HABER

GÖRÜŞ - Trump’ın Suriye hamlesinin arka planı ve Türkiye faktörü

Türkiye’nin son yıllarda Rusya ile birlikte Irak-Suriye merkezli inşa etmiş olduğu, Astana Süreci’ni beraberinde getiren bu etkin politika, ABD’yi derin bir muhasebe yapmaya itmiş görünüyor - ABD’nin Fırat’ın doğusundan çekilmesiyle birlikte yeni belirsizlikler de ortaya çıkmış durumda. Bunların en başında ise özellikle İran’ın Suriye’deki rejim ile birlikte nasıl bir tavır takınacağı hususu geliyor - Trump’ın çekilme kararı Türk dış politikasında dengenin oturması açısından önemli. Düne kadar Rusya’nın ağırlıklı olarak ön plana çıktığı dış politikada, ABD’nin attığı bu geri adım, Ankara’ya daha sağlıklı bir denge politika yürütebilmesi açısından bir imkân sağlıyor - ABD bir kez daha Türkiye ile yeni bir ortaklık arayışında. Ama ortada halen varlığını koruyan ciddi bir soru/sorun var. ABD Ortadoğu merkezli politikasında bir değişikliğe gittiğini deklare etmiş değil. Dolayısıyla Türkiye açısından tehdit devam ediyor

İSTANBUL (AA) - MEHMET SEYFETTİN EROL - ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekileceklerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bildirmesi, uluslarası gündemi tam anlamıyla sarsmış durumda. Nitekim söz konusu karar çok boyutlu olarak tartışılmaya devam ediyor ve bu bağlamda Türkiye-bölge merkezli ucu açık pek çok soru halen cevap bekliyor. Bu gelişmenin temelinde ise hiç kuşkusuz başta Amerika’da yönetim-güç merkezleri olmak üzere, dünyanın önde gelen birçok başkentinde yol açmış olduğu şok etkisi yatıyor. Açıkçası tüm taraflar buna “hazırlıksız” yakalanmış görünüyor.

Zira düne kadar ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında kendisine yeni gelecek hazırlayanların ve bu çerçevede harıl harıl çalışanların içine düştükleri hayal kırıklığı kadar, bu proje karşıtlığı üzerine inşa edilmiş işbirliği/ittifak arayışlarının tarafları da derin bir şüphe-belirsizlik girdabına girmek üzereler.

Astana Sürecinin geleceğinin tartışılması, Suriye’de Türkiye-İran merkezli çatıştırma senaryolarının şimdiden havaya uçuşmaya başlamış olması, Fransa ve İsrail’in ortaya koyduğu tepkiler ve PYD-YPG/PKK terör örgütünün yeni müttefik(ler) arayışları bunun en somut örnekleri arasında. Dolayısıyla “sürpriz” olarak nitelendirilen bu karar, hem sahada hem de diplomasi masasında yeni bir sürece işaret ediyor ve bu kapsamda 14 Aralık tam manasıyla bir kırılma noktası.

Peki, bundan sonra ne olacak? Bu sualin cevabı, üç temel soruya verilecek cevaptan geçiyor: 1. Başkan Trump niçin böyle bir karar aldı? 2. Bu durum mevcut denge-denklemleri nasıl etkileyecek? 3. Türkiye buna nasıl bir cevap verecek ve mevcut dış politikasının yönü-seyri ne olacak?

- Trump niçin böyle bir karar aldı?

Aslında bu sorunun “niçin böyle bir karar almak zorunda kaldı” şeklinde sorulması daha doğru olur. Zira ABD’nin karşı karşıya kaldığı bir takım mecburiyetler, tekrardan bir derin muhasebeyi ve bu noktada bir takım radikal kararların alınmasını kaçınılmaz kılmış görünüyor. Trump’ı böylesi radikal bir karara iten nedenler şu şekilde sıralanabilir:

1. ABD’nin gittikçe yalnızlaşması, karşısındaki bloğun her geçen gün daha da güçlenmesi ve Suriye-Irak merkezli Ortadoğu politikalarının, daha doğru bir ifadeyle BOP’un buradaki hızlandırıcı rolü.

2. ABD’nin “yükselen güçler” tarafından başka yakın çevrelerde oyalanmaya ve zaman-enerji kaybetmeye adeta teşvik edilmesi ve Ortadoğu bataklığına sistematik bir şekilde her geçen gün daha da gömüldüğünü görmesi.

3. Bu kapsamda ABD’nin 11 Eylül sonrası Afganistan merkezli başlattığı projeye kaldığı yerden devam etmek istemesi ve bu doğrultuda özellikle Çin ve Rusya ikilisinin yakın çevrelerini hedef alan yeni bir stratejiyi uygulamaya koymak istemesi

4. “Modern İpek Yolu”(Kuşak-Yol) projesinin ABD çıkarlarını ve bekasını tehdit edecek bir ivme kazanmaya başlaması.

5. ABD’nin Ortadoğu’da vekâleten savaşı kaybetmesi ve elindeki son kozun (PYD-YPG/PKK terör örgütü) maliyetlerinin gittikçe artması. Daha somut ifadeyle, söz konusu ucu açık projenin olası getirisinin şimdiden yol açmaya başladığı kayıplar karşısında pek bir anlam ifade etmemesi. Dolayısıyla zararın neresinden dönülürse kârdır anlayışının ABD dış politikasına bir kez daha hakim olmaya başlaması.

6. Türkiye’yi kaybetme hatta daha da ötesi karşısına alma noktasına gelmesi ve bu kapsamda Ankara’nın izlediği “güneyimizde terör koridoru istemiyoruz ve bunu her ne pahasına olursa olsun engelleriz” kararlılığının yol açacağı olası sonuçları göze alamaması.

7. Astana İttifakı ve bunun merkezinde yer alan Türkiye faktörü. Daha somut ifadeyle “Fırat Kalkanı Harekâtı” ve “Zeytin Dalı Operasyonu” ile özdeşleşmiş olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin sahada, diplomasinin ise masadaki başarısı ABD üzerinde etkisini göstermiş durumda. ABD, Türkiye’nin Suriye’ye girmesi ve Rusya-İran ile birlikte hareket etmesiyle birlikte o ana kadar Suriye iç savaşında bozulamayan dengenin kendi aleyhine bozulduğunu net bir şekilde anlamış durumda.

8. Türkiyesiz bir bölge politikası izleyemeyeceğini, Türkiye’ye rağmen bir sonuca ulaşamayacağını ve onun yerine bir başka gücü ikame edemeyeceğini, dolayısıyla da Ankara’nın ortaya koyduğu şartlar çerçevesinde bir işbirliği yapmanın kaçınılmaz olduğunu anlamış olması.

Dolayısıyla ABD, Asya-Pasifik’i hedef alan ve ilk etapta Orta Asya-Güney Asya boyutunda etkisini gösterecek olan bir politika değişikliğine gitmiş görünüyor. Hiç kuşkusuz Türkiye’nin izlemiş olduğu kararlı-caydırıcı duruş ve bu bağlamda inşa ettiği politika da burada önemli bir yere sahip. Peki, bu durumda Türkiye dış politikasında keskin bir değişikliğe gider mi?

- Yeni bir denge-denklem inşası mı?

Yukarıda da kısmen izah edildiği üzere Türkiye’nin son yıllarda, özellikle de 27 Haziran 2016 ve sonrası Rusya ile birlikte Irak-Suriye merkezli inşa etmiş olduğu, Astana Süreci’ni beraberinde getiren bu etkin politika, ABD’yi derin bir muhasebe yapmaya itmiş ve geri adım attırmış görünüyor. Dolayısıyla burada Türkiye-Rusya ikili işbirliği ve Astana Süreci önemli bir yere sahip.

Peki, ABD sonrası bölgede oluşan (daha doğrusu oluşturulan) sistematik güç boşluğu Astana’nın taraflarını nasıl etkileyecek? Zira birçok kesim tarafından da ifade edildiği üzere ABD’nin Fırat’ın doğusundan çekilmesiyle birlikte yeni belirsizlikler de ortaya çıkmış durumda. Bu belirsizliklerin en başında ise özellikle İran’ın Suriye’deki rejim ile birlikte nasıl bir tavır takınacağı hususu geliyor. Ne de olsa Halep’ten itibaren kendisini gösteren bir İran rahatsızlığı söz konusu. Eğer ortada Rusya olmamış olsa, belki ortaya çok daha farklı tablolar-gelişmeler çıkabilirdi.

Nitekim ABD de bu hususu görmüş durumda. En son Eylül 2018’de Tahran’da Astana’nın üçüncü sacayağını oluşturan zirvede yaşananlar, bu yapının kırılgan boyutunu ortaya koymuştu. O yüzden özellikle İran’ın bundan sonra doğrudan ya da dolaylı bir şekilde izleyeceği politika, Astana Süreci’nin geleceğini büyük ölçüde etkileyeceğe benziyor.

Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran Zirvesi dönüşü sıcağı sıcağına resmi Twitter hesabından Türkçe, Rusça, Arapça, Farsça ve İngilizce olarak yayımlanan “Rejimin çıkarları uğruna on binlerce masum insanın öldürülmesine göz yumulması durumunda, böyle bir oyunun ortağı da seyircisi de olamayız” mesajının bu bağlamda güncelliğini koruduğunun altını bir kez daha çizmek gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye, Suriye-Irak merkezli olarak bölgedeki çıkarlarını koruma noktasında kararlılığını devam ettiriyor. Nitekim bunu bozmaya yönelik her türlü girişime cevap vereceğini ve buna uygun radikal kararlar atabileceğini 27 Haziran’da göstermişti. Bunu da en iyi bilenlerin başında Astana’daki müttefiklerimiz Rusya ve İran geliyor.

- Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönem mi?

Hiç kuşkusuz Trump’ın bu çekilme kararı Türk dış politikasında dengenin oturması açısından önemli. Düne kadar Rusya’nın ağırlıklı olarak ön plana çıktığı dış politikada, ABD’nin attığı bu geri adım, Ankara’ya daha sağlıklı bir denge politika yürütebilmesi açısından bir imkân sağlıyor. Burada dikkat çekici husus, Trump’ın bu kararını ilk olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ile paylaşmış olması. Elbette bunun bir anlamı var.

Bu husus bize şunu gösteriyor: ABD, Türkiye’yi kaybetmek istemiyor ve bu sefer doğru bir tercih yapmak istiyor. Bu “ani kararı” ile Fırat’ın doğusuna sıkışıp kalmış, her geçen gün kopma hatta çatışma noktasına gelmiş olan Türkiye ile yeni bir başlangıç arzusunu ortaya koyuyor ve açıkçası bu ilk adım değil.

Bu kapsamda ilk somut adımın 25 Eylül 2017 tarihinde yaşanan referandum krizinde, ikincisinin ise Afrin ve Münbiç’te atıldığını, atılmak zorunda olduğunu görüyoruz. ABD bir kez daha Türkiye ile yeni bir stratejik ortaklık arayışında. Ama ortada halen varlığını koruyan ciddi bir soru/sorun var. ABD BOP’tan vazgeçtiğini, daha doğrusu Ortadoğu merkezli politikasında bir değişikliğe gittiğini deklare etmiş değil. Dolayısıyla Türkiye açısından tehdit devam ediyor.

Bunun dışında ikili ilişkilerde halen bir güven sorunu söz konusu. Bunun için çok uzaklara gitmeye gerek yok. 5 Kasım 2007 sonrası yaşanan yakın tarihli gelişmelerin kendisi bile Türkiye’ye ciddi anlamda ABD ile ilişkilerde bir deneyim kazandırmış bulunuyor. “Model Ortaklık”tan “Stratejik Düşmanlık”a giden, 15 Temmuz ile zirve yapan durum halen hafızalardaki yerini koruyor.

Diğer taraftan, kaygan-kaypak zeminde devam eden bir uluslararası sistem inşa süreci var. Yani, bölgesel-küresel konjonktür fazlasyla kaygan ve kaypak. Dolayısıyla Türkiye’nin bölgesel-küresel sistemdeki hatta bazı ikili-çoklu ilişkilerdeki bu kaygan-kaypaklığı göz ardı etmemesinin gerektiğinin altını bir kez daha çizilmesi, temkinliliğin korunması gerekiyor.

Sonuç olarak; Türkiye’nin “düşmanları azaltma, dostları arttırma” şeklinde özetlenen, dengeye dayalı çok boyutlu işbirliği/ittifak arayışlarını sürdürebildiği noktaya kadar devam ettirmesi ve önüne çıkan fırsatları değerlendirmesi kaçınılmaz. Bu bağlamda bölgede kendisine yönelik tehditleri bertaraf etme ve çıkar alanlarını koruma yönündeki politikasının dış politikasında belirleyici olduğunun dost-düşmanlar tarafından anlaşılması gerekiyor; buna ABD de dahil!

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

[Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol aynı zamanda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) başkanıdır]

En Çok Aranan Haberler