HABER

İbretlik bir hikaye...

İbretlik bir hikaye...

“Milli Şair”in kayıp Kur’an meali bulundu: "Tercüme güzel oldu… Lakin onu verirsem, namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o vakit Allah’ımın huzuruna çıkamam..."

1932'de tamamlandı. Yakılması vasiyet edildi. 30 yıl gizlendikten sonra 1961'de yakıldı. 1988'de üçte birlik daktilo nüshası bulundu. Ama bu da 24 yıl gizlendi. Nihayet 80 yıl sonra ortaya çıktı.


Mehmet Akif'in artık efsaneye dönen ve yıllardır spekülasyonlara neden olan Kur'an meali tamamlandıktan tam 80 yıl sonra yayımlandı. Mealin yazılışı da, yok edilişi de, bulunuşu da ibretlik bir hikaye...


"Yakıldı mı, yakılmadı mı", "Acaba bir yerlerde muhafaza mı ediliyor", "Yıllarını harcadığı çalışmasının yakılmasını neden vasiyet etti" soruları eşliğinde adeta bir efsaneye dönüşmüştü büyük şair Mehmet Akif'in yazdığı ileri sürülen Kur'an meali. Konu bugüne kadar birçok gündeme gelmiş ancak ayrıntılar hep sis bulutları arasında kalmıştı.


Nihayet 80 yıl sonra tamamı olmasa da, Mehmet Akif'in Kur'an meali gün yüzüne çıkıverdi. Akif'in yazdığı meal bulunmuştu. Mahya Yayınları tarafından yayınlanan ve Prof. Dr. Recep Şentürk ile Yrd. Doç. Asım Cüneyd Köksal tarafından yayına hazırlanan meal sonunda yılların muammasını çözdü. Mehmet Akif'in yedi sene çalıştıktan sonra hazırladığı ve daha sonra yakılmasını vasiyet ettiği cumhuriyet tarihi açısından manidar olan Kur'an Meali'nin hikayesi yakın Türkiye tarihinin de bir aynası aslında.


Yıl 1925'tir. Yeni kurulan cumhuriyet yönetimi milletin İslami kültürünü kendi diliyle öğrenmesi gerektiğini düşünmektedir. TBMM'de bir Kur'an tercümesi ve tefsiri hazırlanması kararı alınır. O dönemde herkesin üzerinde mutabık kalacağı bir Kur'an meali bulunmamaktadır. Zaten Kur'an'ın tercüme edilmesi konusu oldukça tartışmalı ve mayınlı bir alandır. Böyle çetrefilli bir işin altından kalkabilecek birkaç kişiden biri İstiklal Marşı ve Safahat'ın büyük şairi Mehmet Akif'tir.


O devirde Arapçayı en iyi bilenler arasında gösterilen Mehmet Akif, Sebilürreşad dergisinde Kur'an tefsiri yazılarıyla da beğeni toplamıştır. Hazırlanacak Türkçe Kur'an meali çalışması TBMM tarafından Mehmet Akif'e teklif edilir. Akif başta bunu kabul etmese de dönemin iki önemli alimi Aksekili Ahmed Hamdi ve Elmalılı Hamdi efendilerin ısrarlarıyla görevi kabule yanaşır.


Ekim 1925'te bu görevi üstlenen Akif, hemen ardından Mısır'a gider. Gurbet döneminin ilk üç yılında Mısır'da tercümenin ilk şeklini tamamlar. Bu metni düzeltmek için de tam dört yıl daha emek verir ve 1932'de çalışmasını tamamlar. Ancak Akif'in gurbette olduğu dönemde Türkiye'de siyasi atmosfer çok değişir ve Kurtuluş Savaşı sırasında halkı birliğe çağırmak için çok büyük bir rol görmüş olan dine karşı devletin zirvesinde siyasi yaklaşımlar ortaya çıkmaya başlar.


Gurbette olsa da ülkenin ve dini hayatın durumunu yakından takip eden Mehmet Akif de özellikle dini alanda görülmeye başlayan değişimleri ve yeni rejimin kararlarını izlemektedir. 1925'e kadar dine oldukça sıcak yaklaşan rejim bu tarihten sonra keskin bir tavır değişikliğine girer. İş o noktaya varır ki, namazlardan Kur'an'ın Arapça aslı yerine Türkçe tercümesinin okutulması türünden düşünce ler artık yüksek seslendirilmeye başlanmıştır.


Bu yaklaşımlar ve şayialar Akif'i ciddi şekilde endişelendirir. Kendi hazırladığı Kur'an meali ile böyle bir işe alet edilmek asla kabul edebileceği bir şey değildir. Hâl böyle olunca, Diyanet'le yaptığı sözleşmeyi tek taraflı olarak fesheder. Meali neden vermediğini kendisi şu sözlerle açıklar: "Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lakin onu verirsem, namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o vakit Allah'ımın huzuruna çıkamam ve peygamberimin yüzüne bakamam."


Kendisine teklif edilen Türkçe meal yazma teklifine başta yanaşmayan Akif, Elmalılı Hamdi Yazır'ın ısrarları sonucu teklifi kabul eder.


Sözleşmeyi feshetse de sade bir Türkçe kullanarak başladığı tercüme işini içine sinecek şekilde bitiren Akif, İstanbul'a döner. Ancak ağır bir hastalığa yakalandığından 1936 yılında vefatından kısa bir süre önce Kur'an mealini kaleme aldığı defterleri yakın arkadaşı Yozgatlı Mehmed İhsan Efendi'ye verir ve ona şu vasiyette bulunur: "Ben sağ kalırsam eksikleri tamamlar ondan sonra basarız. Şayet ölürsem bunları yakarsın."


Akif aynı yılın Aralık ayında vefat eder. Akif'in teslim ettiği meali alan İhsan Efendi ise yıllarca pek çok teklife hatta baskıya maruz kalsa da meali kimselere teslim etmez. Ancak Akif'in vasiyet ettiği gibi de yakmaya içi el vermez. Bu meal defterleri vefat edeceği 1961 yılına kadar İhsan Efendi'de kalır. İhsan Efendi vefatından hemen önce oğlu Ekmeleddin'i (İhsanoğlu) çağırarak çalışma odasındaki çekmecesinde sakladığı Akif'in meal defterlerini yakmasını ister.


Akif'in defterleri, başını Mustafa Sabri Efendi'nin çektiği beş kişilik bir ekip tarafından yakılır. İhsan Efendi'nin kendi eliyle yazdığı bu mealin bir nüshası da yakılarak imha edilir.


Kısa bir süre önce 27 Mayıs darbesi gerçekleştirilmiştir ve Türkçe ibadet tartışmaları yeniden gündeme gelmektedir. Akif'in hazırladığı mealin yeniden böyle bir teşebbüste kullanılmasını istemedikleri için vasiyete uyarak yakılmasını daha uygun görürler.


Bu işi gizleme kararı alan ekip yıllarca kimseye bir şey söylemez. Nihayet Akif'in mealinin ve kopyasının yakıldığı kesin olarak 1992 yılında İsmail Hakkı Şengüler tarafından açıklanınca 30 yıl boyunca üzerine spekülasyonlar yapılan Kur'an meali ile ilgili umutlar da söner.


Tüm umutlar söner ancak, İhsan Efendi'nin Mısır'da iken Akif'in defterlerinden kopyaladığı nüsha üzerinden mealin bir kısmı daktiloya geçirilmiş ve bu daktilo metni İhsan Efendi'den yıllarca ders almış olan Mustafa Runyun tarafından saklanmıştır.


Bu kısım çok önceleri alındığından yakılması söz konusu olmamıştır. Akif'in mealinin Kur'anın ancak üçte birlik kısmına denk gelen bu daktilo kopyası ancak 1988 yılında Mustafa Runyun vefat ettiği zaman ortaya çıkar. Ancak bu süre içerisinde artık bir muamma olarak hafızalara kazınan Akif'in mealini kamuya mal olması için daha 24 senenin geçmesi gerekecektir.


Bugün profesör olan ilahiyatçı Recep Şentürk, Mustafa Runyun'un vefatı sebebiyle taziyeye gittiği evde hiç beklenmedik şekilde Runyun'un oğlu ve kendi arkadaşı olan Ali Yahya Bey'den Akif'in mealinin bir kısmının kendilerinde olduğunu öğrenir. Ali Yahya Bey, dosyayı Recep Şentürk'e teslim eder. Ancak Şentürk tam 24 yıl boyunca bu metni endişeler içinde kimse ile paylaşmadan saklar. Şentürk'ün Akif mealini bir sır gibi saklamasında bu süre içerisinde etkin olan 12 Eylül devrinin etkileri, 28 Şubat süreci ve bir türlü bitmek bilmeyen din tartışmaları da etken olur.


Nihayet o süreçlerin artık dönmemek üzere geçtiğine hükmeden Prof. Dr. Recep Şentürk, aradan geçen onca yıldan sonra konuyu beraber çalıştığı Yard. Doç. Asım Cüneyd Köksal'a açarak rahatlar. Ardından Hayrettin Karaman, Raşit Küçük gibi uzman ilahiyatçılara danışılarak metnin gerçekten Akif'e ait olup olmadığını netleştirirler.


Konun uzmanları daktilo metni de olsa, Akif'in üslubuyla ve daha önce Sebilürreşad'da yaptığı tercümelerle karşılaştırarak ona ait olduğuna kesin kanaat getirirler ve basılmasını uygun bulurlar. Mehmet Akif'in Kur'an Meali, Fatiha'dan Tevbe Suresi'nin sonuna kadar ancak üçte biri ile basılmış olsa da yıllardır süren muamma bir ölçüde çözüme kavuşmuş olur.


"BUNDAN SONRA, 'AKİF'İN MEALİNDEN ÖNCE', 'AKİF'İN MEALİNDEN SONRA' DENİLECEK"

Prof. Dr. Şentürk beni çağırıp Akif'in mealini gösterdiğinde çok heyecanlandım, çok sevindim. Onunla ilgili çok inceleme yaptığımız için üslubu okuyunca derhal onun olduğuna karar verdim. Üslup, şahitler ve eserin bizzat kendisi bu mealin Akif'in olduğunun en büyük delili. Öyle tercüme yapmış ki tam 12'den vurmuş, 11.5'ten değil… Zaten onun olsun olmasın böyle yetkin bir eser basılmalıydı. Bu mealin ortaya çıkarılması büyük bir kazanç oldu. Bundan sonra Kur'an meali konusu konuşulurken, "Akif'in mealinden önce", "Akif'in mealinden sonra" denilecek.


"AKİF'E MEALİNİ YAKMAYI VASİYET ETTİREN SEBEPLERDEN BİRİ 'DİN MÜHENDİSLİĞİ'…"

Cumhuriyet kurulduktan sonra benimsenen milliyetçilik ideolojisi doğrultusunda din alanında birtakım yanlışlara yöneliniyor. Yanlış yorumlamalar yapılıyor. Bunlardan biri de ezanın ve ibadetin Türkçe olarak yaptırılmak istenmesi. Bu düşünceye öncülük edenlerse genelde ibadetle alakası olmayan kimseler. Yani işin içinde bile olmayan insanlar dışarıdan müdahaleyle "din mühendisliği" yapmaya kalkıyorlar. Milleti, kültürü, dili ve dini yeniden şekillendirmek istiyorlar. Bu tabii ki dindar insanları endişelere sevk ediyor. Bunlardan en trajik olanı ise Mehmet Akif gibi büyük bir şairin, üstelik gurbette yedi yıl uğraştığı Kur'an meali çalışmasının bu endişelerle yakılmasını vasiyet etmesi. Adeta Mimar Sinan'ın Süleymaniye'nin yıkılmasını vasiyet etmesi gibi bir şey... Bir yanda tabii ki samimi olarak elimizde Türkçe bir meal olsun diyenler var ama öte yanda ise bu çalışmayı art niyetli olarak birtakım emellere alet etmek, din mühendisliği yapmak isteyenler var. Ancak günümüzde bunların ortadan kalktığı düşüncesindeyiz.


"AKİF'İN DÖNEMİNDEKİ KONJONKTÜREL DURUM DEĞİŞMİŞ DURUMDA"

Bu mealin tarihi 80 seneyi buluyor. Bunun 24 senesinde Recep Şentürk hocamız meali sır gibi saklamış. Recep hoca bunu ilk olarak üç yıl önce benimle paylaştı. Biz de bu şekilde bu eserin yayın sürecinde hizmet imkanı bulmuş olduk. Mealin orijinal el yazıları yakılmış. Elimizdeki örnekler 1956-57 yılları arasında yazılan daktiloya çekilmiş bölümleri. Akif'in vasiyetini yaptığı dönemdeki konjonktürel durum çoktan değişmiş durumda. Biz de bu meal ile tarihi ve ilmi bir belgeyi yayınlamış bulunuyoruz. Akif'in meali oldukça sade bir dille yazılmış. Bu mealden önce de 550 kadar ayet tercüme etmiş biliyorsunuz. Onlardan 15 yıl kadar sonra yaptığı bu tercümelerde ise dilde ciddi şekilde sadeleşmeye yönelmiş. Cumhuriyetle başlayan dilde sadeleşme temayülünü o da takip etmiş. Dolayısıyla bugünkü okuyucuya hitap ediyor.

AKTÜEL

En Çok Aranan Haberler