Aslında biz doktorlar, hastalarımızı zaman zaman bilerek veya bilmeden korkutabiliriz, korkutmak zorunda kalabiliriz, hatta bazen bizden onları korkutmamız bile istenebilir.
Hastalar da, doktorların jestlerinden, mimiklerinden, davranışlarından anlam çıkarmaya pek meraklıdırlar; korkmaya ve korkutulmaya hazırdırlar. O gün canınız biraz sıkkınsa, kafanıza takılmış bir şey varsa, suratınız asıksa, onları istemeden korkutmanız bile mümkündür.
Bilinçli hasta korkutma
Bazı kişiler ne kadar anlatılsa da hastalıklarının ciddiyetinin farkına varmazlar, varmak istemezler, tavsiyelere ve tedavilere katiyen kulak asmazlar. Bunlara istediğiniz kadar dil dökün, yalvarın para etmez. Bu hastaların bilinçli olarak uygun şekilde korkutulmaları hem kendi hem de çevrelerinin sağlığı için çok önemlidir. Bu aslında korkutma değil, bir çeşit hasta eğitimidir.
Mesela, tüberkülozlu bir hastanın ciddi bir şekilde takip edilerek düzenli ve tam tedavi görmesi mutlaka sağlanmalıdır. Çünkü, tedaviye başlandıktan birkaç hafta sonra hastaların tüm şikayetleri ortadan kalkar ve onlar da ilaçlarını yavaş yavaş azaltmaya başlarlar ve de bakarlar ki hiçbir şey olmamaktadır, ilaçların hepsini de keserler. Oysa, hastanın hiçbir şikayeti kalmasa da, bütün laboratuar ve röntgen bulguları tamamen düzelmiş de olsa tedavinin en az 9 aya tamamlanması gerekir. Aksi takdirde hastalık bir süre sonra nükseder ve üstelik tedavinin yarım bırakılmasıyla ortaya çıkmış bu nükslerde mikroplar bir veya birkaç ilaca direnç kazanmış da olabilirler. Bu durum ise hem hasta için çok kötüdür ve hem de mikrop bulaştıracağı çevresindeki insanlar için.
Farkında olmadan hasta korkutma
Bazı doktorlar vardır ki, en ağır, en ölümcül, hiçbir tedavisi olmayan hastalıkları bile öyle ballandıra ballandıra anlatırlar ki, bir çok hasta ‘Tüh be, keşke ben de bir kalp krizi geçirsem veya pankreas kanseri olsam’ diye duaya başlar.
Ama, anadan doğma ciddi ve asık suratlı olan bazı doktorların ‘Bu bir sivilcedir, mühim değil’ türünden sözleri bile hastalar tarafından ‘Eyvah, ben kanser olmuşum ve hastalık her tarafıma sıçramış.’ şeklinde anlaşılabilir.
Korkutulması istenen hastalar
Bir başkasını korkutmak için en çok talep hanımlardan gelir. Telefonumuz çalar
‘Doktor Bey, ben bugün saat beşte size muayeneye gelecek olan Bora’nın annesiyim. Oğlum çok fena öksürüyor ve üstüne üstlük de gizli gizli sigara içiyor. N’ olur, onu iyice korkutun, bir daha sigara içmesin. Ama, sakın sizi aradığımı bilmesin.’ Ya da hasta muayene odasına girmeden önce telaşlı bir hanım odanıza dalıverir: ‘Aman doktor bey, benim söylediğimi belli etmeden eşimi korkutmanızı istiyorum. Çünkü, her akşam içip içip sızıyor. Bir damla daha içersen karaciğerin biter, diyin.’ Bu, en çok korkutulması istenenler asla korkutulmaları mümkün olmayan hastalardır.
Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek
Bir de son zamanlarda türeyen ‘korkutulmuş hasta sendromu’ var. Bunlar, ellerinde filmlerle, tomografilerle, tahlillerle… telaş, korku, panik içinde, genellikle de anne, baba, eş, çocuklar… gibi kalabalık gruplar halinde doktor doktor gezen, yeni bir hasta grubu.
Artık milyonda bir ortaya çıkacak yan etki veya komplikasyonlar hastalar ve hasta yakınlarına hergün, herkeste görülebilirmiş havasında söyleniyor. Çünkü, yeni Ceza Kanunu’ na göre doktorları suçlamak ve bunda da haklı çıkmak çok daha kolay. Nitekim, gazetelerde hemen her gün doktorlara açılan dava haberleri yer alıyor.
Bunun için de artık doktorlar genel olarak, özellikle ciddi bir hastalığı olan hastaya veya hasta yakınlarına moral verici sözler söylemekten dikkatle kaçınıyor. ‘İnşallah iyi olacak, bir şeyi kalmayacak’ türü sözleri giderek duyulmaz oluyor. Hastanın veya yakınlarının morali bozulurmuş… diye hiçbir hekim düşünmüyor artık.
Amaç, hastanın başına beklenmeyen bir komplikasyon geldiğinde hastanın da hasta sahibinin de olaya hazırlıklı olması ve sesinin çıkmaması. ‘Doktor zaten demişti’ gerçeği birçok hasta yakınını ciddi şekilde baskı altına alıyor.
Aksi taktirde, kendini kaybetmiş bir hasta yakınının ‘Hani her şey iyi gidiyordu, hastamız iyi olacaktı da, neden öldü?’ diye yakanıza yapışması, dayak yemeniz, bıçaklanmanız, kurşunlanmanız… işten bile değil.
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi
ahmetrasimk@mynet.com