Vücudun en küçük yapı taşı olan hücreler, kendi aralarında ve çevreleriyle olan iletişimini reseptörlere borçludur. Reseptör, hücre iç kısmında ve yüzeylerinde bulunan ve algılayıcı görevi gören proteinlerdir. Diğer bir deyişle, bu tür yapılar adeta hücrelerin gözleri ve kulakları gibidir.
Dünya üzerindeki tüm canlılar, yaşadıkları çevreden sinyal alıp verme görevini üstlenirler. Çok hücreli canlılarda her bir hücrenin davranışının düzenlenmesi için birbiriyle haberleşmek zorundadır. Hücreler arasındaki haberleşme sırasında bilgi alışverişi birçok farklı molekül yapısıyla sağlanır. İşte, bir hücre tarafından üretilen bilgi sinyalleri, diğer hücredeki alıcılar yani reseptörlere bağlanır ve hücre davranışını etkiler. Kimyasal yapılarının çeşidi fark etmeksizin, "ligand" olarak adlandırılan bu tür sinyal molekülleri, özel reseptörler yardımıyla hedef hücrede biyolojik yanıt oluşmasını sağlar.
Hücre reseptörlerine bağlanan moleküller bir nörotransmiter, bir hormon, bir ilaç ya da bir toksin bile olabilir. Bağlanma meydana geldiği anda reseptör form değiştirir ve hücre temelinde bir tepki ortaya çıkar. Reseptörlere bazen hücre dışından bir protein ya da hücre içine girmek için uğraşan bir molekül de olabilir. Örneğin, kolera toksini olarak bilinen bir protein ya da bir HIV virüsü ya da bir lipoprotein (LD) taneciği de reseptöre bağlanabilir.
Reseptörler, hücrelerin ne yapacağını belirleyen alıcılar olarak çalışır. Yani, hücre içinde gerçekleşen belirli aktiviteler için açma - kapama düğmesi de denebilir. Başlıca reseptör tipleri şunlardır:
Duyarlı oldukları enerji şekline göre reseptörler:
Bulundukları yere göre reseptörler:
Vücuttaki her bir hücrenin alıcısı yani reseptörü olsa da en tipik reseptör organ türleri olarak duyu organları örnek gösterilebilir. Duyu organları, dış çevreden gelen uyarıları reseptörler sayesinde alan organlardır. Çevresinde değişen her durumu algılayan ve aldığı uyarılar ile vücut sistemlerini buna göre ayarlayan duyu organları, aldıkları uyarılara göre tepki verirler. Duyu organlarında bulunan reseptörler şunlardır:
Mekanoreseptörler, çevreden gelen fiziksel ve mekanik uyarıları algılar. Kulakta ve deride bulunan bu tür reseptörlerden deride yer alanlarından bazıları sıcağı, bazıları da soğuğu algılamak üzere özelleşmiştir. Bu tür özel reseptörlere "termoreseptör" adı verilir. Kemoreseptörler ise dil ve burunda yer alan koku ve tat almaya yarayan reseptörlerdir. Bazı iç organlarında da yer alan bu türler, kimyasal uyarıları algılar. Fotoreseptörler ise gözde yer alır ve ışık uyaranlarını algılar. Çomak ve koni olmak üzere iki türü vardır.
Reseptör sayısı en fazla olan duyu organı gözdür. Gözün yapısında yer alan konik ve çomak reseptörler, tüm vücuttaki reseptörlerin yüzde 70'ini oluşturur. Çomak reseptörler çubuk formundadır ve karanlık ortamlarda cisimlerin şeklini algılamayı sağlar. Çomak reseptörleri yapı itibariyle A vitamininden üremiş rodopsin molekülünden oluşur. Eğer gözde rodopsin sentezi gecikirse, karanlıkta görüş yeteneği zorlaşmaya başlar. Bu nedenle, A vitamini eksikliği yaşayan kişilerde gece körlüğü hastalığı meydana gelir. Yine gözde bulunan koni reseptörleri ise renkler konusunda hassas olan reseptörlerdir. Bu nedenle aydınlık ortamlarda cisimlerin şekil ve renklerinin ayırt edilmesini sağlar. Çomak reseptörler, koni reseptörlerin çevresinde sıralanır.
Kulakta yer alan reseptörler, kohlea kanalı içindeki korti organının uç kısmında bulunan tüylerdir. Bu tüylerde bol miktarda reseptör bulunur. Ses dalgalarının çarptığı endolenf sıvısı titreştiğinde tüyler de titreşime girer ve ses algılanır. Burunda yer alan reseptörlerin, kokuyu algılayabilmesi için kokuların gaz halinde olmaları gerekir. Bu tür gaz tanecikleri burundaki sarı bölge denilen kısma çarptığında, burada yer alan koku reseptörleri uyarılır. Daha sonra algılanan kokular sinirler aracılığı ile beyne gönderilir ve burada değerlendirilerek kokunun türüne karar verilir. Koku reseptörleri, hızlı yorulan reseptörler arasındadır. Bu nedenle kötü kokan bir ortamda dahi kişi bir süre sonra kokuyu algılayamaz hale gelir. Ancak standart koku içerisinde farklı frekansta bir koku oluşursa hemen yeniden algılama başlar.
İnsanlarda tat almaya yarayan organ dildir. Tükürükte ya da suda çözünen gıdaların tadını alabilen kısımlar dilin üst kısmında bulunan tat reseptörleri ile algılanır. Yapısı itibariyle dil epitel bir doku olduğundan, termoreseptör, mekanoreseptör ve kemoreseptörler dil üzerinde mevcuttur. Deride bulunan reseptörlerin çoğu dilde de mevcuttur.
Dokunma duyusu olan derinin alt kısmında yani dermis tabakası bol miktarda resepsör içerir. Pek çok görevi olan bu tür reseptörler arasında şunlar mevcuttur:
Reseptörlerin en fazla olduğu bir diğer vücut salgısı da hormonlardır. Hormon reseptörleri, vücuttaki herhangi bir proteinin üretilip üretilmediğini izler, düzenler ve protein miktarlarını kontrol eder. Reseptör sayısı en fazla olan hormon çeşitlerine örnek vermek gerekirse, androjen hormon, folikül uyarıcı hormon, büyümü hormonu, tiroid hormono, progesteron gibi hormonlar sayılabilir.