Gıda güvenliğini, gıdalarda olabilecek fiziksel, kimyasal ve biyolojik her türlü zararların yok edilmesi için alınan tedbirlerin bütünü olarak yorumlayan İstanbul Esenyurt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dekan Vekili Prof. Dr. Canan Hecer, insan sağlığını direkt etkileyen gıdaların sofraya gelene kadar bir güvenlik zinciri içerisinde olması gerektiğine dikkat çekti. Güvenli gıdaya erişimin temel bir insan hakkı olduğunu belirten Prof. Dr. Hecer, “Gıda güvenliği ve halk sağlığı tüm ülkelerin stratejik öneme sahip konularının başında yer almaktadır. 200 kadar gıda kaynaklı hastalık nedeniyle dünyada her yıl yaklaşık olarak 400 bin kişi hayatını kaybediyor. Gıda kaynaklı hastalıklar, iş gücü ve tedavi masrafları ile tüm dünyada ekonomiye çok fazla yük” dedi.
Gıda güvenliğini artırmak adına farkındalık oluşturmanın elzem olduğunu ifade eden Hecer, dünya genelinde gıda kaynaklı risklerin tespit edilip, önlenmesi ve yönetilmesinin önemli bir ihtiyaç olduğunu belirterek, “BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) öncülüğünde yürütülen çalışmalarda, sağlığı tehdit eden gıdalardaki bulaşma, çiftlikten sofraya tüm süreçlerde gerçekleşebileceğinden, gıda güvenliğinin sağlanmasında, gıdayı üreten, işleyen, taşıyan, depolayan, satan ve tüketen herkesin ortak sorumluluğudur. Gıda güvenliğini etkileyen tehlikeler biyolojik, kimyasal, fiziksel bulaşmalar, radyoaktif tehlikeler olabileceği gibi alerjenler, haşereler, taklit-tağşiş gibi konular ve üretim sırasındaki bazı hatalı uygulamalardan da kaynaklanabilir” diye konuştu.
Güvenli gıda için güvenli ham madde sağlanmasının gerekliliğine vurgu yapan Hecer, güvenli gıda maddeleri üretebilmek için öncelikle asgari sağlıklı ve hijyenik ortam ve teknik koşullara sahip işletmelerde üretilmesi ve hazırlanması gerekir. İşletmelerde temizlik ve dezenfeksiyon uygulamaları çok önemlidir. Bu çerçevede, çalışan personelin sağlıklı olması ve hijyen eğitimi almış olması da zorunludur. Tüketici, üretici ve dağıtım zincirinde tümüyle her kesimi etkileyen gıda kökenli salgın, zehirlenme, bozulma gibi olumsuzluklar yetersiz hijyen uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Tüketicilerin sağlığının korunması için yetkili otoriteler gıda güvenliğinin tam ve eksiksiz olarak sağlanabilmesi için tüm tedbirleri almakla yükümlüdürler” şeklinde konuştu.
Sağlıksız gıdanın hem akut hem de kronik sonuçları olduğunu söyleyen Hecer, “Akut hastalıklar belki yalnızca gıda zehirlenmesi olarak geçirilebilir ancak bunun da çok tehlikeli boyutları var. Gıda zehirlenmesinin kronik etkileri de var. Bir küf toksini uzun vadede karaciğer kanserine neden olabilir. Bunun dışında radyoaktif bulaşanlar da önemli gıda tehlikeleridir” ifadelerinde bulundu.
Gıda güvenliğini tehdit eden hilelerden bahseden Hecer, “Yapılan hilelerin başında taklit ve tağşiş geliyor. Bu da en çok kıyma ve kıymadan yapılan ürünlerde görülüyor. Hazır yiyecekler, salam, sosis, sucuk ve hazır köfte gibi gıdalar her zaman hileye açıktır. Bu ürünlerde dana ya da kuzu eti yerine farklı hayvanların etleri veya soya kullanılabilir. Bunun dışında süt ve süt ürünlerinde ise antibiyotik kullanımı sağlık için problemdir. Antibiyotikli sütler tüketildiğinde vücutta antibiyotik direnci oluşur. Ayrıca antibiyotikli sütlerle ürün yapılamaz. Evde yapılan yoğurtların bazen tutmadığını görürüz. Bunun en büyük sebebi yoğurt yapılan sütte antibiyotik kalıntıların olmasıdır. Bunun yanı sıra süresi geçmiş kaşar ve eritme peynir ürünleri toplanarak, tekrar peynir olarak işlenebiliyor. Üreticiler bu toplanan ürünlerde tekrar ışıl işlem göreceği için bir sorun görmeyebilir ancak burada dikkat edilmesi gereken küflü peynirlerdi. Çünkü küfün içindeki toksini ısıyla yok edemezsiniz” şeklinde konuştu.
Güvenli gıda alımında tüketicinin de dikkat etmesi gereken hususlar olduğuna dikkat çeken Hecer, “Tüketicinin öncelikle bilinçli olması gerekiyor. Gıda güvenliği çiftlikten sofraya kadar süren bir güvenliktir. Her türlü tehlike ham maddenin alımından soframıza gelen zincir içerisinde olabilir. Yani bu zincir içerisinde eğer gıda bitkiyse hasat eden çiftçiden, hayvandan, aracılardan, depolama şartları ve işlenme esnasında bulaşan bir hastalık tüketiciye kadar geliyor. Bu bakımdan tüketici ürünün etiket bilgilerini kontrol etmeli. Son tüketim tarihine bakmalı. Ambalajı bozulmuş ürünleri almamalı. Soğutuculardaki sıcaklığa bakmalı. Açıkta sunulan besinleri almamalı” dedi.
Gıdanın alındıktan sonra saklama, hazırlama ve pişirme koşullarına dikkat edilmesi konusunda tüketiciyi uyaran Hecer, “Soğukta saklanacak gıdalar için buzdolabı +2 - +4 dereceye ayarlanmalı, kapalı kaplarda muhafaza edilmeli. Pişmiş gıdaları üst, çiğ olanlar ise alt raflarda tutulmalı. Derin dondurucuda tercihen en fazla 6 ay saklanmalı. Gıdaları çözüldükten sonra tekrar dondurmamalıyız. Kuru gıdaları ve baharatları da çok sıcak ve nemli ortamlarda tutmamalıyız. Hazırlama sırasında en dikkat edilmesi gereken konu el hijyenidir. Bu nedenle el yıkama alışkanlığı edinmeliyiz. Et ve sebzeler için ayrı doğrama tahtalarımız, bıçaklarımız olmalı. Mutfak tezgâhını sık sık temizlemeliyiz. Temiz su - temiz bez kullanmalıyız. Pişirme aşamasında ise gıdalarımızı tam olarak pişirmeli, pişirdiğiniz gıdaları hemen tüketmeli ya da uygun koşullarda muhafaza etmeliyiz. Pişirilmiş gıdaları yiyeceğimiz kadarıyla ısıtma işlemine tabi tutmalı, tekrar tekrar ısıtmamalıyız. Pişmiş gıdalar ile çiğ gıdaları birbirine temas ettirmemeliyiz” diyerek sözlerini sonlandırdı. (İHA)