HABER

GÖRÜŞ – İran’ın Kürt meselesi: “İki ucu keskin bıçak”

ABD'nin desteklediği ve bir kolu da İran’da aktif halde bulunan PKK’nın Suriye’de sınırlandırılmasının Tahran’ı neden bu derece rahatsız ettiği sorusuna, sadece Türkiye’nin güvenlik anlayışı üzerinden bakmakla cevap bulmak kolay değil - Fars milliyetçiliğinin özüne ve kökenine indiğimizde ise temel olarak Türk ve Arap karşıtlığı üzerine inşa edildiğini, bu karşıtlıktan beslendiğini ve küçümsenmeyecek kadar önemli bir husus olduğunu görürüz - “Nerede Kürt varsa orası İran’dır”, “Kürtler en asil Aryan ırkından bir halktır” gibi sözlerin günümüzde yeniden seslendirilmesi, bu görüşün halen ne derece benimsendiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir

İSTANBUL (AA) -TAHA KERMANİ- Barış Pınarı harekâtı sırasında İran’ın takındığı Türkiye karşıtı tavır, belki Suriye’de güç dengelerinin yeniden şekillenmesi sırasında öngörülebilirdi. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tabiriyle "çatlak seslerin" bu denli çıkması, hem de etnik bir yaklaşımla meselenin yoğun bir propagandaya aleti edilmesi, İran’ı takından takip edenleri bile şaşırttı. Söz konusu sınır operasyonuyla PKK/YPG'ye karşıtı harekete geçen Türkiye’yi eleştiren İran'ın bu davranışı anlamlandırılmaya çalışıldı. Zira terör örgütünün İran'da da bir uzantısı olduğu biliniyordu. İşte tam bu noktada, "Kürt dostu" İran’ın "Kürt meselesi" en çok merak edilen konuların başına taşındı

İran farklı etnik grupların bir arada toplanması açısından Orta Doğu’nun en renkli ülkelerinden biri. Rıza Pehlevi’nin 1925 yılında şah ilan edilmesiyle birlikte, İran Türklerinin yönetimdeki etkisi fiilen sona ermişti. Düşük rütbeli askerlikten şahlık mertebesine getirilen Rıza Şah Pehlevi, Fars halkının merkeze alınarak egemen bir İranlı üst kimlik inşa etme konusunda, etrafındaki radikal Fars milliyetçileri tarafından ikna edilmişti. Ulus devlet akımının kulağa hoş geldiği zamanlarda, İran da büyük ve köklü değişikliklere tanık oldu ve kısaca Fars olmayanlar dışlandı. Bu politikanın diğer etnik gruplar tarafından hazmı tabii ki pek kolay olmadı. Türkler nüfus ve nüfuz yoğunlukları itibarıyla yoğun kültürel asimilasyona tabi tutulurken, diğer azınlıkların en ufak hak talep arayışları, “sıcak kurşunla” cevaplandı. Çoğunlukla Kuzey Irak ile ortak sınırlara yerleşmiş olan Kürtler de daha farklı bölgelere göç ettirildi. Bunların en etkin örneklerinden biri, günümüzde Batı Azerbaycan eyaletinin demografisinin Kürtleştirilmesi olarak incelemeye değer bir hadisedir. Bu yöntemle hem Kürtler yoğun oldukları bölgelerden dağıtılmış hem de İran Türklerinin Türkiye ile sınır hattına adeta bir insan barajı inşa edilmiş oldu.

1945'de ise Azerbaycan Demokrat Fırkası’nın gölgesinde Kadı Muhammed öncülüğünde Mahabad Cumhuriyeti de kurulma imkânı buldu. Ancak Muhammed Rıza Pehlevi de babasının yolundan giderek her iki harekâtı kanlı bir şekilde bastırmayı başardı. Ancak 1979 İslam Devrimi yıllarında, Fars olmayanlar da demokratik bir rejimde haklarının resmi olarak tanınması konusunda umutlandılar. Fakat bu sefer de değişikliklerden zararlı çıktılar. İslam Cumhuriyeti "velâyet-i fakîh" anlayışını idari rejim olarak benimseyince ortalık yine karıştı. Azerbaycan’da Humeyni’den farklı düşünen bir diğer Şii din adamı olan Muhammed Kazım Şeriatmedari taraftarlarının başkaldırısının bastırılıp susturulması çok zor olmadı. Kendilerini devrimin sahibi bilen ve çoğunlukla Şii inancına mensup Azeri Türkleri yönetimden pay alma umut ve beklentisiyle kısa süre sonra merkeze yöneldiler. Fakat bu süreç özellikle Sünni Kürtler ve güneydoğudaki Türkmenler için o kadar da kolay olmadı.

Kendilerini sol kanatta tanımlayan ayrılıkçı Kürt hareketlerinde zaman zaman Kürtçülük baskın gelerek etnik çarpışmalara meydan verebiliyordu. Bu tip hareketler devrimin ilk aylarında Batı Azerbaycan eyaletinin Sulduz [Nekede] şehrinde Kürt-Türk çatışması şeklinde de patlak verdi. Merkezi hükümet silahsız ve savunmasız yerli Türk halkını silahlı Kürt örgütlerine karşı savunsa da ihale yine bölge halkına kaldı. Günümüzde bile ciddi etnik gerginliğe ve kanlı çatışmalara gebe bir ortamın oluşması da o tarihten kalma acı mirasın parçası olarak bilinir.

İran-Irak savaşı yıllarından sonra, Haşimi Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığı döneminde de İran’ın etnik gruplara bakışı aynıydı ve konu neredeyse hiç gündeme getirilmedi. Ama büyük umutlar ve heyecan uyandıran Muhammed Hatemi ve İran’da reformcuların iktidara gelişi, Fars olmayanların meselelerinin de gündeme gelmesi açısından önemliydi. Hatemi’nin gelişiyle basın, belki de İran İslam Cumhuriyeti tarihinin (ilk aylar hariç) en çoğulcu ve ferah günlerini yaşadı. Her ne kadar Fars ve Şii olmayanlar ana akıma medyada yer bulmakta ve kendilerini ifade etmekte zorlansalar da, yerel basında ve bolca açılıp hızla politikleşen öğrenci dergilerinde yazıp çizme fırsatı buldular. Bu dönemi değerlendiren Kürt aydınları da toplumla silahsız bir diyalog kurmayı denemiş oldular; ama yönetimden pratikte yeterli açılımı göremeyince, yine kökü yıllar öncesine dayanan silahlı örgütlerin karşısında sesleri kısık kaldı.

- Açılımdan umudunu kesen silaha sarılıyor

Hatemi döneminin nispi açılımıyla birlikte Kürtlerin de hak arayışı toplum içinde yaygınlaştı. Fakat Tahran’da somut bir çözüm yönelimi göremeyince, önceden uzun bir geçmişe sahip olan ve İslam Cumhuriyeti rejimi içinde çözüm arayışını yanlış bulan silahlı grupların konumu toplum nezdinde yükselmeye başladı. Radikal gruplar ön plana çıktıkça aralarındaki rekabetin dozu da arttı. PKK’nın İran uzantısı PJAK’ın 2004 yılında kurulması bu iddiaya bir örnek teşkil edebilir.

İran Kürtleri Tahran otoritesiyle sadece etnik olarak değil, mezhep olarak da ayrılıyordu. Şii inancının "velâyet-i fakîh" yorumunu devletin resmî ideolojisi olarak benimseyen İran İslam Cumhuriyeti, çoğunlukla Sünni Şafiî inancında olan Kürtlerle ortak bir noktada buluşmayı daha da zor hale getirdi. Öte yandan modernleşme sürecinde çok geç ve yavaş adımlarla ilerleyen Kürt toplumunda seküler, sol merkezli devrimci örgütlerin de kapsayıcı rağbet görmesi zor görünüyordu. Bu yüzden, doğusundaki Afganistan’da el-Kaide'nin ve batısındaki Irak’ta DEAŞ’ın ortaya çıkması gibi hadiselerin, ötekileştirilmiş Sünni azınlıklarda da belli derece karşılık bulması kimseyi şaşırtmadı. Bu iddianın ne derece geçerli olduğuna bir örnek olarak, 2017’de Tahran'daki parlamento binasına ve Humeyni’nin türbesine gerçekleştirilen ve DEAŞ’ın üstlendiği silahlı saldırılarda ölü ele geçirilen saldırganların Kürt kökenli olmaları gösterilebilir.

Silahlı Kürt gruplar arasındaki bu rekabet, diğer ülkelerde tanık olduğumuz gibi, İran’da da zaman zaman gerçekleşen kanlı çatışmalarla ne derece ciddi bir mesele olduğunu hatırlatıyor. Tahran’ın bu meseledeki rolüyle ilgili ortaya atılan iddiaların doğrulanması kolay olmasa da, İran yönetiminin gruplar arası dengeyi sağlamak için sarf ettiği çaba da gözlerden kaçmıyor. Özellikle Kuzey Irak ile İran arasında kurulan kaçak koridorlar -ki bölgedeki aktif silahlı örgütlerin finans kaynaklarından sayılır- yetkililerin “adamına göre” bir göz yumma politikası uygulamasıyla, örgütler arası ihtilafları da tırmandırabiliyor.

- Kürtler dış siyasete alet ediliyor

ABD'nin desteklediği ve bir kolu da İran’da aktif halde bulunan PKK’nın Suriye’de sınırlandırılmasının Tahran’ı neden bu derecede rahatsız ettiği sorusuna, sadece Türkiye ve Türkiye’nin güvenlik anlayışı üzerinden bakmakla cevap bulmak kolay olmayacaktır. Bu tutumun şimdilik sırf taktiksel olarak değerlendirilmesi de gerçekçi görünmüyor. Çünkü İran’ın devletçilik anlayışına bakıldığı zaman, en az Şiilik kadar Fars (Pers) milliyetçiliğinin de güçlü olduğu görülür. Bu husus Türkiye’de de en üst düzeyde dile getirilmiş, 2017’de Cumhurbaşkanı Erdoğan İran’ın yayılmacı politikasını "Pers milliyetçiliği" bağlamında eleştirmiş, bu meselenin özellikle Suriye konusunda dikkate alınmasını istemişti.

Fars [Pers] milliyetçiliğinin özüne ve kökenine indiğimizde ise temel olarak Türk ve Arap karşıtlığı üzerine inşa edildiğini, bu karşıtlıktan beslendiğini ve küçümsenmeyecek kadar önemli bir husus olduğunu görürüz. Ayrıca “Nerede Kürt varsa orası İran’dır”, “Kürtler en asil Aryan ırkından bir halktır” gibi sözlerin günümüzde yeniden seslendirilmesi, bu görüşün halen ne derece benimsendiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. İşte bu parçaların hepsini yan yana koyduğumuzda, Ayn el-Arab [Kobani] olaylarında İran’ın dört bir yanında Türkiye karşıtı eylemlerin yapılmasına neden yeşil ışık yakıldığı da daha anlamlı hale gelecektir. Barış Pınarı harekâtı esnasındaki Türkiye karşıtı propagandanın da özellikle Kürtler üzerinden yapılmasının sebepleri değerlendirirken bu meseleler dikkate alınmalıdır.

Özellikle İran yönetimi bünyesindeki siyasilerin hep bir ağızdan sergiledikleri Türkiye karşıtlığı ve Türkiye’nin (sayıları az da olsa) İran parlamentosundaki Türk vekiller tarafından da protesto edilmesi, işin bu bağlamdaki önemini artırmış oluyor.

İran hükümetinin, uzlaşmaz düşmanları olan, Avrupa ve Kuzey Amerika’da faaliyet gösteren Farsça medya organlarının, Tahran yönetimiyle aynı safta yer alarak Türkiye karşıtı cepheye katılması, bütün bunların sadece hükümetin tavrı olarak açıklanamayacağının kanıtıdır. Tam da bu noktada, suyun akışını tersine çevirmeye çalışanların ağır baskıya maruz kalmaları anlam bulacaktır. Örneğin İran Türklerinin yoğun ilgisini kazanan Traktör futbol takımı taraftarlarının maç esnasında Türkiye lehine tezahürat yaparak Türk ordusuna asker selamı göndermelerinin Farsça medyada ağır bir ihanet olarak yansıtılması, gündemi takip edenleri şaşırtmadı. Olayların üzerinden günler geçmesine rağmen, halen hem hükümet hem de rejim değişikliğini savunan Batı’daki Farsça medya bu gelişmenin üzerinde durduğuna göre, meselenin kendi çapındaki oyun bozma potansiyeli hafife alınmamalı. Türk basınının Traktör stadyumunda yaşananları aktarmasına bile tahammül göstermeyenler, Türklerin "ayrılıkçı" hareketlerinin Türkiye tarafından finanse edildiği iddialarını söylemekten çekinmedi. Anlaşılan, Türkiye’de dış haberciler “Tebriz’in Kızıl Kurtları” şeklinde bir başlık atarak bir grup ateşli futbol holiganını okuyucuya cazip göstermeye çalışırken, karşı taraf bu potansiyelin fark edilip ciddiye alınma ihtimalinden bile bir hayli rahatsız olmuş. Benzer bir durumu fırsat bilip değerlendiren Tahran, aynı kartların Türkiye tarafından da dikkate alınmasından endişeli. Ayrıca verdiği tepkiler, ateşle oynandığının az da olsa fark edilmiş olmasının bir işareti olarak değerlendirilebilir.

[Taha Kermani İran'da başladığı iletişim eğitimini Türkiye'de gazetecilik bölümünde tamamlamıştır ve İran hakkındaki serbest gazetecilik faaliyetlerine Türkiye'de devam etmektedir]

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

En Çok Aranan Haberler