Çat Vadisi'nde yer alan 2070 metre yükseklikteki Gito Yaylası'na ulaşım, Çamlıhemşin üzerinden sağlanıyor. Çamlıhemşin'de arabaları bırakıp, ayarladığımız minibüsle yaklaşık iki saate varıyoruz Gito'ya. Yolun son 45 dakikası oldukça hoplamalı ve sağa sola çarpmalı. Kesinlikle binek araçla çıkamayacağınız; arazi aracı, minibüs veya kamyonet tarzı bir araç gerektiren yollardan...
Yolumuz Çamlıhemşin'e 15 km mesafedeki Zilkale'den geçiyor. Turistik bir yer olduğu kalabalıktan belli olan Zilkale; yapılış tarihi bilinmeyen, dere yatağından 100 metre ve deniz seviyesinden 750 metre yükseklikte, büyük bir kaya kütlesi üzerine inşa edilmiş bir kale. Fırtına Vadisi'ne hakim bir noktada heybetiyle yükseliyor. Yolunuz yeni başlamış sayılsa da yarım saatlik bir ara verip kaleyi gezebilir, manzaraya karşı demli bir Karadeniz çayı içebilir ve yanında közde patates yiyebilirsiniz. Veya bizim yaptığımız gibi tüm bunları dönüşe bırakabilirsiniz:)
Kıvrılarak yükselen toprak yola, bazen sisler arasından silüetleri görülen çam ağaçları, bazen de güneş ışığı altındaki vadi manzarası eşlik ediyor. Sarsıntılı yol, Koçira Pansiyon'un önünde son buluyor. 30-40 tane yayla evinden oluşan yerleşimdeki tek pansiyon Koçira. Aslında pansiyon demeye dilim varmıyor çünkü gurbetten dönüşte, uzun zamandır görmediğiniz akrabalarınız tarafından karşılanır gibi karşılıyor bizleri kendi deyimleriyle "Koçira'nın Delileri"; Serhan, Tugay ve İbrahim Ağabey. Kendi elleriyle yaptıkları ahşap dağ evine, bahçesindeki salıncağa, etrafta boyunlarındaki çanları çalarak otlayan ineklere, etrafı sarmış sise, pansiyonun köpekleri Zagor ve Garip'e alıştıktan sonra kuzinenin üzerinde bizim için demledikleri çayı görüp bir kere daha içimiz eriyor bu aile sıcaklığı karşısında.
Çat Vadisi'ne hakim bir noktada bulunan Gito Yaylası ve Koçira'nın ahşap terası şimdilik sahip olduğu harika manzarayı sunmuyor bize. Ardında saklı hazinesiyle önümüzde duran sise karşı elimizde çaylarla oturuyoruz ve sessizliğin ne demek olduğunu bilmediğimizi anlıyoruz.
Akşam; yenen yemeklerle, içilen çaylarla, kuzine soba başında yapılan muhabbetlerle, İbrahim Abi'nin çaldığı sazla, Serhan Abi'nin ve bizim eşlik ettiğimiz tefle geçiyor. Terasa çıkıp yıldızlarla kaplı gökyüzünü izlemenin ne kadar muhteşem olduğundan bahsetmiyorum bile!
Ertesi sabah gün erken başlıyor; saat 05.30 kadar erken! Amaç, güneşin doğuşunu izlemek. Yayla evlerinin yaslandığı yamacı gözümüze kestirip tırmanıyoruz alacakaranlıkta. Sanki alçaktaymışız gibi daha da yükselme derdindeyiz. Zagor ve Garip, uzaklardan havlayarak yanımıza doğru dört nala yamaca tırmanıyorlar. Onlar oyun derdinde ama cüsselerinden dolayı ve bizi yabancı zannetmeleri ihtimali karşısında bizde ufak bir panik havası yaşanıyor. Günün ilk ışıkları, hüzmeler saçarak dağların ardından yükselirken köpekler ekibe çoktan dahil olmuş, yanımızda oturup manzaranın keyfini çıkartıyorlar.
Koçira'nın terasında devam eden günün ilk ışıklarında güneş banyosu keyfini, tek tek tabakların yanına konmuş sarı kır çiçekleriyle süslü kahvaltı tamamlıyor. Gito ilk gün sislerle karşıladı bizi, son gün de güneş ışığıyla uğurluyor. Yaylanın hem sisini hem de güneşini görmüş oluyoruz ki bu bence oldukça güzel bir denge. Çünkü ikisinin de başka bir havası, yarattığı hissiyat var.
İki gün bile sürmeyen Gito gezisi, süre olarak beni başta tatmin etmemişti ama dönüş yolunda bu sürenin bile yettiğini fark ediyorum. Yayla havası, el değmemiş bir doğa, güneşi 2000 metreden karşılamak, bulutların üstünde gökyüzünün altında olmak, kurgudan uzak o samimi hayatı bir köşesinden yakalayıp kısa bir süre de olsa o hayata dahil olmak bile çantanızı doldurup toprak yollara düşmeye değer. Bulutlar ülkesinin her biri ayrı güzellik sunan yaylaları sizi bekler!
Sezinle Gez'e ait daha fazla içerik için buradan.