Dünyanın en güzel katedrallerinden bazılarının altıgen şeklindeki mimarisi İncil’den sahnelerin veya pek çok simgenin yanı sıra Zodyak’ın tasvir edildiği pencerelerin güzelliği ile birleşiyor. Fransa’daki en güzel on vitraylı pencereye göz atalım:
Chartres Katedrali, vitraylı pencerelerinin Fransa’daki en eski örnekleri arasında olması nedeniyle bu kategorinin en önemli temsilcilerinden birisidir. Uzun yıllardır sanat tarihçilerinin temel çalışma konusu olan bu katedral, insanı kendine hayran bırakıyor. Nedeni de sadece burada ve Chartres’ın ardından inşa edilen birkaç katedralde daha görülebilen özel bir mavi tonu olan Chartres Mavisi. Sanat tarihçilerine göre mavinin bu tonu bugün hala bir sır.
Mimarisi vitraylı pencerelere göre uyarlanmış olan Chartres, aynı zamada daha önce var olanlardan çok daha büyük pencerelerin yer aldığı ilk katedral.
Paris’in yaklaşık 80 km güneyinde bulunan ve 1145 – 1220 yılları arasında inşa edilen Fransız Gotik mimarisi stilindeki katedralde her birinde farklı bir sahnenin tasvir edildiği 176 vitraylı pencere var. Katedralin tamamı pencereler düşünelerek inşa edilmiş. Pencerelerin çoğu 1150 yılından beri orada ve korunmaları için her yıl restore ediliyor.
Maalesef, Notre-Dame de Chartres Katedrali’nin mimar(lar)ının adı hiç bir yerde yok. Belki de bunun nedeni, güzelliğin isimlere ihtiyacı olmaması.
Fransa’nın en çok ziyaret edilen katedrallerinden biri olan Notre Dame Sen nehri kıyısında bulunuyor ve Fransız Gotik mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Romanesk stil ile birlikte kullanılan vitraylı pencereleri ve heykelleri ilgi çekici bir tezatlık oluşturuyor.
İnşaatı 12. yy’da başlanan ve 1345 yılında biten etkileyici katedral, Ile de la Cité ‘de yer alıyor ve Notre Dame’ın Kamburu gibi hikâyelere ev sahipliği yapmasının yanı sıra tüm dünyadan sanat tarihçilerinin, birer harika olan vitraylı pencerelerini incelemek amacıyla ziyaret ettiği bir yer olması ile tanınıyor.
İster inanın ister inanmayın, ejderha heykelleri ziyaretçileri ve tarihçileri cezbeden bu harika katedralin tek özelliği değil.
Katedral, günümüze kadar çok sayıda restorasyon geçirdi. Bunların çoğunun nedeni ise vandalizm. Ayrıca, biri 1793 yılında Fransız İhtilali’nde ve ikincisi de İkinci Dünya Savaşı’nda olmak üzere iki defa tahrip edildi. 1845 yılında yapılan ikinci restorasyon sayesinde, oldukça önemli olan vitraylı pencereler tekrar hayata döndürüldü.
Pencerelerde, Paris’in koruyucu azizi olan Saint Genevieve’in Efsanesi tasvir edilmiş. Daha yeni zamanda inşa edilmiş bu pencereler, Lassus ve Viollet le Duc tarafından gerçekleştirilen restorasyon esnasında Gérente tarafından tasarlanan neo gotik mimari stili ile uyum sağlıyor.
1211–1275 yılları arasında inşa edilen Reims Katedrali Fransa krallarının taç gidiği yer ve Chartres’dan sonra en çok sayıda heykel ile heykelciğin bulunduğu ikinci katedral. Fransız Gotik stiline sahip katedralin kuzey transeptinin yanı sıra, batı tarafında bulunan iki gülün görünümü çok etkileyici.
Her zaman olduğu gibi, vitraylı pencereler tezatlığı vurguluyor: içerisi oldukça büyük, renksiz ve soğukken pencerelerdeki hikayelerle her şey değişiyor.
Yapının dış tarafı, vitraylı pencerelerdekinden daha fazla ayrıntı ile dolu ve bu kesinlikle Fransa’daki en önemli örneklerden biri.
Katedralde ayrıca, 2011 yılında, inşasının 800. yıl dönümünde, Alman sanatçı Imi Knoebel tarafından yapılan altı yeni vitraylı pencere bulunuyor. Katedraldeki renkler korunurken stilin nasıl modernleştiğini görebilisiniz.
Knoebel’in çalışmasını Reims Katedrali’nin web sitesine tıklayarak inceleyebilirsiniz.
1239–1248 yılları arasında inşa edilmiş olan Gotik tarzdaki SainteChapelle Fransa Kralı IX. Louis tarafından, aralarında İsa’nın ThornsCrown tacının da bulunduğu Kutsal Emanetler’e ev sahipliği yapmak üzere seçildi.
Kendine özgü bir stile sahip olan şapelde her şey çok narin gözüküyor. Vitraylı pencerelerin diğerleri ile aynı olduğunu düşünebilirsiniz ama burada yüzeyin çoğunluğunu onlar kaplıyor ve taş duvarların miktarı oldukça az. Pencerelerin bazılarında eski ve yeni kutsal kitaplardan hikâyeler tasvir edilmiş, diğerlerinde ise tabii ki Kral IX. Louis’in İsa’nın kutsal emanetlerini Paris’e getirmede oynadığı önemli rolü gösteriliyor.
Toplam 15 tane olan vitraylı pencereler nefi ve yarım kubbeyi kaplıyor. Burada daha güçlü tavsir edilmiş olan gül pencere Şapel’e çok hoş bir mimari görünüm kazandırıyor.
Chartres Katedrali ile aynı yaşta olan Bourges’deki Saint-Étienne Katedrali’nin inşası 1230 yılında tamamlandı. Dış taraftan daha karmaşık görünen katedralin iç kısmı daha basit ve transeptler yok.
Buranın iç kısmı nispeten daha karanlık. Bu, vitraylı pencereler açısından daha önemli bir durum.
Böyle bir katedralin dev nefine bakınca büyülenecek, ardından Apocalypse’in tasvir edildiği bu küçük vitrayı keşfedeceksiniz:
Burada tasvir edilen portrelerdeki ayrıntılara verilen önem o dönem için oldukça şaşırtıcı. Bu küçük çalışmayı bir sanat eserinin parçası haline getirmek için ne kadar çalışıldığını siz tahmin edin.
Şehirde olduğu gibi, Strasbourg Notre Dame Katedral’inde de Fransız ve Alman mimarisi ile kültürü bir arada bulunuyor. Roma İmparatorluğu’ndan beri, çok sayıda başka dini binalarında bulunduğu bir yerde olan katedral geçen yüzyıllar boyunca pek çok şey yaşamış.
II. Dünya Savaşı'nda defalarca bombalanan katedral hem Fransa’nın hem de Almanya’nın savaşa direnşinin sembolü oldu. Almanlar katedrali "İsimsiz Askerler Anıtı'na" dönüştürmek istedi.
Bu, çok sayıda vitraylı pencerenin katedralden çıkarılmış olması gerçeğinin yanında bir hiç. Bu vitraylar Almanya’da bir tuz madenine koyulmuş ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşik Devletler Ordusu’nun Güzel Sanatlar ve Arşivler bölümü tarafından geri getirilmiş. Pencerelerin çoğu 12. yy’dan kalma ancak son eklenen pencereler 20.yy’a ait.
Pek kişi tarafından ilk gotik kilise olarak kabul edilen Saint Denis Bazilikası 10.yy–18.yy arasında Fransa kralları için mezarlık olmuş.
Bu kadar eski olmasına rağmen, vitraylı pencerlerinin geçmişi sadece birkaç yüzyıl geriye uzanıyor. Gotik, romanesk ve modern stilin birlikte görülmesi nedeniyle, sanat tarihçileri için cennet gibi bir yer. Ayrıca, şaşırtıcı vitraylı pencerelerin kullanılmaya başlandığı ilk örneklerden biri ve Chartres veya Reims gibi diğer katedraller tarafından taklit edilmiş bir sanat eseri.
Gül pencerelerin inşa edilme yolları ve İncil’den sahnelerin tasvir edilmesi o dönem için (1150 civarı) oldukça yeni.
Rouen Notre Dame Katedrali’nde yıllar içinde pek çok değişiklik yapılmış. Katedralin inşaatı 1200’lü yıllarda başlamış. Burada daha önce bir kilise bulunuyormuş. İkinci Dünya Savaşı’nda katedralin yıkılan pek çok yeri yeniden inşa edilmiş. Savaş sırasında eski pencerelerin bazıları kaybolmuş.
Daha önce bahsettiğimiz Chartres mavisini hatırladınız mı? İşte onu, günümüze kadar çok sayıda değişiklik yapılan bu katedralde günümüze kadar kalan, geçmişleri 13. yy’a kadar uzanan pek çok vitraylı pencerede de görebilirsiniz. Burada ayrıca, Rönesans pencereleri ile Gotik ve Modern stil bir arada uyum içinde kullanılmış.
Katedralle ilgili ilginç bir gerçek de girişte bulunan iki kulenin birbirine benzemiyor olması. Kuleler farklı stillerde inşa edilmiş ve bu durum pencerelerle katedralin bütünün stilini çok fazla değiştiriyor. Sanat tarihçilerine göre, Rouen Notre Dame Katedrali’nin en ilginç vitrayı Büyücüye Tapınma. Peki neden?
Bu vitray, İncil’in bu kadar küçük bir pasajı için çok fazla ayrıntıyla dolu. İsa, dizlerinin üzerinde oturur şekilde gösterilmiş, neredeyse ilahiliğinin farkında gibi gözüküyor. Ayrıca, bu vitrayın renkleri, gotik dönemin vitraylı pencerelerine iyi bir örnek olarak gösterilebilir. Kırmızı kıyafetlerle ve güneşin sarısı ile karışan Chartres mavisi mükemmel bir birliktelik oluşturuyor. Bu, üç ayrı vitraya bölünmüş çok büyük bir sahne.
Amiens Notre Dame Katedrali, 42,30 metreye ulaşan iç yüksekliği ile Fransa’daki tüm katedraller arasında en fazla iç yüksekliğe sahip olan katedral. Mimarlar buradan gerçekten cennete gitmiş olmalı. Bu sayede içerisi mümkün olduğu kadar ışıkla doluyor ve vitrayların narinliği ortaya çıkıyor.
Katedral oldukça güzel olmasına rağmen, orijinal vitraylı pencerelerinin çoğu kaybolmuş. Bu nedenle, renklerin çoğu da kaybolmuş. Katedralde ayrıca çok sayıda renkli heykel yer alıyor.
Bu katedralin bu kadar özel olmasının bir başka nedeni de, Dördüncü Haçlı Seferi esnasında John the Baptist’in kafatasının buraya getirilmiş olması.
Vitraylı pencerelerin stillerinin yıllar içinde ne kadar değiştiğini düşünmek tabiiki zor ama bu katedral iyi bir örnek olabilir. Orijinal vitray kaybolduğu için, yeni katedraldeki stilin ne kadar modern olduğunu görmek (Rönesnas’tan sonraki dönemden) mümkün olmayabilir.
Burada, Ağlayan Melek adı verilen ve 17. yy’da bir mezar üzerine inşa edilmiş olan küçük bir melek var. Melek şimdi, yüksek mihrabın (vitray değil ama bahsetmeye değer) arkasında bulunuyor:
Paris’in kuzeyinde, Beauvais’de karmaşık görünümlü ve tamamlanmamış bir katedral bulunuyor. Mimarlar Fransa’da 13.yy’ın en uzun katedralini yapmak istediler (ve gerçekten de öyle oldu, ama tamamlanmamış olması nedeniyle dikkate alınmıyor). Dönem ve sahip olunan aletler nedeniyle katedrali daha yüksek inşa ederken mümkün olduğu kadar fazla ışığı içeri alma konusunda sorun yaşanmış. Her zaman korkunç şeyler meydana gelir, bu katedral de hiçbir zaman istendiği gibi mükemmel olmadı.
Dışarısı, içerisinden daha karmaşık gözüken katedralin iç kısmında yapıyı ayakta tutmak için ekstra destekler bulunuyor. Bu da, vitray fikrini, giren ışığı ve etraftaki herş eyi bozuyor.
İçeri bakınca, çok narin olmadığını görebilirsiniz. Mümkün olduğunca büyük olması, burada bahsedilen diğer katedrallerdeki küçük ayrıntıların bazılarından taviz verilmesi anlamına geliyor.
Burada bahsettiğimiz katedrallerden birini hiç ziyaret ettiniz mi? Hangi özellikleri dikkatinizi çekti? İzlenimlerinizi aşağıdaki bölüme yazın. Eğer henüz ziyaret etmediyseniz, 2016 daha yeni başladı.