HABER

Gezi davasını kazanan Adanalı: Yeterli değil ama önemli

Gezi Parkı protestoları döneminde gözaltına alınan gazeteci Ayşe Adanalı, kötü muameleye maruz kaldığını belirterek açtığı davayı kazanmış ve Valilik 10 bin TL tazminat ödemeye mahkum edilmişti. Adanalı 'Yeterli değil ancak önemli' diyor.

Gezi davasını kazanan Adanalı: Yeterli değil ama önemli

Selin Girit

BBC Türkçe

İki yıl önce bugünlerde Türkiye, tarihinde daha önce benzeri görülmemiş bir toplumsal harekete tanık oldu.

Her şey Gezi Parkı'ndaki ağaçların sökülmesine itiraz etmek için başladı; birkaç yüz kişinin katıldığı eylem kısa süre zarfında yüz binlerce kişinin destek verdiği dev bir protesto gösterisine dönüştü.

Yaklaşık 20 gün boyunca Gezi Parkı ve Taksim Meydanı, bu protestoların merkezi oldu. Hükümete göre yaşananlar bir "darbe girişimi" idi.

Türkiye geneline sıçrayan Gezi olaylarında, İnsan Hakları Vakfı'nın rakamlarına göre, milyonlarca kişi polis şiddetine maruz kaldı: Sekiz kişi yaşamını yitirdi, 11 kişi gözünü kaybetti, 100'den fazla kişi kafa travması geçirdi, 60'ı aşkın kişi ağır olmak üzere 8 binden fazla kişi yaralandı.

Gezi Parkı'nın yeniden halka açıldığı 8 Temmuz tarihinde yaşanan olaylarda gözaltına alınanlardan 26 kişiye "suç işlemek için örgüt oluşturmak", "toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet etmek" ve "kamu malına zarar vermek" suçlamalarıyla dava açıldı.

Nisan 2015'te söz konusu dava sonuçlandı, 26 kişinin tümü beraat etti.

Bu davada hakkında takipsizlik verilen isimlerden biri gazeteci Ayşe Adanalı'ydı.

Adanalı, kötü muameleye maruz kaldığını söyleyerek İstanbul Valiliği aleyhine bir tazminat davası da açmıştı.

Bu dava da bu yılın Mart ayında sonuçlandı; İstanbul Valiliği 10 bin TL manevi tazminat ödemeye mahkum edildi.

Ayşe Adanalı'yla gözaltına alınışını, kötü muamele ve darpa maruz kalmasını, tazminat davası sürecini konuştuk.

8 Temmuz 2013'te gözaltına alındın. Salıverilmenin ardından dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a hitaben yazdığın açık mektupta, Taksim'de annenle buluşmak için yola çıktığını, randevuna 72 saat geç kaldığını söyledin… Ne oldu o gün?

Evet, biraz geç kaldım. O gün Gezi Parkı'nın halka tekrar açılacağı gündü. Hollanda Devlet Televizyonu'yla haber yapıyoruz, olayları sürekli takipteyiz. Açılınca parka girip röportajlar yapacağız. Bir anda polis sayısı arttı. O sırada annem gelmiş beni görmeye. Kaç zamandır görüşemiyoruz, akılları hep bende.

"Anne," dedim, "Taksim'e gel, hemen bir kahve içelim, sonra ben işe devam ederim." O sırada hızlıca giderken polisler durdurdu. Yolumu kestiler.

Tam nerede?

Anıtın orada… Polis "Geçemezsin" dedi. Ben de "Neden?" diye sordum. "Güvenlik için" deyip kabaca durdurdular beni. "Kimin güvenliği için?" dedim. Oradaki polis bana bağırıp çağırırken arkadan yüksek rütbeli başka bir amir üzerime koşarak geldi ve "Alın artık, yeter!" dedi. "Bunu alın artık, yeter!" diyerek beni ittirdi.

Sadece bu kadar mıydı söylediklerin?

Sadece bu kadar. Ancak o üzerime gelince benimle böyle konuşma hakkının olmadığını kendisine söyledim. Çok kibar değildim belki, evet. Ama ne küfrettim ne de başka bir şey. Sadece nasıl benimle böyle konuşuyorsunuz, diyordum. Zaten üzerimde 6-7 polis vardı. Hiç hareket etme şansım yoktu. Kollarımdan, bir yerlerimden tutup araca bindirdiler beni. O araçta saatler geçti. Tek başıma. Sonra (akşam saatlerinde) Taksim Dayanışma'dan birçok kişiyi daha aldılar. Onlar da binince bizi götürdüler.

Kaç kişiydiniz?

Minibus doluydu. Tam sayıyı hatırlamıyorum.

Nereye götürdüler?

Sağlık kontrolü için bir hastaneye götürdüler. Ondan sonra Vatan'a (İstanbul Emniyet Müdürlüğü) götürüldük. Çantalarımız arandı tek tek. Üstümüz, başımız, her yerimiz arandı. Ondan sonra hücrelere yerleştirildik. Beni tek kişilik bir hücreye koydular.

Gözaltındayken "ince aramaya" maruz kaldığını söylüyorsun. Ne demek ince arama?

Çıplak bir şekilde arıyorlar. Bir yerimizde bir şey saklıyor muyuz diye bakıyorlar. Her şeyini (çıkarıyorsun). Belli pozisyonlar aldırıyorlar.

Nasıl pozisyonlar?

Cenin pozisyonu almanı istiyorlar. Ben de o noktada polisi elimle durdurdum. İttim.

Tek başına mıydın?

2-3 kişi daha vardı. Gruplar halinde alıyorlar. Karşımızda da üç kadın polis vardı. Erkek polis yoktu. İstedikleri gibi bedenlerimizi elliyorlardı. Çıkınca bir

avukat bana seslenip "Böyle bir şey oldu mu?" diye bağırdı. "Nasıl bir şey yani?" dedim. "Böyle bir şey yaptılar mı Ayşe?" dedi. Ben de evet, dedim. Aslında bunun yapılmaması gereken bir şey olduğunu o zaman anladım. Böyle bir şeye yetkileri olup olmadığını bilmiyordum. Sadece belli bir pozisyonu tekrar almamı istediklerinde karşı çıktım.

Bir de bir darp olayı olduğunu söylüyorsun…

Vatan'dan hastaneye götürülürken polis kolumdan tutmuş, yürüyorduk. Bir anda aşırı sıkmaya başladı. Canımı acıtacak kadar. Ben de "Bırak, zaten yürüyoruz sorunsuz bir şekilde" dedim. Tekrar sıktı. Tekrar bırak, dedim. Kolumu çevirip beni oradaki bir cama doğru itti. O anda sol omzumda bir sakatlık oluştu. Bunun görüntülerinin olduğunu savunduk (İstanbul Valiliği'ne) açtığımız davada, bu polislerin kimler olduğunun bulunmasını, mahkemeye sevk edilmelerini istedik. Emniyet talebimizi geri çevirdi.

Gözaltında tutulduğun süre boyunca başka ne gibi şeyler yaşadın?

Yanımdaki insana ilacının verilmemesi, onun fenalaşması… Ya da adet döneminde olan bir kadının ihtiyaçlarının karşılanmaması… Tuvalete götürülmediği için 40 yaşında gayet iyi bir iş ve hayata sahip bir kadının hüngür hüngür ağlaması… Bunlar bire bir bana olmasa bile bana olmuş kadar etki yaratan bir baskıydı… Daha otobüse binerken "kaşar" olduğum söylendi bana. Ağlamadığım için "terörist" olduğum söylendi. Çantamda kitaplar vardı, İngilizce kitaplar olduğu için "ajan" olduğum söylendi.

Neden polisin böyle yaptığını düşünüyorsun? Size bunları söylemekten, yapmaktan nasıl bir çıkarları olabilir?

Zaten en başından beri benim en anlamadığım da bu: kadın polislerin bize duyduğu nefret. Neden, diye sormak istiyorsun. Keşke yüz yüze gelebilsem birkaç tanesiyle ve bunları konuşabilsem. Gerçi artık gerek var mı, onu da bilmiyorum.

İstanbul Valiliği'ne kötü muameleye maruz kaldığın iddiasıyla 50 milyarlık tazminat davası açtın. Davayı kazandın. Valilik 10 milyar TL ödemeye mahkum edildi. Temyize gidecek misin?

Kesinlikle. Bunun yeterli olmadığını düşünüyorum. Ama sonucun yine de önemli olduğu kanaatindeyim.

Sana kötü muamele edildiğinin kabul edildiği anlamına mı geliyor bu davayı kazanmış olman?

Evet. Hiç sebep yokken gözaltına alınmış olmam bence en büyük hak ihlali. Kötü muameleden de önce, ilk sırada bu yer alıyor benim için. Onun için haksız yere gözaltının en azından hukuksuzluğu kanıtlanmış oldu.

Erdoğan'a yazdığın açık mektupta şöyle bir cümlen de var: "Tecavüze uğrasam polisini çağıramayacağım bir devlet" diyorsun, Türkiye için. Hala aynı şekilde mi hissediyorsun polis konusunda?

Evet. Belki daha bile güçlü. Her yerde, yürürken 20-30 tane müdahaleye hazır polis görmek hiç hoş bir şey değil. İstedikleri zaman seni durdurup arayabilecek olmaları hiç hoş bir şey değil. Sürekli bir endişe içindeyiz. Sürekli bir sıkıntı içindeyiz. Umursamamak istiyorum açıkçası. Yanlarından rahatça yürüyüp geçmek istiyorum ama bir tarafım buna hala izin vermiyor.

Aynı mektupta defalarca "öfkelendim" diyorsun: Tehdit edildim. Öfkelendim; Örselendim. Öfkelendim; Canım acıdı. Öfkelendim. Öfke miydi o anda hissettiğin gerçekten, yoksa sonra mı öfkeye dönüştü?

Öfkeydi. İlk andan itibaren öfkeydi. Yazdıktan sonra bir daha okumadım o mektubu da açıkçası. Onu da bir umut belki rahatlarım diye yazmıştım. Gecenin üçü falandı. Çıktığım gecenin ertesi günü. Uyuyamıyordum. Bir şeyler yapmalıyım diye kıvranırken yazmaya başladım. O öfkeyi uzunca bir zaman taşıdım yanımda.

Bir tepki geldi mi mektuba?

Hayır. Keşke gelseydi. Burada sen, bana yanlış bir şey yapıldı, diyorsun ve kimse bunun (sorumlusu), duysun istiyorsun. Nitekim bu davanın da bu kadar uzun peşinden gitmemizin ve hala gidecek olmamızın sebebi de bu.

Hakkımı aramaya devam edeceğim, diyorsun…

Hakkımı aramak istiyorum ama bunu sadece "Benim başıma bu geldi ve bu benim mücadelem" diye de görmüyorum. Benim orada dört gün yaşadığım şeyler var, evet, ama bu ülkede sadece Gezi sürecinde bile insanlar gözlerini kaybetti, hayatlarını kaybetti. Benim yaşadıklarım aslına bakacak olursanız ufak bir şey. Ama sadece demek istiyorum ki hak aramak için kapı hala bir yerde açık.

Gazetecisin. İşinin bir parçası toplumsal olayları, protestoları takip etmek… Tekrar bir gösteriye katıldığında, olur da gözaltına alınır mıyım endişesi taşıyor musun?

Açıkçası ilk zamanlarda içimi huzursuz eden bir şey vardı, evet. Ama şu an yok. Gözaltına alınmak şu an beni korkutmuyor ya da geri adım attırmıyor işimden, hiçbir şeyden. Ama ailemin tekrar aynı şeyleri yaşamasını istemem.

En Çok Aranan Haberler