Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Genel Sekreteri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, “Son 10 yıl içinde gelişmiş ülkelerde obezite artış hızında duraklama gözlenirken tüm dünyadaki obezlerin yüzde 62’sinin yaşadığı gelişmekte olan ülkelerde, obezite görülme sıklığı giderek artmaktadır. Analiz edilen 33 yıl içinde dünyada hiçbir ülkede obezite sıklığında gerileme olmamıştır” dedi.Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Başkan Yardımcısı Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İstanbul Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Prof. Dr. Nilgün Güvener Demirağ, 38. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi’nin Antalya’nın Belek Turizm merkezindeki bir otelde bin 230 kişinin katılımıyla gerçekleştirildiğini kaydetti.Kongre kapsamında, ‘3Tiroid Ultrasonografi Kursu’ ve ‘2. Ulusal Lipid Sempozyumu” düzenlendiğini aktaran Prof.Dr. Güvener, “Kongrede toplam 342 bildiri ile başvuru yapıldı. Toplantıda 15 konferans, 20 panel, 6 interaktif vaka oturumu, 5 sözel bildiri oturumu yapıldı. 5’i yabancı olmak üzere toplam 174 konuşmacı ve oturum başkanı bilimsel programda görev aldı. Endokrinoloji bilim dalı kapsamında yer alan; diyabet ve obezite, tiroid hastalıkları, hipofiz hastalıkları, kemik metabolizması, adrenal ve gonad hastalıkları son bilimsel veriler ışığında tartışıldı. Ayrıca, teşhis, tedavi ve izlem kılavuzlarında son yıllarda yapılan değişikliklerin nedenleri katılımcılarla paylaşıldı. Tüm gün süren lipid sempozyumun ’da ise lipid metabolizması, ilişkili hastalıklar ve tedavi yönetimi tüm yönleriyle gözden geçirildi” diye konuştu.Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrinoloji Bilim Dalı Prof. Dr. M. Sait Gönen, Tiroid hastalıkları dünyada ve Türkiye’de en yaygın endokrinolojik hastalıklar olduğunun altını çizdi.“TÜRKİYE’DE TOPLUMUN YÜZDE 40’NDA TROİD RİSKİ VAR”Yapılan çalışmaların Türkiye’de toplumun yüzde 40’ın tiroid hastalığı veya riski bulunduğunu gösterdiğini belirten Prof.Dr. Sait Gönen, “Yaklaşık 20 yıldır uygulanan tuzların iyotlanması programı ile iyot alımında düzelmenin kısmen sağlandığı, ancak sorunun devam ettiği açıktır. Bununla birlikte iyot alımındaki artış, otoimmun tiroid hastalıkları, hipertiroidi ve tiroid kanserleri gibi bazı tiroid hastalıklarının dağılımında değişikliklere neden olmuştur. İyotlama programı ile iyot eksikliği bölgelerinde ortaya çıkabilecek tirotoksikozlar toplum sağlığı açısından iyot destek programına engel olmamalıdır” dedi.“TÜRKİYE’DE GUATIR ENDEMİK”Türkiye’de guatrın endemik olduğunu vurgulayan Prof.Dr. Gönen, “Toplumun yüzde 5’inden daha sık görülen yaygın hastalıklar. Halen şehir merkezlerinde bile toplumun önemli bir kısmında iyot eksikliğine bağlı guatra rastlanıyor. Okul çağı çocuklarında bile guatr sıklığını yüzde 30 bulan çalışmalar mevcut. Sofra tuzlarının iyotlanması dışında sanayi tuzlarının, ekmeğin ve suların iyotlanması, hazır gübrelere iyot katılması gibi önlemler de alınabilir” diye konuştu.“40 YAŞIN ÜZERİNDE SIKLIK ARTIYOR”Günümüzün önemli bir problemlerden birinin gebelikte yetersiz iyot alımına bağlı gebe ve bebek sağlığının etkilenmesi olduğunu işaret eden Prof.Dr. Gönen, “Gebelerde tuzla yeterli iyot alınamıyorsa medikal olarak iyot tedavisi düşünülmelidir. Yine ülkemizde değişik bölgelerde yapılan çalışmalarda guatr sıklığının yüzde 45’lere kadar çıkabildiği gösterilmiştir. Özellikle 40 yaşın üzerindeki bireylerde ve kadınlarda sıklık artmaktadır. Ancak çocuk ve genç populasyonda da halen guatr önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Batı Karadeniz bölgesinde yapılan bir çalışmada 13-19 yaş grubunda guatr sıklığı yüzde 23,8 olarak bulunmuştur. Ülkemizde hipertiroidi, hipotiroidi, özellikle de iyot eksikliği, guatr ve nodüler guatr en sık görülen endokrinolojik hastalıklardandır” ifadelerine yer verdi.“OBEZİTE GÖRÜLME SIKLIĞI ARTIYOR”Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Genel Sekreteri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, vücutta yağ miktarının artması olarak tanımlanan obezitenin tüm dünyada bir salgın hastalık olarak görüldüğünü aktardı.Prof.Dr. Yıldız, 1980-2013 yılları arasında 188 ülkede bin 769 obezite sıklığı çalışmasının incelendiği ve yakın zamanda yayınlanan bir analizin sonuçlarına fala kiloluk sınırı erkeklerde yüzde 29’dan yüzde 37’ye, kadınlarda yüzde 30’dan yüzde 38’ yükseldiğini kaydetti.Dünyada 2,1 milyar fazla kilolu ve obez insan bulunduğunu kaydeden Prof.Dr. Yıldız, “ Önümüzdeki 20 yıl içinde bu rakamın 3 milyara çıkması bekleniyor. Obez bireylerin yüzde 13’ü Amerika’da, yüzde 15’i Çin ve Hindistan’da yaşamaktadır. Son 10 yıl içinde gelişmiş ülkelerde obezite artış hızında duraklama gözlenirken tüm dünyadaki obezlerin yüzde 62’sinin yaşadığı gelişmekte olan ülkelerde, obezite görülme sıklığı giderek artmaktadır. Analiz edilen 33 yıl içinde dünyada hiçbir ülkede obezite sıklığında gerileme olmamıştır” diye konuştu.“ERİŞKİN NÜFUSUN YÜZDE 65’İ KİLOLU VEYA OBEZDİR”Günümüzde gelişmiş ülkelerde yaşayan her 4 çocuk ve ergenden birisi ve gelişmekte olan ülkelerde her 7 çocuk ve ergenden birisinin fazla kilolu ya da obez olduğuna değinen Prof.Dr. Yıldız, “Ülkemizde erişkin nüfusun yüzde 65’i kilolu veya obezdir. Her 100 kadından 5’i ve her 100 erkekten 1’inde morbid obezite mevcuttur. Türkiye’deki çocuk ve ergen obezite rakamları gelişmiş ülkelere benzer görülüyor. Obezitenin yalnızca Amerika’daki yıllık maliyeti 150 milyar doların üzerindedir. Ülkemizde obezitenin önlenmesi ile tüm ölümlerin erkeklerde yüzde 11’inin, kadınlarda yüzde 16’sının önlenebilmesi mümkün”dedi.“OBEZİTEDE ULUSLAR ARASI İŞBİRLİĞİ ÖNEMLİ”Obezitenin önlenmesine de değinen Prof.Dr. Yıldız, “Obezitenin önlenmesinde ve yönetilmesinde birey, özel sektör ve sivil toplum örgütlerine önemli sorumluluklar düşüyor. Kilo alımını son derece kolaylaştırıcı bir çevrede yaşadığımız ve obezitenin tüm dünyanın ortak sorunu olduğu göz önüne alınırsa uluslararası işbirliği çerçevesinde ülke yönetimlerinin liderliğinde sistemli programların düzenlenmesi, yatırım yapılması ve yapılanların sonuçlarının toplum düzeyinde takip edilmesi obezite ile mücadelenin başarılı olabilmesi için kaçınılmazdır” dedi.“TÜRKİYE’DE DİYABETLİ 11 MİLYONA YAKLAŞTI”Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Üyesi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Prof. Dr. İlhan Yetkin, diyabetin tüm dokuları ve organları etkilediğinin bilindiğini belirterek, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de diyabetli sayısının arttığına değindi.Son yıllarda Türkiye’deki diyabetli sayısının 10-11 milyona yaklaştığını kaydeden Prof.Dr. Yetkin, “Bunun yanı sıra ülkemizdeki obezite oranlarının artışı gelecekte ülkemizdeki diyabetli sayısının beklenin de üzerine çıkacağını beklemek gerçekçi bir yaklaşım olur. Ayrıca sağlık giderlerinin tahminen yüzde 11 sadece diyabet hastaları için harcandığı da bilinmektedir. Çok iyi bilenen başka bir özellik ise “Komplikasyonlar Hastalığı” olarak tanımlanan diyabette komplikasyon sayısı arttıkça maliyetlerin 8 kata kadar arttığının anlaşılması tedavisinin daha dikkatli ve hassas düzeyde yapılması gerekliliğini gösterir” ifadelerini kulandı.Diyabet tedavisinde yan etkileri azaltmaya yönelik yeni nesil tedavi yöntemlerinden de bahseden Prof.Dr. Yetkin, “Dünyada kullanıma giren ülkemizde de yakın bir zamanda kullanıma gireceğini düşündüğümüz SGLT-2 inhibitörleri özellikle hiperglisemisi önlenemeyen, şiddetli ani kan şeker yükselmesi olan olgularda önemli düzelmelere vesile olabilir. Yeni geliştirilen bu ilaçlar ve klasik uygulanan ilaçlarla birlikte daha etkin kombinasyonlar yapma şansımız artmıştır” dedi.Prof. Dr. Yetkin, Türkiye’nin en nemli sağlık sorunlarından birinin diyabet olduğunun altını çizerek, diyabetin kronik ve komplikasyonlarla anıldığını belirtti.Türkiye’de 11 milyona yakın diyabetli olduğunun altını çizen Prof. Dr Yetkin, “Ülkemizde diyabetlilerin eğitimi noktasında sıkıntı var. Bu eğitime önem vermeliyiz. Bunun yanında beslenme şekli, aktif yaşam ve medikal tedavilerde önem arz ediyor” dedi.Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Üyesi Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Üyesi Dalı Prof. Dr. Fahri Bayram, günümüzde hastalıkların ve ölümlerin en büyük kısmını oluşturan durumların kalp-damar hastalıkları olduğunu bildirdi. Prof. Dr. Bayram şöyle konuştu:“Deneğimiz adına bütün Türkiye’yi içine alan ve uluslararası saygın dergilerde yayınlanan yazı ve araştırmalarımızda lipid bozukluklarının en az birisinin toplumda 20 yaş üzerindeki kişilerde yüzde 70 oranında mevcut olduğunu ortaya koymuştur. Çoklu ve riskli lipid bozuklukları ise yüzde 40-50 oranındadır. Konu bu kadar önemli bir toplumsal problem halini almışken ve önlenmesi gerekirken, toplumun bu konuda bilinçlendirilmesini ve yönlendirilmesini tüm hekimler ve özellikle endokrinologlar olarak görev bilmelidirler.”Hipertansiyon tüm toplumlarda, tüm hasta gruplarında en önde gelen ölüm sebebi ve çeşitli hastalıklar içinde risk faktörü olduğunun altını çizen Prof.Dr. Bayram, “Toplumda yapılan çeşitli araştırmalarda 20 yaş üzerindeki insanların en az yüzde 30’da, 50 yaş üzerindeki insanların yarısında hipertansiyon mevcuttur. Bu sık rastlanan hastalık ani ölüm, kalp krizi, koroner arter hastalığı, diyabet, inme, çeşitli nörolojik hastalıklar vb. için riski katlayarak arttırır. Bazen ihmal edilen, önemsenmeyen hipertansiyonun bir risk faktörü olmasının yanında en önemli özelliği önlenebilir, kontrol altına alınabilir bir risk faktörü olmasıdır” dedi.Prof. Dr. Fahri Bayram, 2014 yılında 28 ilde yaptıkları bir araştırmada insanların yüzde 28’inde bir lipit bozukluk olduğunu belirlediklerini kaydetti.“30 YAŞINA KADAR KEMİK YAPISI DOLDURULMALI”Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Üyesi Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli, vücut görüntüsü ve duruşu sağlayan kemiklerin başlıca işlevleri, organları koruma, kasların tutunmasını sağlama ve kalsiyum deposu olduğunu vurguladı.Kemiğin sürekli yenilenen bir organ olduğunu ifade eden Prof.Dr. Deyneli, “Hayatın erken yıllarında yeni kemik yapımı, yıkımdan daha fazla olup, kemik kitlesini arttırır. Pek çok insanda kemik yapımı lehine olan bu döngü sayesinde yaklaşık 30 yaşına kadar kemik kitlesine ulaşacağı maksimumu seviyeye gelir. Ancak bu yaş sonrasında yapım-yıkım dengesi yıkım lehine değişmeye başlar. Dolayısıyla bu yaşa kadar ne kadar yüksek kemik kitlesine ulaşıp başka bir deyişle kemik bankamızı ne kadar iyi doldurduysak, yaşımız ilerledikçe kemik kaybının getireceği sorunları önlemek o kadar mümkün olabilir” dedi.“YOĞUN TUZ ALIMI KEMİK SAĞLIĞINI OLUMSUZ ETKİLER”Prof.Dr. Deyneli şöyle konuştu:“Genetik mirasımız, beslenmede yeterli kalsiyum alımı, yeterli gün ışığı maruziyeti ile D vitamini eksikliğinin önlenmesi, egzersiz, yüksek tuzlu beslenmeden kaçınma, potasyum içerikli meyve sebze tüketimleri, sigara ve alkolden uzak durulması; sağlıklı kemikler için kazanılması gereken yaşam alışkanlıklarıdır. Bu alışkanlıkların çocukluktan itibaren kazanılması, osteoporozdan (kemik erimesinden) korunma adına oldukça önemlidir. Yoğun tuz tüketiminin kemik sağlığını da olumsuz etkileyeceği bildirilmektedir. Diyette alına tuz miktarının fazlalığı, böbreklerde kalsiyumun tutulamamasına sonuç olarak kalsiyum kaybına neden olmaktadır. Bu atılan kalsiyumun önemli bir kaynağı kemiklerimizdir.”“KEMİK ERİMESİ İLERİ YAŞLA ERKEKLERDE DAHA FAZLA”Osteoporoz(kemik erimesi), dünyada her yıl yaklaşık 9 milyon frajilite kırığından sorumlu tutulduğunu aktaran Prof. Dr. Deyneli, “Türkiye halen Avrupa’da kalça kırığı oranının düşük olduğu bir ülke olmakla beraber, 1988’de yapılan MEDOS çalışması ve 2009 ‘da yapılan FRACTURK çalışması verileri 20 yılda, kırık insidansının belirgin arttığını göstermiştir. Osteoporoz daha çok kadınları ilgilendiren bir sorun olarak algılanmaktadır. Oysa erkeklerde de osteoporotik kırıklar ileri yaşlarda sıklıkla olabilmektedir. Bu yanlış algı, erkeklerde bu konuda korunma, taranma ve tedavi açısından eksiklik oluşturmaktadır. Tüm dünyadaki kalça kırıklarının 1üçte biri erkeklerde olup, erkeklerde kalça kırığı sonrası ölümün, kadınlara göre 2 kat daha fazla olduğu bildirilmektedir. Bu nedenle hem sağlık ekibinin, hem de toplumun bu yanlış algıyı düzeltmek üzere bilinçlendirilmesi gereklidir” ifadelerini kullandı.“D VİTAMİNİ”Prof.Dr. Deyneli, Vitamin D’nin kemik sağlığı için oldukça önemli olduğunu vurgulayarak, “Besinlerle alımı sınırlı olup, en iyi besinsel kaynak yağlı balıklardır. Besinler tek başına ihtiyacın tamamını karşılayamazlar. Vitamin D’nin doğal ana kaynağı, güneşli havalarda ultraviole ışınları ile cildimizde sentezlenmesidir. Yakın dönemde ülkemizde yapılan bir çalışmada, postmenopzal osteoporoz için en önemli klinik risk faktörleri olarak, vak’aların yüzde 53’ünde yetersiz güneş maruziyeti, yüzde 52’sinde mevcut sedanter hayat biçimi,, yüzde 45’inde çocukluk ve erişkinlik döneminde gıdalarla yetersiz kalsiyum alımı, yüzde 27’sinde ergenlik döneminde hareketsiz yaşam biçimi olarak bulunmuştur. Bu risk faktörlerinin hepsi de alınacak önlemlerle ortadan kaldırılabilir” dedi.
Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Genel Sekreteri Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim...
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz