondur, diğeri bir kurtizanın, kibar fahişe Rosanette’in düzenlediği salondur. [1]”
Salonlara, modernizmin altın çağı diyebileceğimiz bu dönemde, hem entellektüelitenin hem de toplumsal yaşamın yeniden tanımlandığı ve örgütlendiği mekanlar demek yanlış olmaz. Toplumsal yaşama dair mutlak siyasi irade tarafından ele geçirilip yönetilen birçok alan salonlarda özerkleşiyor ve, tabiri caizse demokratikleşiyor. Salonların işlevselliği antik dönemin Cennet Evleri'ni anımsatsa da mutlak iradeden özgürleşme açısından da tam tersi bir örgütlenmeye sahip olduğu söylenebilir. Bu örgütlenme ise sanayi devriminin ivmesi ile mutlak siyasi iradenin yerini sermayenin almasına kadar sürüyor. Sanat, felsefe ve hatta cinsellik serbest piyasa ekonomisince pazarlanabilir ürünlere dönüştükçe kuramsal çerçevesinden çıkarak birer haz nesnesine dönüşüyor. Kurtizanlar ve salonlar da, feminist tarih yazımı gündeme gelene kadar böylece tarihin tozlu raflarında unutulmaya yüz tutuyor.
Resim: Gustave Flaubert