Greenpeace'in mucidi, belki herkesten fazla Bob Hunter'dı. Hunter'ın 2 Mart 2005'te kanser yüzünden hayatını yitirmesiyle, gerçekten orijinal bir insan, çevreci hareketin kahramanlarından biri de aramızdan ayrılmış oldu.
1971'de 'Greenpeace' sözcüğü daha ortaya atılmamıştı. O zamanlar Bob, Vancouver'da, kendi tanımıyla "gerçekten ağaçlara sarılanların, radikal öğrencilerin, çöplerin istiflenmesine dur diyenlerin, bok karıştıran sendikacıların, otoban savaşçılarının, ot içenlerin ve yetiştirenlerin, yaşlanmış Troçkistlerin, tarım alanlarını koruyalım diyenlerin, balıklara kol kanat gerenlerin, hayvan hakları aktivistlerinin, toprağa dönelim diyenlerin, vejetaryanların, çıplakların, Budistlerin, ilaçlamaya ve havayı kirletmeye karşı yürüyenlerin, grev gözcülerinin ülkede ve tüm dünyada en yoğun olduğu" kentte hippi bir gazeteciydi.
Zihin bombaları
Marshall McLuhan'ın öğrencisi olarak dünyayı 'medyanın zihin bombaları' dediği şeyle -haber kisvesi altında tüm dünyada yankı uyandıracak, insanların bilincini değiştirecek sesler ve görüntülerle yani- değiştirmeye hevesliydi. ABD'nin Amchitka'daki nükleer silah denemesini durdurmak amacıyla bir kilisenin bodrum katında bir araya gelmiş birkaç kişiye katıldı. O, bu gruba "Don't Make a Wave Committee" diyordu.
Bombaya doğru seyr-ü sefer
Ne var ki işe yarar bir planları yoktu, ta ki Marie Bohlen grubun bir gemiyle deneme yapılacak bölgeye gitmesini önerinceye dek. Bob'a göre mükemmel bir 'zihin bombası'ydı bu. Sonunda 15 Eylül 1971'de o ve 11 şamatacı aktivist, yeryüzünün en büyük askeri gücüne meydan okumak üzere 'Greenpeace' adını verdikleri döküntü bir balıkçı teknesiyle denize açıldılar. Ve bu yolculuk büyük bir kamuoyu desteği kazanıp protesto dalgalarının önünü açtı. Öyle ki sonuçta ABD-Kanada sınırı 1812'den beri ilk kez kapatılırken, deneme programı iptal edildi ve bugünlere dek uzanan yeni bir çevrecilik ve barış eylemciliği gücü de yaratılmış oldu.
Greenpeace'e damgasını vurdu
Sonraki on yılda Bob'un ele avuca sığmaz yaratıcılığı, stratejik zekası, haber kokusunu kaçırmayan keskin gazeteci burnu, Greenpeace eylemlerine silinmez bir biçimde damgasını vuracaktı. Bob, ticari olarak değersiz kılmak için yavru fokların beyaz kürklerini boyadığı Newfoundland buzullarından, Rus zıpkınları ile peşinde oldukları balinaların arasına girdiği Pasifik Okyanusu'na dek yeni bir kişisel çevreci eylemcilik tarzına ilham kaynağı oldu.
Şaman ve mistik
"Bob bir öykücüydü, bir şamandı, bir sözcük sihirbazıydı, Makyavelci bir mistikti ve dünyayı değiştirmek gibi genellikle acı verici ve kutsal olan bir işe mizah duygusu katma cesaretini göstermişti," diyor Greenpeace'in İdari Direktörü Gerd Leipold. "Komikti, cesurdu ve yapılabilir olanın ya da muhtemel olanın sınırlarını kabule yanaşmamasıyla cüretkârdı, ilham vericiydi. Hayatın, imkansız olanın başarılması biçiminde küçük mucizeler sunabilmesi onu eğlendirirdi. Greenpeace onun yeldeğirmenlerine meydan okuma bilgeliğine duyduğu çılgın, iyimserlik ötesi inancının damgasını sonsuza dek taşıyacak."
Gökkuşağı Savaşçıları
Hunter, Greenpeace'in doğuşunu 1978'de "Gökkuşağı Savaşçıları" (Warriors of the Rainbow) başlıklı kitabında anlattı. Ustalıklı bir hikayecilik başarısıydı bu kitap. Yeni kuşaktan genç insanların örgüt saflarına katılmasını sağladı. Kitabın girişinde Hunter şöyle diyordu:
"Amerikalı ve Fransız nükleer silah yapımcılarına; Rus, Japon ve Avustralyalı balina avcılarına; Norveçli ve Kanadalı fok avcılarına; çokuluslu petrol konsorsiyumlarına ve böcek ilacı üreticilerine; sinik politikacılara, öfkeli işçilere ve tekrar tekrar kendimize karşı güç dengesinin eşit olmadığı bir savaş yürüttük. Erkeği kadını, genci yaşlısı katıldı. Hepsi cesur değildi, hepsi akıllı da değildi, ama yüzyılın ekolojik açıdan en dehşet verici yüzüyle karşı karşıya olduklarını görmüşlerdi."
Hikaye ustası
Hunter'ın her zaman anlattığı hikayelerden biri de, Cree Kızılderililerinin "Gökkuşağı Savaşçıları" -Yeryüzü hastalandığında doğayı kurtaracak olan efsanevi bir kabile- efsanesine nasıl rastladığının hikayesiydi. Santur yapımcısı bir çingeneden, birkaç eski püskü çitten ve Hunter'ın Amchitka yolunda Greenpeace koca bir dalgası aştığı sırada gökten inen bir lûtuf gibi ellerine düştüğünü -kelimenin tam anlamıyla- söylediği bir kitaptan bahseden bir hikayeydi bu. Büyülü, efsanevi bir hikayeydi. Yıllar içinde Hunter da bu hikayeyi cilalayıp parlatacak, kamp ateşlerinin başındaki sohbetlerin neşeli, ilham verici bir parçası haline getirecekti.
Berbat bir çocuk
Hunter, 1941'de Manitoba eyaletinin Winnipeg kentinde dünyaya gelmişti. Kendisini şöyle anlatıyor: "Berbat, asi, dikkati çabucak dağılıveren bir çocuktum. Beni bir tek resim ve İngilizce öğretmenlerim severdi bir tek, onlar dışında bütün öğretmenlerimin nefretini kazanmıştım. Ödev yapmam gerektiği zamanlarda, hikayeler yazıyor olurdum." Hunter Winnipeg Tribune'da gazeteci olur, sonra Vancouver Sun'da çevre meselelerinden bahseden köşe yazıları kaleme almaya başlar. Balinaları kurtarma amaçlı ilk Greenpeace seyahatine katıldığında köşe yazılarına da son verir. "Köşe yazarlarının yazdığı öznel mevzular haber ajanslarınca hiç dikkate alınmıyor" diye, nesnellikten bir parça uzak "mesajı"nın küresel bir kitleye ulaşabilmesini sağlamak için muhabir olur.
Düşünce olarak gazetecilik
Hunter, böyle yapmakla "mesleğine ihanet ettiği"ni kabul etmişti zaten, ama daha büyük bir çağrısı olduğuna inanıyordu: "Ekolojinin yasalarını görmezden gelirsek eğer, dünyaya karşı işlenmiş suçlardan sorumlu olmaya devam ederiz. Bu suçlar yüzünden insanlar tarafından yargılanacak değiliz, ama yeryüzünün uygun bulduğu bir adalete tabî olacağız. Dünyanın yıkımı kaçınılmaz olarak bizlerin de yıkımına yol açacak."
Hunter, 1973'te Greenpeace Vakfı'nın başkanı oldu ve 1977'ye dek bu görevde kaldı.
1988'de ekoloji uzmanı olarak Toronto'da City TV'de çalışmaya başladı ve yıllarca sabah kuşağında son derece başarılı bir programın sunuculuğunu yaptı. Ekrana bornozuyla çıkıp günün gazete manşetlerini okuduğu ve alaycı yorumlarını eklediği bu program, hızlı stand-up gazeteciliğin bir örneğiydi.
Danışman, konuşmacı, baş komedyen
Hunter sonraki yıllarda danışman olarak, zaman zaman konuşmalar yaparak Greenpeace'e katkıda bulunmayı sürdürdü ve örgütün kuruluş aşamasında büyük rol oynayan, sürece ışık tutan kişiliklerle iyi ilişkiler içinde oldu. Artık birbirleriyle konuşmayan birçok kişiyle o görüşüyordu. Birkaç kitap yazdı ve şaka yollu bir din kurdu: Bütün Dünya Kilisesi.
Rex Wyler kısa süre önce yayınlanan kitabında Hunter'la birlikte, Greenpeace'in ilk günlerindeki deneyimleri üzerine neler düşündüklerini yazmış:
"Tarihin ironileri ve gerilimi, aynı zamanda tarihin lûtfunu da sunar: Yaşamak zorundaydık, yeşillenen yeryüzünü, uçan balığı, yunusları, ren geyiğini, fok yavrularını, köpürmüş denizi, sabahın mavi ışıklarını, hayatta kalma mucizesinin ve korkusunun tek beden oluşunu görmek için yaşamak zorundaydık ve buna hizmet etme fırsatıyla kutsanmıştık."
Bob Hunter Dünya'ya hizmet etme fırsatını fazlasıyla kullandı ve Greenpeace de her zaman onun ruhuyla kutsanacak.