Detoks maceram 23 Kasım 2015, Pazartesi günü başladı.
Sabahın 7’sinde çalan kapıyı uyku sersemliğiyle yataktan kalkıp, içimden “bu saatte kim ki bu” düşüncesi eşliğinde kapıya yöneldim. Karşımda, elinde kocaman beyaz bir çantayla duran teslimat görevlisini ve üzerinde Gül Kaynak’ın o meşhur pembe imzasını görünce durumu anca anladım.
Evet, detoks başlamıştım!
/
İlk görüşmemizde Gül Hanım’a defalarca yönelttiğim, onun da sabır ve tatlı dille tekrar tekrar cevapladığı sorular, önümde yemeklerin bulunduğu paket dururken hala ısrarla kafamda dolanıyordu: “O yemekler bana yeter mi?, Tadları kötü mü?, Hiç mi şeker yok?, Peki ya kahve, o da mı yok? (nolur kahve olsun..), Etkisini ne zaman hissederim?, Yan etkisi var mı? vb…
/
Paketi açmadan önce "Ben bunlarla doyar mıyım?" diye düşünüyordum. Poşetin içindekileri tek tek masanın üzerine serdim ve 4 şişe içecek ve 3 kavanoz yiyecek bana bakarken tüm fikrim değişti. “Bunların hepsini nasıl bitireceğim?”
Sorumun cevabını yine çantanın içerisinden çıkan, yiyecek ve içecekleri hangi sırayla ne zaman tüketeceğimin bilgisini içeren mini reçete vermiş bulundu. O saatten sonra da bana düşen tek şey, talimatlara uymak oldu.
Uyanır uyanmaz iki büyük bardak suyun ardından, limonatamı içmem gerekiyordu. Acaba tadı nasıldı?
“Umarım tüm içecekler böyledir” diyerek içimden, bir sonraki öğünü yani kahvaltı zamanımı beklemeye başladım. (Limonatayla kahvaltı arasında 2 saatlik bir boşluk bulunuyor beslenme programında.)
Kahvaltıya kadar kesin açlıktan ölürüm diye düşünüyordum ama beklediğim kadar acıkmamıştım. Kavanozların içerisinden ne çıkacağını bilmemenin verdiği hafif çekince miydi acıkmamamın sebebi... diye düşünmedim değil. (Ki değilmiş bunu ilerleyen günlerde anladım.)
Karşımda duran, rengi pancara dönük pembe kavanoz için reçetede: “Aşk Kahvaltısı; Çilek Böğürtlen İle” yazıyordu. İşin aslı görünüşü pek de iştah açmıyordu, peki ya tadı nasıldı?
İlk ters köşemi sabah kahvaltımda yaşadım. Ve daha ilk günden görünüşe aldanmamam gerektiğini öğrenmiş oldum.
Sonrasında badem sütü vardı. Sütü sadece hastayken balla birlikte ya da meyveli haliyle içen benim için doğal olarak ilk başta pek de çekici bir içecek değildi. Yine de içerken zorlandığımı söylersem yalan olur. (Nasıl olduğunu hala anlamış değilim ama, bir şekilde ilerleyen günlerde kendimi badem sütü saatini iple çekerken buluverdim :) )
Öğle yemekleri tüm detoks programı içerisinde limonatadan sonra en sevdiğim kısım oldu, belki de en sevdiğim hala ikisi arasında gidip geliyorum. Yok yok en sevdiğim kısımdı, son kararım.
/
İlk öğle yemeğim “Hint Usulü Mercimek” ti. Mikrodalgada ısıttıktan sonra burnuma gelen o mis gibi köri kokusu hala burnumda… Baklagiller ve baharat bir araya geldikten sonra ortaya lezzetsiz bir yemek çıkmasını bekleyemezsiniz zaten. Yemek de öyle lezzetliydi! Porsiyonların büyüklüğünün hem gözü hem mideyi doyuruyor oluşu insanı gerçekten motive ediyor. Diyet yapıyormuşsunuz gibi bir his yaşamıyor, üstelik de sürekli yeni bir şeyler deniyorsunuz. Her pazartesi başlanıp öğle yemeklerinde son bulan diyetlerden farklı kılan şeylerin başındaki neden de bu olsa gerek. Düşünün ki benim ilk öğle yemeğimde iş arkadaşlarım yanımda kebap yiyordu, yine de caydırıcı bir etken olmadı benim için. Tamam ilk gün olduğu için belki biraz aklımı çeler gibi olmuş olabilirler ama, baskın çıkan ve o roundu alan Hint Usulü Mercimek yemeği ile detoks oldu :)
Yeşil içeceklere gelirsek…
Hepimiz salatalığı seviyoruzdur herhalde… Yeşil içecekleri de salatalık suyu diye düşünün. İçerisinde başka neler var bilmiyorum ama benim için salatalık suyuydu.
Ve yine itiraf ediyorum, aramızda ilk görüşte aşk durumu yaşanmadı! Rengi dolayısıyla öncesinde bir ön yargıya kapıldım ama şişenin kapağını açmamla salatalık kokusunu almam, tüm ön yargımı yerle bir etti.
Bir de bazı günler yeşil içeceklerin birinde köri oluyordu, ona denk geldiğim zaman, süpriz yumurtadan istediğim oyuncak çıkmış gibi seviniyordum.
İlk başta aklımı kurcalayan soruların biri de çay ve kahve olmadan nasıl duracağımdı. Siyah çay ve kahvesiz bir gün geçirmek aç kalmaktan daha çok korkutuyordu beni (bu süre içerisinde bir kere bile aç kalmadım oysa.). Bitki çayları serbestti sadece. Ben de genellikle adaçayı ile chai tükettim. Hatta chai’nin içine badem sütümden katarak kendi chai tea lattemi yapmış oldum.)
İlk günün son öğünü ve benim için en zorlusu akşam çorbası…
Akşam yemeklerinde her gün farklı bir vegan çorba oluyor. Sebzeyi ya da çorba içmeyi sevmediğimden değildi zorlanıyor oluşum. Çorbaların tuzsuz olmasındandı! En azından benim için. Normalde de yemeklere aşırı tuz katan bir insan olduğum için ilk yudum bayağı zorlayıcıydı benim için... Ama en azından Gül Hanım bu konuda uyardığı için hazırlıksız yakalanmadım. Tuz vücutta su tuttuğu için detoks süresince kullanamıyordum ama baharatlar serbestti. Hatta Gül Hanım, akşam çorbalarını bol baharatla tatlandırmamı önermişti. Ben de öyle yaptım. Her gün çorbalarıma pul biber, karabiber ve nane kattım.
/
Akşam yemeğinde çorba tok tutar mı acıkmaz mı insan akşam diye düşünüyorsunuz büyük ihtimalle? Ben de öyle düşünüyordum ama vücut birden beslenme düzenini değiştirince, ve içinde gereksiz şeker, yağ ve karbonhidrat olan yiyeceklerden uzak kalınca ister istemez enerjiniz düşüyor ve erkenden uykunuz geliyor. Yani çorbayı içtikten minimum 2 saat sonra piliniz bitmiş oluyor ve deliksiz bir uykuya kendinizi teslim ediyorsunuz.
Geceleri uyumakta zorlananlar için muhteşem bir çözüm detoks :)
Bu arada bu yorgunluk, enerjisizlik bende 2 gün sürdü, üçüncü gün hiç olmadığım kadar enerjiktim. (Gül Hanım, bu durumun 3 gün süreceğini söylemişti ama sanırım vücudum çabuk alıştığı için bende 2 gün sürdü.)
Bu arada bu iki gece, uykuda fazlasıyla terledim. Bu da vücudun toksinleri atıyor oluşunun bir kanıtı olduğu için sabahları terlemiş ama mutlu bir şekilde uyanıyordum.
En çok mutlu eden şeyse; ilk günün ardından bile, ertesi gün uyandığımda vücudumdaki farkı gözle görebiliyordum.
Bir günde hissedilir mi demeyin, gerçekten hissediliyor. Hissedilmeyi de geçin gözle görülebiliyor! Her sabah uyandığımda karnımdaki şişliğin biraz daha indiğini görmem, alkali beslenme düzenine, detoksa ve Gül Hanım’a olan güvenimi bir kat daha arttırdı ve her gün çok daha mutlu bir şekilde başladım güne.
/
İşin bir diğer güzel yanıysa her sabah güne, acaba bugün mönüde ne var diye merakla uyanmamdı :) Kadın dergileri sürekli söylüyor ya “ ona küçük süprizler yapın” diye… İşte öyle küçük birer süpriz oluyordu her sabah, gelen yemeklere bakmak.
Yemekler o kadar yaratıcıydı ki… Hem lezzetli, hem sunumları şık, hem de doyurucuydu ki bu süre boyunca, kendimi özel şefe sahip gibi hissettim.
Bir haftalık kürümde en sevdiğim yemekleri saymam gerekirse ( Kahvaltılar dahil);
Günden; Hint Usulü Mercimek
Günün kahvaltısından, agaveli hindistan cevizi yağı ve kraker. ( Hem çok lezzetliydi hem tatlı ihtiyacımı gidermişti, hem de krakerin üzerine sürüp yiyince kendimi abur cubur yiyormuş gibi hissettiğim için ekstra mutlu olmuştum.) Yine ikinci günden balkabaklı salata harikaydı. Nar ve balkabağını bundan sonra da salatalarımdan eksik etmeye niyetim yok.
Sanırım tüm yemekleri sayıcam ben :/ En iyisi süprizi daha fazla bozmayayım, kalanını siz kendiniz keşfedin :))